27 Mart 2016 Pazar

Elbiseni soyalar,
Gasil suyu koyalar,
Teneşirde yuyalar,
Kimse hâlin bilmeye.
Asıl yurda dönersin,
Ağaç ata binersin,
Yer altına inersin,
Artık kimse görmeye.
Birkaç gün oturalar,
İşleri bitireler,
Mirası götüreler,
Artık kimse anmaya.
Ne söylesen gâfile,
Öğüt fayda vermeye.

İki türlü ölüm

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:İki türlü ölüm vardır: Âni ölüm ve izinli ölüm.

Çok kibirli bir hükümdar, memleketini gezmek ister. Hizmetçilerine, (Elbiselerimi getirin!) diye emreder. Getirilen elbiselerden birini zor beğenir. (Bir at hazırlayın!) der. Getirilen atlardan birini zor beğenir. Sonra yanına adamlarını alarak halkın arasında gezmeye başlar. Atının üzerinde, gururundan başı yukarıdadır. Vatandaşlarla konuşmak, dertlerini dinlemek nerede, kibrinden yüzlerine bile bakmaz.

Bu arada nuranî yüzlü bir ihtiyar atın önüne geçer, dizginlerini tutar. Hükümdar çok sert bir şekilde, (Hangi cesaretle dizginleri tutuyorsun? Bırak dizginleri...) diye bağırır. İhtiyar hiç oralı olmaz, çok özel bir sırrı olduğunu söyler. Hükümdar, (Söyle bakalım nedir) der. İhtiyar, (Bu sırrı sadece sizin duymanız lazım, eğilirseniz kulağınıza söylerim) deyince, hükümdar başını eğer. Ona (Ben Azrail'im, canını almaya geldim) der. Hemen hükümdarın rengi kaçar, kekeler, (Ne olur az müsaade et de evime dönüp, çoluk çocuğumu bir defa daha göreyim) derse de, Azrail aleyhisselam, (Hayır! Sana, bir an bile müsaade yoktur!) der ve ruhunu alır.

Sonra bir köye varır, bir kapıyı çalar. Kapıyı açan delikanlı, (Buyurun efendim) der. Azrail aleyhisselam, (Babanızı ziyarete geldim, biraz görüşecektim) der.

Delikanlı, içeride Kur'an okuyan babasının yanına girer. (Babacığım) der demez, babası okumaya ara verir. Oğlu, (Kapıda bir ihtiyar var, sizinle görüşmek istiyor) der. Adam, (Oğlum, ben de zaten onu bekliyordum, hemen içeri al!) der. İhtiyar zat içeri girince, babası onu tanır. (Hoş geldin! Hazır bekliyordum, nerede kaldın?) demesi üzerine, Azrail aleyhisselam der ki:
- Emre uyarak şimdi geldim. Rabbim seni çok seviyor, nasıl istiyorsan senin ruhunu öyle almamı emretti.- Şimdi namaza durayım, son rekâtta son secdedeyken ruhumu al! Rabbimin huzuruna secdedeyken gitmek istiyorum.

Adam kalkar, namaza durur ve son secdede o şekilde kalır, vefat edip doğru Cennete gider. Biri âni olarak öldü, diğeri izinli vefat etti. Biri dünya adamı, öteki Allah dostu.

Ölüm

Azrail sıkı tuta,
Ağlaya ana ata,
Meydana dehşet kata,
Halktan medet ermeye.

Ecelin çıka gelir,
Yüreğinde yağ erir,
Baştan aklını alır,
Bir an aman vermeye.

Elbiseni soyalar,
Gasil suyu koyalar,
Teneşirde yuyalar,
Kimse hâlin bilmeye
.

Asıl yurda dönersin,
Ağaç ata binersin,
Yer altına inersin,
Artık kimse görmeye.

Birkaç gün oturalar,
İşleri bitireler,
Mirası götüreler,
Artık kimse anmaya.

Yunus, öğüdü önce,
Vermelisin kendine,
Ne söylesen gâfile,
Öğüt fayda vermeye.
Aman, aklını başına al, şehirde iki üç yankesici var. Onlar ne yapıp yapıp bir kolayını bulurlar, "ay"ın bile
başından külahını kaparlar.
• Onlar, iki üç rinddir. Gönülleri uyanık, kendileri mesttir. Onlar, öyle kendilerinden geçmişlerdir ki, bir kavgayla, bir
patırtıyla gökyüzünü bile döndürürler.
• Onlar, öyle sıkı ağızlıdırlar ki, baş vermedikçe sır vermezler. Sakîdirler, aşıklara şarap sunarlar ama, sundukları
şarap, üzüm sıkılarak yapılan şarap değildir.
• Onlar, ruhun özlediği, aradığı gayb alemindeki eşsiz güzelin dostlarıdır. Onlar, o eşsiz gayb güzelinin gözleri gibi
dalmışlar, hastalanmışlardır.
• Kendileri bir şekle, bir sürete bürünmüşlerdir. Ama, şekillere düşmandırlar. Onlar bu dünyada yaşadıkları halde,
iki dünyadan da bezmiş, usanmışlardır.
• Güneş gibi bütün gün görüş bağışlarlar, insanlara görme kabiliyeti verirler. Ay gibi, yıldızlar gibi bütün gece
gezerler, dolaşırlar.
• Avuçlarına toprak alsalar, o toprak altın olur. Gece arpa ekerler, fakat gündüz buğday biçerler.
• Öyle güzellerdir ki, onlar olmadıkça gönül meyve vermez. Öyle başkandırlar ki, ne başları vardır, ne de sarıkları. 
• Adam ol da git onların hizmetinde bulun! Çünkü onlar gerçekten adamdırlar. Onlardan başkaları insan şekline
girmiş kurtlardır, insan yiyicidirler.
• Her ne kadar ağız sözle dolu ise de, yeter, fazla söyleme; çünkü ağızdan çıkan harf de, nefes de bizden
değillerdir, bize yabancıdırlar.

312. Biz aşk ateşi ile yanıp yakılmadaki ma'nevî lezzeti bulmuşuz.
Fe'ilatün, Fe'ilatiü,, Fe'ilün
(c. II, 785)

• Biz ne şarap kadehi elinde bulunan varlıklı, tanınmış kişilerdeniz, ne de sadece bir keçisi olan zavallı
müflislerdeniz.
• Biz aşk ateşi ile yanıp yakılmadaki manevî lezzeti bulduğumuz için ab-ı hayatı bırakmışız da, ateş peşinde
koşanlardınız.
• Biz, herhangi bir evin penceresinden içeri "ay" gibi ışığımızı düşürürsek, o evdeki gece huyluların hepsi de kapının
yolunu tutarlar. Yani biz, hangi gönle manen girersek, o gönüldeki kötülükler, hoşa gitmez hayaller kaçar giderler, o
gönül huzura kavuşur.
• Feleğin şarap kadehlerini kırdığı ümitsiz kişiler, yüzümüzü görünce yeni baştan zevke, yeni baştan neşeye
dalarlar.
• Kapıyı kapayınız, şarap sununuz! Senin aşkınla benizleri solmuş, sararmış aşıkların kırmızı şarabı içme zamanı
geldi.
• Hakk aşıkları, bir elleriyle halis iman şarabı içerler, öbür elleri ile de kafirin perçemini tutarlar.
" Bu beyitte, yaşlı bir şeyh olduğu halde savaştan çekinmeyen, Moğollar'la savaşa giren ve şehit olan Mevlana'nın
babasının şeyhi Necmeddin Kübra hazretleri kastedilmektedir Nefehat mütercimi merhum Lami'î Çelebi, Mevlana'nın bu
beytini manzum olarak şöyle tercüme etmiş:
"Bir elden nüş idüp îman şarabın Bir elde perçem-i kafır tutarlar." (Nefahatü'l-Üns Tercemesi, s. 480.)
• Nerede bir çark dönüyorsa, onu döndüren su, biziz. Nerede bir buhurdan tütüyorsa, onun içinde yanan öd ağacı,
biziz.
• Şu mavi perdenin arkasında ay yüzlü bir güzel var. Gök kubbesinde bulunan bütün yıldızlar, onun yüzünün
nürundan nür alırlar, süslenirler.

313. Aşk, bazen gökyüzünde kapılar açar.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 822)
 • Aşk, şimdi merhamete geldi. Bize acıyor, bu gün bize, canlar canı can olmadadır.
• Ma'rifet güneşinin ışıkları içinde titreyip duran her zerre Gayb Alemi'ni biliyor.
• Aşk, kimya yapan, bakırı altın eden bir kimyadır. Hatta şu toprağı bile manalar hazine haline getiriyor.
• Aşk, bazen gökyüzünde kapılar açıyor, bazen aklı merdiven ediyor.
• Bazen şarap gibi neşe meclisi kuruyor. Bazen deniz gibi inciler saçıyor.
• Aşık; "Lenteranî" (=Beni göremezsin!) sesini duysa bile yine ümitsiz olmaz, dostun aşkına güvenir.
• Aşk görülmemiş armağanlar getirmiştir. 0 armağanları kabiliyetli kişilere dağıtır, durur.
• Aşk, bu ağıza ne tattırmıştır ki, lezzetinden dilsizliğe özenir de susar?

314. 0 padişahlar padişahı ne yaparsa güzel yapar.
Fa'ilatün, Fa'ilatün,
(c. II, 820)
• 0 padişahlar padişahı ne yaparsa güzel yapar. Nasıl ki, incir ağacı hep incir verir, başka meyve vermez!
"İbrahim Hakkı hazretleri;
 Hep işleri faiktir,
 Birbirine layıktır,
 Neylerse muvafıktır.
 Mevla görelim neyler,
 Neylerse güzel eyler.
Deme şu niçin şöyle!
Yerindedir ol öyle! 
Bak sonunu seyreyle!
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler."
diye yazmıştır. (Dîvan-ı Ibrahim Hakkı, s. 192.)
• 0, her nerede iki zıddı evlendirmek isterse, onları sütle şekerin birleşmesi gibi çeyizler, evlendirir.
" Yemeklere tat veren tuz, klor ile sodyumdan ibarettir. Bunların her ikisi zehirdir."
• Onun nefesi ile ab-ı hayat kaynağı akar, o talkın verince ölü dirilir.
• Allah, her kuluna tek başına bir dünya bağışlar. îki alemde bunu yapan kimdir?
" Her insan tek başına bir dünyadır. Hz. Ali;"Sen kendini küçük bir varlık zannediyorsun, sende büyıik bir alem var."
diye buyurmuş. Bugün ilim ispat etti ki, her insanda bulunan hücrelerin sayısı, trilyonları buluyor, dünyanın nüfusu daha
on milyarı bulmadı.
• Kuyu dibinde onun adını ansan, zikretsen, kuyu dibi göklerin en yüksek yeri haline gelir.
• Eğer bir kafir, onun aşkından bahsederse, onun küfrünü, bütün dinin nüru yapar.
• Bütün dikenleri nesrin gülü haline getirmek için, dünyanın dikenini aşıkların yoluna koymuştur.
• Sen bilmiyor musun? Kim onun kuşu olursa, pek mutlu olur da altın yumurtalar yumurtlar.
• Artık susayım da, bundan sonra gizli dua edeyim, fakat, padişah "Amin" derse, dua nasıl olur da gizli kalır?

315. Hz. Ali ile Hz. Ömer birbirleriyle uzlaşınca
rafızînin parmağı ağzında kaldı.
Fa'ilatün, Pa'ilatün, Pa'ilat
(c. II, 810)
• Yine süt ile şekeri karıştırdılar. Aşıkları da birbirleriyle bir araya getirdiler.
• Gece ile gündüzü ortadan kaldırdılar, güneşi, ay ile birbirine karıştırdılar.
• Ma'şukların rengi ile aşıkların rengini, altınla gümüşü birbirine karıştırdıkları gibi kanştırdılar.
• Hakk'ın ebedî baharı geldi. Kuru dallarla yaş dalları birbirlerine karıştırdılar.
• Hz. Ali ile Hz. Ömer birbirleriyle uzlaşınca rafızînin parmağı ağzında kaldı.
"Rafızî; Hz. Muhammed'den sonra Hz. Ali'yi halife tanıyıp; Hz. Ebubekir, Hz. Omer ve Hz. Osman'ın halifeliğini
kabul etmeyen Şiilere Sünnîler tarafından verilen ad. Bu beyitte Hz. Mevlana, Sünnîlerle Alevîlerin beraberce kardeş gibi
yaşayacaklarına işaret buyuruyor.
• Hem bayram gibi Kadir gecesi belirdi, göründü. Hem de melek ile insanı birbirine kattılar.
• Onlara birbirlerinin dillerini öğrettiler. Bu ikisi de (melek-şeytan) birbirinden nefret ettikleri halde, onları birbirine
kattılar, insan bedeninde beraber yaşıyorlar.
• Birbirine zıt olanı, hayır ile şer ve kuru ile yaş gibi birbirine kattılar.
• Ben ağzımı kapadım, geri kalanını, sen söyle, çünkü bu bakışı o bakışla bir-leştirdiler.
"Mithat Beharî merhum;
"'Bu bakış'la, Hz. Mevlana'nın bakışını; o bakış'la da Hz. Muhammed'i kast diyor, doğrusunu Allah bilir.

316. însanlar, şu var gibi görünen, aslında yok olan dünyadan azar azar gidiyorlar.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 819)
• îlahî aşk şarabını seven, mest olmuş Hakk aşıkları azar azar geliyorlar.
• Gönül alanlar yola düşmüşler, nazlı nazlı geliyorlar. Gül yüzlüler de gül bahçesinden çıkmışlar, geliyorlar.
• Şu hem var gibi görünen, hem de aslında yok olan dünyadan insanlar, fani varlıklar azar azar gidiyorlar. Rüh
aleminden de azar azar ebedî olan vaılıklar, ruhlar geliyorlar.
• Hepsinin etekleri altınlarla dolu, tıpkı maden gibi. Eli dar olanlara vermeye geliyorlar.
• Yaralı zayıf, aşk yaylağında semirmiş, şişmanlamış bir halde geliyorlar.
• Tertemizlerin canları, güneş ışığı gibi cennetlerden yüce olan mana gıü bahçesinden geliyorlar.

317. Gökyüzünü aşıkların ahlarının dumanları kurmuştur. 
Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c. II, 826)
• Ya Rabbî! Aşıklardan hoşnut ol, aşıkların sonları iyi olsun!
• Aşıklar, senin güzel yüzünle bayram etsinler, canları aşk ateşinde öd a gibi yansın, yakılsın.
• Kim; "Aşktan halas olsun, kurtulsun" diye yalvarırsa, dilerim o dua göklere yükselmesin, kabul edilmesin.
• Görmez misin? Ay bile aşık olmuş, içine aşk ateşi düşmüş de, sessizce, yalnız başına göklerde dolaşıp durmada.
0, aşk yolunda bir zaman ziyan eder, erir, incelir. Aşk yolundaki ziyan, ne mutlu bir ziyandır. Aslında o ziyanın hepsi
kardır. Çünkü, eriyen, zayıflayan "ay", zamanı gelince bedir halinde dolunay olarak karşımıza çıkar.
• Aşık olmayanlar, ölümden korkarlar. Ömürlerinin uzaması için yalvarırlar. Mühlet isterler. Aşıklar ise; "Hayır,
hayır!" derler. Sevgiliye kavuşacakları için "Ey ölüm, çabuk ol, gel!" diye niyazda bulunurlar.
• Aslında gökyüzünü, aşıkların "ah"larının dumanları kurmuştur. Bu dumanın sahibine; "Aferin, çok yaşa!" de!

318. Hakk'ın kahrında lütuflar gizlidir.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 821)
• Bir insanın gülmesi, Cenab-ı Hakk'ın o kula lütfünu, ihsanını anlatmada, hikaye etmektedir. Bir insanın ağlaması,
feryat etmesi de Hakk'ın kahrından bir şikayettir.
• Dünyada birbirine zıt olan, aykırı olan bu iki haberin de, hal dilleri ile bir sevgiliden geldiklerini rivayet ederler.
Aziz Hüdaî hazretleri;
"Hoştur bana senden gelen, Ya gonca veyahut diken! Lütfun da hoş kahrın da hoş" diye yazmıştır.
• Hakk'tan gelen lutuf, gaflette olan kişiyi öyle şaşırtır ki, o Hakk'ın kahrını düşünmemek cinayetini işler de daima
güleceğini zanneder.
• Ötekine gelen kahır da ona ümitsizlik verir. 0 zavallı ye'se kapılır, bunalıma girer. 0 kahrın arkasındaki lütfu
düşünemez.
" Aslında kahırda ilahî bir lütuf gizlidir. Mevlana Dîvan-ı Kebîr'nin başka bir yerinde:
"Gamdan, kahırdan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz. Bunun karşılığı sonsuzdur. diye buyurmuştur. (Dîvan-
ı Kebîr, c. VI, s. 265) Mevlana Mesnevî'de. de bu konuya bir çok , kere temas etmiştir. (Bkz. Mevlana, Hayatı, Şahsiyeti,
Fikirleri, Ötüken yay., s. 270) Bır Mesnevî beytinde;
"Paha biçilmez akîk pislik içinde gizlendiği gibi, Hakk'ın kahrı içinde lütuf gizlenmiştır. (Mesnevî, c. V, no. 1665) Başka
bir Mesnevî beytinde de;
"Onun hoş olmayan tecellîsi canıma hoş gelir. Gönlümü inciten, kıran sevgiliye canım" feda olsun." (Mesnevî, c. I,
no. 1771) diye buyurmaktadır.
• Aşk, esirgeyen bir şefaatçidir. Ikisini de görür, gözetir, korur.
• Allah'ım, bu aşkı bize lütfettiğin için sana şükürler olsun. Biliyorum ki, senin kahrında bize sonsuz lütuflar var.
• Şükürde kusurumuz olsa bile aşk nankörlüğe bile bakmaz. Onu bile hoş görür.
• Bu aşk, ya kevserdir, ya ab-ı hayat; ömre sonsuzluk vermede, insanı ölümsüz etmededir.
• Aşk, Allah ile insan arasında bir peygamber gibidir. îkisinin arasında gelir gider, birbirinden haberler getirir
götürür.
• Yeter artık sus, bunu ayet ayet okuma, zaten ayeti de aşk tefsir eder.

319. Herkes ayıptan, hatadan kurtulma peşinde;herkes bir hünerin avcısı.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
 (c. II, 801)
• Burada bir zevk var, bir işret var; bu fırsatı kaçırmayın! Sizin tali'iniz varmış; devlet, mutluluk ayağınıza gelmiş.
Devletin başını kaşıyın; ona saygılı davranın, onu rahat ettirin!
• Bu sütle siz şeker gibi karışın, bir gönüllü olun, çünkü her ikiniz de naziksiniz, güzelsiniz, değerlisiniz.
• Tarlalarda kalmış döküntü başakları, daneleri toplamak adamlık mıdır? Böyle yapmayın; siz yüzlerce harmanın,
yüzlerce anbarın sahibisiniz.
• Onun güle, reyhana benzeyen eteğine yapışın, siz bu gül bahçesinde beslenmiş, onun hoş kokuları ile
karışmışsınız.
• Şu dünyada, bir çok renk gördünüz, şekil gördünüz, bir çok resimler, bir çok heykeller seyrettiniz. Onların hepsi
de cansız, hepsi de yaşamıyor. Peki neden bütün dünya güzellerine ay gibi nurlar saçan sevgilimizi de böyle sanırsınız? 
• Siz evinin yolunu bilmez değilsiniz, çünkü siz vuslatın oğlusunuz! Siz bu pazar yerindensiniz! Kalp ve geçer akçeyi
anlamaz değilsiniz!
• Siz ilk yaratılışınız da melekten doğmuş bir melektiniz. Bugün neden böyle dilenci gibi sızlanıp duruyorsunuz?
• Herkes ayıptan, hatadan kurtulma peşinde! Herkes bir hünerin avcısı olmuştur. Siz can meclisinde bulunduğunuz
halde, aklınız başınızda kalmışsa, baştan başa ayıpsınız, baştan başa hatasınız!

320. Aşıklar meydanda ama, sevgili meydanda yok!
Fa'ilatün, Fa'ilfitiin, Fa'ilat
 (c. II, 824)
• Aşıklar meydanda dolaşıyorlar ama, sevgili meydanda yok. Bütün dünyada böyle acaip bir aşkı kim görmüştür?
• Gayb Alemi'nin sevgilisi eteğini çekmeden, bize naz etmeden önce, gönül binlerce mihnetlere, binlerce belalara
uğradı, çileler çekti.
• Onun gül bahçesinden bir gül koparmadan önce, göğsüme yüz binlerce diken battı.
• Gönül ondan ancak cefa gördü, fakat yine de ondan vefa umduğu için, onun cefalarından ürkmedi, kaçmadı.
• Gönül ondan gelen elemi keremlerden, cefayı da vefalardan üstün tuttu.
• Sevgilinin dikeni bütün güllerden daha hoştur. Kilidi de yüzlerce anahtar¦ dan daha güzeldir.
• Onun cevri, mutluluk topunu, devlet topunu kapmıştır. Onun kahrındaki zehirden şeker kamışları bitmiştir.
• Onun aşığı reddetmesi, istememesi, başkalarının istememesinden daha iyidir. La'l de, inci de onun taşına
uymuştur.
• Tatlı yemekler, yağlı yemekler hoşa giderler, sofralarda hoş görünürler.t Fakat onlar fazla değil, bir gece senin
içinde kalınca iğrenç pislik olurlar¦
" Tarihî şu fıkra Hz. Mevlana'nın bu beytini açıkladığı için sayın okuyucularımdan özür dileyerek almadan
geçemedim. Harun Reşid bir gün Behlül-i Dana'ya; "Sen neden yalnız yaşamayı tercih ediyorsun. insanlar içine
karışmıyorsun?" diye sormuş. Behlül-i Dana da; "Müsade eder misiniz, bir danışayım da geleyim." demiş ve helaya
girmiş azıcık bekledikten sonra gelmiş. Harun Reşid'e demiş ki: "Pislikler bana dediler ki, 'Aklını başına al. sakın
insanların içine girme, bizler çok nefıs yemeklerdik, hoş renkli, hoş kokulu, tatlı meyvelerdik; insanların içine girdik de
bu hale geldik.'"
• Aklını başına al da, sen tatlıyı da, yağlıyı da aşkın sofrasından ye, aşkla gıdalan da gönlünün kanadı çıksın,
uçmaya gücün olsun!
• Bunlan bir tarafı bırak da düşün ki, ana karnındaki çocuk, ab-ı hayatı anasının kanından emmededir.
• Feleğin dümdüz ettiği, selvi gibi uzattığı o boyu, posu, sonunda yine felek, yay gibi büker, iki kat eder.
• Fakat aşkın verdiği boy pos uzar gider, arşı da geçer.
• Hayır, sus, sırları bilen her yerde hazır ve nazırdır. "Biz ona şah damarından daha yakınız."diye buyurmuştur.
 "Biz ona yakın olan şah damarından da yakınız." şeklindeki Kaf Suresi, 50/16. ayete işaret var. 



    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder