26 Mart 2016 Cumartesi

Kur'ân-ı kerîm âyetleriyle,kendinden geçen Üseyd bin Hudayr dedi ki: Bu,ne kadar güzel,ne kadar yüce söz.Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır?

Sa'd bin Mu'âz kabîle reisi olarak işe el koymak istiyordu.Bu maksatla kabîlesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:
Sen,işini iyi bilen,kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın! Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan bu adamı,yanımıza gelmekten men et! Es'ad bin Zürâre akrabam olmasaydı,bu işi kendim hallederdim.
Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr,Mus'ab bin Umeyr'in r.a bulunduğu eve giderek dedi ki:
Sizi, bize getiren sebep nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı bozacaksınız? Eğer,hayatından olmak istemiyorsan yanımızdan ayrılıp gidersin.
Mus'ab bin Umeyr r.a,ona yumuşak bir sesle cevap verdi:
Hele biraz otur,sözümüzü dinle! Beğenirsen kabûl edersin,beğenmezsen dinlemekten yüz çevirirsin.
Mus'ab bin Umeyr r.a ona,Kur'ân-ı kerîm okudu.İslâmiyeti anlattı.Onun tatlı konuşması,insanın kalbine işleyen sözleri ve hoş sesiyle okuduğu Kur'ân-ı kerîm âyetleriyle,kendinden geçen Üseyd bin Hudayr dedi ki:
Bu,ne kadar güzel,ne kadar yüce söz.Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır?
Ne yapması lâzım geldiğini anlattılar ve Üseyd bin Hudayr,Kelime-i şehâdet söyleyerek müslüman oldu.
Büyük bir huzur içerisinde olduğu hâlde Mus'ab bin Umeyr'e r.a şöyle dedi:
Arkamda bir adam var.Ben hemen gidip onu size göndereyim.Eğer o müslüman olursa,Medîne'de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz.
Sonra kalkıp sür'atle gitti.Doğruca Sa'd bin Mu'âz'ın yanına varınca,Müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in r.a yanına koştu.Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.
Mus'ab bir Umeyr r.a ,ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi.Sa'd,bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.
Mus'ab bin Umeyr r.a,ona da islâmiyeti anlattı ve Kur'ân-ı kerîmden bir miktar okudu.Kur'ân-ı kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birdenbire değişiverdi.O da orada müslüman oldu.Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve rahatlığın şevkiyle derhal kavminin yanına gidip,onlara müslüman olduğunu söyledikten sonra sözlerini şöyle tamamladı:
Hepiniz îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun!
Bunun üzerine kavmi hep birden islâmiyeti kabûl etti.O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı.



Sa'd Bin Mu'âz

Ensârın en hayırlılarından.

Muhammed aleyhisselâmın bi'setinin onuncu yılı başlarında Medîne'den gelen 12 kişi, Peygamberimizle görüşüp Müslüman oldular. Birinci Akabe bîatı denilen bu görüşmeden sonra, Peygamber efendimiz, Kur'ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek üzere, Mus'ab bin Umeyr'i Medîne'ye gönderdiler.

Mus'ab bin Umeyr Medîne'de fevkalâde bir gayretle çok kimsenin Müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Mu'âz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşmişti. Bu sebeple Sa'd bin Mu'âz, o zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakâretten kaçınmak âdet olduğu için bu işe mâni olma teşebbüsünde de bulunamadı.

Sen işini bilen adamsın
Ancak bir kabîle reisi olarak bu işe de el koymak istiyordu. Bu maksatla kabîlesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:
- Sen, işini iyi bilen, kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın! Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan bu adamı, yanımıza gelmekten men et! Es'ad bin Zürâre akrabam olmasaydı, bu işi kendim hallederdim.

Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp, Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu eve gitti. Oraya varınca:
- Sizi, bize getiren sebep nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı bozacaksınız? Eğer, hayatınızdan olmak istemiyorsan yanımızdan ayrılıp gidersin, dedi.

Mus'ab bin Umeyr, ona yumuşak bir sesle dedi ki:
- Hele biraz otur, sözümüzü dinle! Beğenirsen kabûl edersin, beğenmezsen dinlemekten yüz çevirirsin.
- Yerinde bir söz söyledin.

Mus'ab bin Umeyr ona, Kur'ân-ı kerîm okudu. İslâmiyeti anlattı. Onun tatlı konuşması, insanın kalbine işleyen sözleri ve hoş sesiyle okuduğu Kur'ân-ı kerîm âyetleriyle, kendinden geçen Üseyd bin Hudayr:
- Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce söz. Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır, dedi.

Ne yapması lâzım geldiğini anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, kelime-i şehâdet söyliyerek Müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde olduğu hâlde Mus'ab bin Umeyr'e döndü ve;
- Arkamda bir adam var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o Müslüman olursa, Medîne'de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz, diyerek kalkıp süratle gitti. Doğruca Sa'd bin Mu'âz'ın yanına vardı. Sa'd bin Mu'âz onu görünce:
- Ne yaptın yâ Üseyd?

Bir fenâlığını görmedim 
Üseyd bin Hudayr, Sa'd bin Muâz'ın Müslüman olmasını çok arzu ettiği için şöyle cevap verdi:
- Mus'ab bin Umeyr ile konuştum, bir fenalığını görmedim. Yalnız duyduk ki, Hâriseoğulları, teyze oğlun Es'ad'ın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından kuşkulanarak teyzenin oğlunu öldürmek için harekete geçmişler.

Bu sözler Sa'd bin Mu'âz'a çok dokundu. Çünkü birkaç sene önce yapılan bir savaşta, Hâriseoğullarını yenip, Hayber'e sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene sonra da affedip, memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi Sa'd bin Mu'âz'ı çok kızdırmıştı.

Halbuki işin aslında böyle bir hareketleri yoktu. Üseyd bin Hudayr böyle bir hîleye başvurarak, Sa'd bin Mu'âz'ın teyzesinin oğlu Es'ad bin Zürâre'ye, dolayısıyla Mus'ab bin Umeyr'e zarar vermesini önlemek istedi. Böylece onların tarafına geçmesini ve nihayet müslüman olmasını temin etmek gayretinde idi.

Sa'd bin Mu'âz, Üseyd bin Hudayr'ın, Hâriseoğullarının, teyzesinin oğlu Es'ad bin Zürâre'ye zarar verecekler demesi üzerine, hemen yerinden fırlayıp, Es'ad bin Zürâre'nin yanına gitti.

Oraya varınca baktı ki, Es'ad bin Zürâre ile Mus'ab bin Umeyr, son derece huzûr ve sükûn içerisinde oturup, sohbet ediyorlar. Yanlarına yaklaşıp dedi ki:
- Ey Es'ad, aramızda akrabalık olmasaydı, sen bu adamı elimden kurtaramazdın. Sen memleketinden çıkarılmış şu yabancı adamı, zayıflarımızın inançlarını bozmak için mi çağırdın?

Hele sözümüzü bir dinle 
Bu sözlere Mus'ab bin Umeyr yumuşak bir şekilde cevap verdi:
- Ey Sa'd, hele biraz dur, oturup bizi dinle, anla, sözlerimiz hoşuna giderse ne âlâ, eğer sözlerimizi beğenmezsen, biz bunu sana tekliften vazgeçeriz. Bizi bırakır gidersin.

Sa'd bin Mu'âz bu yumuşak ve tatlı sözler üzerine:
- Yerinde bir söz söyledin, dedi ve oturdu.

Mus'ab bin Umeyr, Sa'd bin Mu'âz'a önce İslâmiyeti anlattı. İslâmiyetin esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur'ân-ı kerîmden bir miktar okudu. O okudukça Sa'd bin Mu'âz'ın hâli değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir te'sîr altında kaldı. Kendini tutamayıp dedi ki:
- Yemîn ederim ki ben, şimdiye kadar, hiç bilmediğim bir şeyi dinledim. Siz bu dîne girmek için ne yapıyorsunuz?

Mus'ab bin Umeyr hemen ona Kelime-i şehâdeti öğretti. O da,
- Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh, diyerek Müslüman oldu.

Sa'd bin Mu'âz Müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinç içerisinde yerinde duramaz oldu. Üseyd bin Hudayr'ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti. Abdüleşheloğullarına hitâben dedi ki:
- Ey Abdüleşheloğulları! Beni nasıl tanırsınız?
- Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz.

O hâlde hepinize haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allahü teâlâya ve O'nun Resûlüne îmân etmenizi istiyorum. Eğer îmân etmezseniz sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim.

Medîne tekbîrle çınladı 
Abdüleşheloğulları, reisleri Sa'd bin Mu'âz'ın Müslüman olduğunu ve kendilerini de İslâma da'vet ettiğini duyar-duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün akşama kadar, Medîne semâlarını Kelime-i şehâdet ve tekbîr sedâlarıyla çınlattılar.

Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra bütün Medîne halkı, Evs ve Hazrec kabîleleri İslâmiyeti kabûl edip, îmân ettiler. Her ev İslâm nûruyla aydınlandı. Sa'd bin Mu'âz ve Üseyd bin Hudayr, kabîlelerine ait bütün putları kırdı.

Bu durum sevgili Peygamberimize bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli Müslümanlar sevince garkoldular. Bu sebeple o seneye (m. 621) sevinç yılı denildi.

Sa'd bin Mu'âz İkinci Akabe bîatında bulunup, Resûlullaha bîat etti. Bu bîatte bulunanlar Resûlullahı canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu husûsta mallarını ve canlarını fedâ edeceklerine söz verdiler.

Sa'd bin Mu'âz, Medîne'nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olduğu için, Mekke'ye gidip, Kâ'be'yi tavâf ederdi. Müşrikler bu sebeple ona dokunamazlardı. Bu ziyâretlerinden birinde Ebû Cehil karşısına çıkıp dedi ki:
- Siz bizim dînimizden ayrılanları himâye ettiniz. Onlara her yardımda bulundunuz. Eğer burada seni himâyesine alanlar olmasaydı seni öldürürdüm. Dönüp çocuklarına kavuşamazdın.

Sa'd bin Mu'âz, Ebû Cehil'in bu tehditli sözleri karşısında ona şu cevabı verdi:
- Eğer böyle bir şeye kalkışırsan, Medîne yakınından geçen ticaret yolunu keser, seni bir daha oralara ayak bastırmam.

Bunları söylerken sesi öyle gürlüyordu ki, yanında bulunan Ümeyye bin Halef yavaşça dedi ki:

Mekke'de mi öldürüleceğim?
- Sesini biraz alçalt, bu kişi bu vâdinin meşhûru.

Bunun üzerine Sa'd bin Mu'âz daha gür bir sesle konuştu:
- Yemîn ederim ki Resûlullah, bize senin katlonulacağını haber verdi.
- Mekke'de mi öldürüleceğim?
- Orasını bilmem.

Ebû Cehil bu şekilde Sa'd bin Mu'âz'dan öldürüleceği haberini aldığı için, Bedir Savaşında Mekke'den çıkmamak istemiş, çevresinin ayıplaması üzerine Bedir'e gelmişti. Nihayet Peygamberimizin buyurduğu gerçekleşip, Ebû Cehil Bedir savaşında katledildi.

Sa'd bin Mu'âz, Bedir Savaşına katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medîne'ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca, bir danışma meclisi kurup, Eshâb-ı kirâm ile istişâre yaptı. Onlara, fikirlerini sordular. Ba'zıları dediler ki:
- Biz kervan için yola çıkmıştık. Onların kâr etmesine, mâni olmamız elzemdi. Çünkü kazanacakları parayla, bize karşı ordu hazırlıyacak idiler!. Eğer savaştan önceden haberimiz olsaydı; daha hazırlıklı hareket ederdik.

Resûl-i Ekrem efendimiz de buyurdu ki:
- Kervân, sahil yolundan savuşup gitmiştir. Şu Ebû Cehil ordusu ise bize doğru gelmektedir.

Hizmetler nasîb eyle!
Bunun üzerine Evs kabîlesi reisi, Sa'd bin Mu'âz ayağa kalkarak şunları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Bizler, Allaha ve son Peygamberi olan Sana, îmân ettik. Allah tarafından sana tebliğ edilen İslâmın, hak dîn olduğuna kalbden inandık, doğruladık. Senin emirlerini dinlemek ve itâ'at etmek üzere, söz verdik. Temînat verdik. Seni hak Peygamber olarak gönderen Yüce Allaha yemîn ederim ki, bize şu denizi gösterip içine dalsan; Seninle birlikte denize dalarız. Hiç birimiz, geri kalmayız. İslâm düşmanlarıyla çarpışmayı da, seve seve kabûl ederiz. Savaştan, geri dönmeyiz. Düşman karşısında sabır ve sebâtla savaşırız.

İşte, cenâb-ı Hakka yalvarıyorum: Ey Yüce Allahım! Bize öyle hizmetler nasîb eyle ki; gayretlerimizi görünce, Resûlünün göz bebekleri dahî gülsün! Yâ Resûlallah! Artık bizleri, cenâb-ı Hakkın lütfû ile, istediğin yere götür.

Sa'd bin Mu'âz'ın bu sözleri üzerine Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
- Öyle ise, Allahın lütûf ve bereketine doğru yürüyünüz! Cenâb-ı Hak kat'î olarak, ya kervanı, ya Kureyş ordusunu va'ad buyurmuştu. Vallahi ben, Kureyşlilerin ölüp düşecekleri yerleri şimdiden görüyorum.

Bedir savaşından sonra Uhud savaşına da katılan Sa'd bin Mu'âz, gösterdiği cesâret ve kahramanlıkla Eshâb-ı kirâm arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr şehit oldu.

Uhud savaşında Peygamber efendimiz yaralanmıştı. Sa'd bin Mu'âz, Sa'd bin Ubâde ile birlikte Peygamberimizin yaralarını sarıp, tedâvi etti.

Sa'd bin Mu'âz müşriklerle yapılan Hendek savaşına da katıldı. Bu savaşın yapıldığı sırada, sağlam kalelerden olan Hâriseoğulları kalesinde Sa'd bin Mu'âz'ın annesiyle birlikte bulunan Hazret-i Âişe şöyle anlatmıştır:

Kılıcını kuşanmış...
"O gün şiddetli bir ses duydum. Baktım ki, Sa'd bin Mu'âz, yanında yeğeni ile savaşa gidiyordu. Kılıcını kuşanmış gür sesle şiirler okuyordu. Bunu işiten annesi dedi ki:
- Oğlum, koş, arkadaşlarına yetiş, geri kalma!"

Hendek harbinde; Sa'd bin Mu'âz büyük bir kahramanlık göstererek savaşıyordu. Savaş sırasında İbni Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı. Ok atardamara isâbet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hazret-i Sa'd, yaralı bir hâlde, etrafındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddî olduğunu anladı ve şöyle duâ etti:

- Yâ Rabbî, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsân eyle. Çünkü senin Resûlüne eziyet eden, O'nu yalanlayan bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa, beni şehitlik mertebesine yükselt. Fakat, Benî Kureyza'nın âkıbetini görmeden rûhumu kabzetme.

Peygamber efendimiz bir çadır kurarak, Sa'd bin Mu'âz'ı oraya yatırttı. Eslemoğulları kabîlesinden Rafide'yi de O'nun tedâvisine memur etti. Hazret-i Sa'd, orada yattığı sırada Peygamberimiz sık sık yanına gelip, hâlini sorardı.

Peygamberimiz Hendek savaşı sona erince, derhal Benî Kureyza Yahûdîlerinin üzerine hareket emri verdi. Benî Kureyza Yahûdîleri Peygamberimizle anlaşma yaptıkları hâlde Hendek savaşının en kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, Müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı.

Sa'd bin Mu'âz böyle yapmamaları için onları ikâz etmişti. Fakat dinlememişlerdi. Bu sebeple Hendek savaşından hemen sonra Benî Kureyza Yahûdîleri kuşatma altına alındı.

Bu kuşatma bir ay sürdü. Sonunda teslim oldular. Haklarında verilecek hüküm için Sa'd bin Mu'âz'ı hakem olarak istediler.

Onların bu isteği üzerine Peygamberimiz Sa'd bin Mu'âz'ı yattığı çadırından getirtti. O, Yahîdîlere dedi ki:
- Ne hüküm verirsem râzı mısınız?
- Evet râzıyız.

Bunun üzerine Sa'd bin Mu'âz, Benî Kureyza erkeklerinin boynunun vurulmasına hükmetti.

Allah ve Resûlünün hükmü
Sa'd'ın verdiği bu hüküm, Yahûdîlerin elinde bulunan kitaplarına tıpa tıp uyuyordu. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu. Kadınlar ve çocuklar esir alınıp, mallarına el konuldu. Benî Kureyza'dan ba'zı erkekler ise Müslüman olup, kurtuldular. Sa'd bin Mu'âz bu hükmü verince Peygamberimiz buyurdu ki:
- Onlar hakkında, Allahın ve Resûlünün hükmüyle hükmettin.

Sa'd bin Mu'âz hazretleri Hendek savaşında ağır bir yara almıştı. Yarası ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz, yanına gelip onu kucakladı ve:
- Allahım, Sa'd, senin rızân için senin yolunda cihâd etti. Resûlünü de tasdîk etti. Ona kolaylık ihsân eyle, buyurarak duâ etti.

Sa'd bin Mu'âz, Peygamber aleyhisselâmın bu sözlerini duyunca gözlerini açıp şöyle fısıldadı:
- Yâ Resûlallah! Sana selâm ve hürmetler ederim. Senin, Allahü teâlânın peygamberi olduğuna şehâdet ederim.

Melekler arasındaki müjde
Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler arasında müjdelenen kimdir?

Bunun üzerine Peygamber efendimiz hemen Sa'd bin Mu'âz'ın hâlini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamber aleyhisselâm yanında Eshâb-ı kirâm'dan ba'zıları olduğu hâlde Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gitti.

Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yorulduk yâ Resûlallah.

Bunun üzerine, Peygamber efendimiz:
- Melekler Hanzala'nın cenâzesinde bizden önce bulundukları gibi Sa'd'ın da cenâzesinde bizden önce bulunacaklar. Biz önce yetişemeyeceğiz, buyurarak hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı.

Peygamber efendimiz, Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gelince, onu vefât etmiş olarak buldu. Baş ucuna durup, Sa'd bin Mu'âz'ın künyesini söyleyerek buyurdu ki:
- Ey Ebû Amr! Sen reislerin en iyisi idin. Allah sana saâdet, bereket ve en hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana va'dettiğini verecektir.

Eslem bin Hâris şöyle anlatmıştır:
İçerde Sa'd bin Mu'âz'ın cenâzesi yalnızdı. Başka kimse yoktu. Resûl aleyhisselâm adımlarını gâyet geniş açarak evin içinde yürüyordu. Bu durumu görünce yavaşladım. Durmamı işâret edince de durdum. Sonra da geriye döndüm. Resûl aleyhisselâm içerde bir müddet durdu. Sonra dışarı çıktı. Çıkınca dedim ki:
- Yâ Resûlallah, niçin öyle yürüdünüz?
- Böylesine kalabalık bir mecliste bulunmadım, melekler dolmuştu. Meleğin biri beni kanadı üzerine aldı da ancak öyle oturabildim.

Sonra, Sa'd bin Mu'âz'ın lâkabını söyleyerek:
- Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr! Sana âfiyet olsun ya Ebâ Amr! Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr, buyurdu.

Hafif cenâze
Onun vefâtı Resûl aleyhisselâmı ve Eshâb-ı kirâmı çok üzdü. Gözyaşı döküp ağladılar. Cenâzesinde bütün Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamber aleyhisselâm cenâze namazını kıldırdı, cenâzesini taşıdı. Eshâb-ı kirâm, Sa'd bin Mu'âz'ın cenâzesini taşırken dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Biz böyle kolay taşınan cenâze görmedik.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
- Sa'd'ın cenâzesine yetmiş bin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık hâlde inmemişlerdi.

Sa'd bin Muâz defnedilirken biri kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine götürünce o toprak misk oldu. Cenâzesi kabre indirilirken Peygamber aleyhisselâm kabri başında oturup, mübârek gözleri yaşardı.
Ey güzel yüzü yüzlerce "ay"a bedel olan sevgili! "Gece oldu, vakit geçti." deme, acele etme!
• Ey can Kabesi! Senin yüzünün nürundan her mescitte benim güneşten bir mihrabım var.
• Yanlış söyledim. Ben öyle bir nüra yönelmişim ki, bizim mescidimizde güneş kapının dışında bulunur ve kapıcılık
eder.
• Dünya nimetlerinin sarhoşluğu ile kendimize hayatı zehir ettik ve binlerce kuyuya düştük. Ancak onun aşkı bizi
çengel gibi tutar, dışarıya çeker, çıkarır.
• Senin yüzünden can meclisi öyle nurlu, öyle parlaktır ki, dostların canı gözlerdeki nür, orada yanan çerağ,
aydınlığı hep can meclisinden, senin nürundan alırlar.
• Gönül bahçesi o devlet selvisinin yüzünden güler, kanımız, o unnab dalının yüzünden coşar, kaynar!
• Ey sevgili! Sen ferahlık içinde ferahlıksın. Allah'ın makbul kulları için açtığı kapıların anahtarı sensin.

132. Gözler hırsla, göz çukurlannda cıva gibi kararsız hale gelmiş!
Fe'ilatiin, Mefa'ilün, Fe'ilat
 (c.I, 315)
• Gözler uykudan açılmıyor. Kendini zorla! Gözünü aç da içinde bulunduğun insanlara, topluluğa ibretle bak!
• Bak da gör, insanlar dünya nimetlerine nasıl dalmışlar, huzuru, mutluluğu kaybetmişler, gözler hırsla göz
çukurlarında cıva gibi kararsız bir gelmiş.
• Gece uzadı, halk bu mehtaplı gecede yıldızlar gibi ay ışığına düştü.
•Bütün düşünceler, yapraklar gibi döküldü. Bütün sebeplerin üstüne tozkondu.
•Akıl şaşırdı kaldı, bir köşeye çekildi de diyor ki: "Haydi, akıl eğer senin aklınsa beni bul bakalım, ben neredeyim?"

133. Bu dünyada başa gelen bela lokmalarını yiyip sindirmeyen ilahî aşka ulaşamaz.
Mef'fllü, Fa'ilat, Mefa'îlii, Fa'ilat
(c.I, 309)
•Aşk benim gönlümü yıktığı, harap ettiği için bu gönül harabesine güneşin rahatca, engelsiz vurması gerek.
• Padişah bana dua etmiş, kendi duasını da kendisi kabul etmiş. Bu haberi yunca utandım, ayakta duramadım,
yerlere yıkıldım.
•Beni huzura kavuşturmak için çok defalar yüzünü gösterdi. Ben "O'nun zünü gördüm." dedim ama aslında o
gördüğüm yüz değildi. Yüzünün gül bir örtüsü idi.
•O'nun yüzündeki örtünün nüru bile bütün alemi yakıp yandırıyor.
•Ya Rabbi! 0 padişah yüzündeki örtüyü kaldırsa da, yüzünü örtüsüz olarak gösterse alemin hali nice olur? 
•Aşk benim yanımdan geçti, ben de onun ardına düştüm. Koşmaya başladım. Geri döndü, beni görünce kızdı.
Kartal gibi üstüme saldırırdı. Beni bir lokma edip yutuverdi.
•0 beni yutunca, ben zamaneden de geçtim, dünyadan da kurtuldum. Artık ; bir emelim, arzum kalmadı. Sanki çok
tatlı bir denize daldım. Azabdan da kurrtuldum, elemden de.
• Bu dünyada başa gelen bela lokmalarını yiyip sindirmeyen, îlahî aşk şarabının lezzetini tatmamış kişidir.
• Bu gerçeği bildikleri, bu gerçeğe güvendikleri için, peygamberler başlarına gelen belalardan şikayet şöyle dursun,
onları şerbet gibi içtiler. Çünkü su, hiç bir zaman ateşten korkmaz.

134. Dünyada gördüğün güzellerin gül gibi olan yanaklarındaki renkler de o bahçedendir.
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'uliin
(c.I, 294)
• Artık kamil insanlar görünmez oldular. Dünyada akan mana ırmağının suyu kesildi. Ey ilkbahar! Göklerden,
ötelerden su gönder de şu değirmen dönsün, yani insanlar yeniden manevî hayatı yaşasınlar.
• Yeryüzü ile gökyüzü kova ile testiye benzerler. Fakat insanların rühlarının susuzluğunu kovadaki, testideki su
gideremez. Çünkü onların işine yarayacak su yeryüzünden de dışardadır, gökyüzünden de. 0 su ötelerdedir.
• Ey insanoğlu! Günahlarla, cinayetlerle dolu şu dünyadan kurtulmak için acele, yeryüzıinden de, gökyüzünden de
dışarı çık; çık da ötelerde mekansızlık alemindeki suyu gör!
• Senin can balığın kirlenmiş olan şu havuzdan kurtulur da, ucu bucağı bulunmayan berrak, tatlı mekansızlık
denizine kendini atar, kana kana su içer. Susuzluktan kurtulur.
• Sen o mekansızlık aleminde öyle bir denize dalarsın ki oradaki balıklar Hızır kesilmişlerdir. Orada balık da
ölümsüzdür, su da!..
• Gözlere nür oralardan gelir; mana damlarının oluklarından akan su da o denizdendir.
•Dünyada gördüğün güzellerin gül gibi olan yanaklarındaki renkler de, kokular da o bahçedendir. Bütün gül
bahçeleri de o dolaptan akan su ile sulanır.

135. Madem ki aşkın yok, git bol bol uyu!
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün
(c.I, 314)
•Madem ki aşkın yok, aşık değilsin, sana uyumak yaraşır; git bol bol uyu. O'nun aşkı ve gamı bizim nasibimizdir.
•Biz sevgilimizin gam güneşinin tesiri ile zerre zerre olduk. Çünkü biz onn gelen gamı da seviyoruz. Madem ki senin
gönlünde böyle bir duyguyle bir heves uyanmamıştır, git bol bol uyu!
•Onu bulmak, ona kavuşmak ümidi ile köpürerek, ağlayarak başını taştan taşa çalan, dağlardan denize doğru
koşan sular gibi biz de koşup duruyoruz,ou arıyoruz. Sende ise "Sevgili nerede? Onu nasıl bulurum?" arayışı, üzüntüsü
yok. Sen git bol bol uyu!
•Aşk yolu yetmiş iki milletin inancının dışındadır. Madem ki senin aşkın,inancın taklitten, gösterişten ibarettir, sen
git uyu!.
•Bizler aşkın eline düştük, kendimizden kurtulduk. Bakalım aşk bize ne yapacak? Sen ise kendindesin, kendi
elindesin, kendine tapıyorsun. Senin için uyumak gerekir, git bol bol uyu!

136. Uyku geldi, bütün insanları kaptı uyuttu. Ama ben uyumadım. Seni düşündüm.
Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Pe'ilatün, Fe'ilün
 (c.1, 300)
• Bütün gece güzel yüzünü seyrederek, tatlı sözlerini dinleyerek lütuflara nail oldum.
• Her ne kadar gönlüm pervane gibi senin güzelliğinin mumunda yandı, yakıldı ise de, ben bütün gece güzel
yüzünün mumu etrafında pervane gibi uçup durdum.
• Gece kıskançlığından ötürü aya benzeyen yüzünü bana göstermemek için karanlığı ile bir çadır kurdu. Fakat ben
ayın bulutları yırttığı gibi gecenin karanlık çadırını yırttım, güzel yüzünü seyre daldım.
• Gönlüm arı kovanı gibi uğultularla dolu idi. Ben de, ey bal madeni, bütün gece senden bal aldım.
• Gece tuzağı olan uyku geldi, bütün insanları kaptı, uyuttu. Ama ben uyumadım. Kuşun küçük yüreği gibi bütün
gece uykunun tuzağında çırpındım, durdum.
• Bütün canlar güvercinler gibi onun hükmündedir. Işte ben de bütün gece hükmünün tuzağında onu aradım, onu
istedim.

137. Ey güzellerin padişahı! Sakın bu gece uyuma! 
Mef'ulil, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îliin
 (c.I, 293)
• Ey can! Ben bu gece senin misafirinim. Yalvarırım sana sakın uyuma! Ey canımın ve gönlümün misafiri olan güzel!
Sen de sakın bu gece uyuma!
• Senın ayın ondördü gibi nürlu, parlak güzel yüzün gelince, bu gece bize kadir gecesi oldu. Ey bütün dünya
güzellerinin padişahı! Sakın bu gece uyuma!
•Ey yüzlerce bahçenin servisi! Mest olanların gönüllerinin huzuru, rahatı gönlümüde, canımı da aldın götürdün.
Sakın bu gece uyuma!
•Ey gülen hoş bağ! Sensiz benim için iki dünya da zindan gibidir. Her şey senindir. Sen çok üstün bir güzelsin.
Sakın bu gece uyuma!

138. Rebab aşk kaynağıdır.
Mefa'îliin, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Pa'îlün
 (c.I, 313)
•Rebab aşk kaynağıdır. Arkadaşların dostudur, en yakınıdır. Araplar da faydalı olduğu için buluta rebab adını
vermişlerdir.
•Bulut nasıl gülü, gül bahçesini sularsa, rebab da gönüller gıdasıdır, ruhlar sakisidir..
•Ateşe üflendiği zaman alevleri artar, yükselir. Yere üflenirse tozlardan başka bir şey kalkmaz.
•Rebab doğan kuşu için bir çağrıdır. "Padişahın yanına gel! Koluna kon!"diye doğanı çağırır durur. Fakat davul
çalmakla karga kalkıp padişahın yanına gelmez. Yani rebab sesi aşıklar için Hakk'a bir çağrıdır.
•Eşek nerede? Hz. îsa'nın îlahî aşkından bahsetmek nerede? Darda kalanlara kapılar açan Allah, ona bu kapıyı
açmamıştır.
•Aşk, kavuşma, buluşma saadeti olup Hakk'la aramızdaki perdeleri kaldırarak gönül evinin içine girmek için bir can
elbisesi gibidir. "Ademoğullarını üstün kıldık." gerdanlığıdır.
"İsra suresi, 17/70. ayete işaret edilmektedir: "Ademoğullannı bütün varlıklara üstün kıldık."
•Şehvet peşinde koşanlara, bedenlere gönül verenlere aşktan pek söz açma! Çünkü onlar, korku ve ümit arasında
yaşamakta, sevap ve günah hesabıyla uğraşmaktadırlar.

139. Rebab inleyerek, gözyaşları dökerek neler söylüyor?
Fa'ilatün, Fa'ilatün. Fa'ilün
(c.I, 304)
• Hiç biliyor musun: Rebab ne söylüyor, gözyaşları dökerek, içi yanarak neler anlatıyor?
• Diyor ki: "Ben etinden ayrılmış, uzaklara düşmüş bir deriyim. Ayrılık acısı beni azab içinde bıraktı. Nasıl
ağlamıyayım, nasıl feryat etmeyeyim?"
• Rebabda bulunan deri bunları söylerken, önde bulunan tahta da dile gelmiş diyor ki: "Ben yem yeşil bir dal idim.
Beni acımadan balta ile kestiler, bıçkı ile biçtiler. Rebab yaptılar."
• Ey Hakk aşıkları! Ey mana padişahları! Bizler ayrılık garipleriyiz. Biz sonunda dönüp dolaşıp huzuruna varacağımız
Allah'a yalvarmada, yakarmada, feryat etmekteyiz. Ne olur bu feryadımızı duyun anlayın!
• Önce Hakk'tan aynldık da bu dünyaya geldik. Fakat biz halden hale, şekilden şekile girerek, döne dolaşa yine ona
gidiyoruz.
• Ey misafir! Hiç bir menzile, hiç bir durağa gönül verme ki ondan ayrıldığın zaman, onu kaybettiğin vakit için
yanmasın! Gönlün yaralanrnasın!
• Çünkü babanın tohumundan gençlik çağına gelinceye kadar çok menziller aştın, çok şekillere girdin!
• Rebabın bu feryadı ister Türk olsun, ister Rum olsun, ister Arap olsun, aşık ise onun dilincedir, onun dilidir.
• Bu ses altı yönden de dışarı çıkmış, göklere yükselmiştir. Yönden kaç; ay ışığından çık kurtul!

140. Yanını yere koyup uyuma! Sevgili yanındadır.
Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'ulün
(c.I, 307)
•Bütün dostların işi bu gece altın gibi halis ve parlaktır. Hak aşıklarını çekemeyen hasetçilerin canları ise bu gece
kördür, sağırdır. Onlar hakîkati göremezler, hakîkati bildiren sözleri işitemezler.
•Allah'ın güzellik deryası dalgalanınca, bu gece sevgilinin ayak bastığı topraktan anber kokuları yayılmaktadır. 
•Biz daima ezelî sevgili ile hoşuz, o bizden razı, biz de ondan razıyız. Fakat Allahın lütfu ile bu gece o da başka
türlüdür, biz de başka türlüyüz.
•Ey gönül! Bu gece uyuma! Varacağın menzile doğru yürü. Çünkü gizli şili hep bizi gözetlemektedir.
•Yanını yere koyup uyuma ki, sevgili senin yanı başındadır. Sevgi sırrını da sakla ki, bu gece yüzünden o sır çok
hoştur, çok latiftir.
•Elinden tutacak olan geldi. Bu gece elinden tuttu. Bu sebeple bu gece devlet saadet dalı yemyeşil olarak
oynamaya başladı.
•Allah'a yemin ederim ki, bu gece uyku, bana haramdır. Çünkü su kuşu olan can, kevsere kavuştu, kevseri buldu. 


    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder