26 Mart 2016 Cumartesi





Sual: Selefiyim diyen bir arkadaş, (Ledün ilmi, bâtın ilmi, keramet, evliya diye bir şey yok) diyor. Bu Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı değil mi?
CEVAPBunu çok yazdık. Bu yazıda ledün ilminin önemini bildirelim.
Ledün ilmi, Allahü teâlânın ihsanı ile kalbe ilham edilen, İlahi sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte, akla ve nakle zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olanlar, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir.

Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmayıp tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan dinimizin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimse bid’at ehli ve sapıktır. (Hadika)

Kehf suresinde geçen bir olay bâtıni ilimden, ilm-i ledünden bahsetmektedir. Ubey ibni Ka’b hazretleri bildiriyor ki:
Resulullah efendimiz şöyle anlattı:
Musa aleyhisselam, kavmine, (İnsanların en âlimi benim) dedi. Allahü teâlâ, onu ikaz edip (Denizlerin birleştiği yerdeki kulum senden âlimdir) buyurdu. Musa onu nasıl bulacağını sordu. (Bir sepet içine balık koy, balık nerede kaybolursa oradadır) buyurdu. Musa, sepete bir balık koyarak Yuşa ile birlikte yola çıktılar. Bir kayanın dibinde uyudular. O sırada sepetteki ölü balık canlanıp denize yüzerek gitti. Denizde izi belli oluyordu. Yuşa buna hayret etti. Bir müddet daha yol aldıktan sonra Musa, gence, (Yorulduk, gıdamızı getir) dedi. Halbuki Musa emredilen yere kadar yorulmamıştı. Genç: (Biz uyurken balığın denize gittiğini söylemeyi unuttum) dedi. Geri dönüp oraya geldiklerinde, orada elbisesini üstüne örtmüş birini gördüler.

Bu Hızır idi. Musa ona selam verdi. Hızır, (Sen kimsin?) dedi. (Ben Musa’yım) dedi. Hızır, (Beni İsrail’in peygamberi Musa mı?) diye sordu. (Evet. Bildiğin ilimlerden bana öğretmen için seninle gelebilir miyim?) dedi. Hızır, (Benimle arkadaşlığa sabredemezsin. Çünkü Allahü teâlânın bana bildirdiği ilmi sen bilmezsin, sana bildirdiği ilmi de ben bilmem) dedi. Musa,(İnşallah beni sabredenlerden bulursun) dedi. Hızır da, (O halde, yaptığım işlerin hikmetini sorma) dedi.

Deniz kenarına gittiler, az sonra gemi geldi. Hızır’ı tanıdıkları için gemiye bunları ücretsiz aldılar. O sırada bir serçe gemiye kondu ve denizden bir iki damla su aldı. Hızır, (Ya Musa, benim ilmimle senin ilmin, şu serçenin denizden aldığı su kadar değildir) dedi. Sonra geminin bir tahtasını söküp attı. [Açılan delikten gemi su almaya başladı.] Musa, dayanamayıp, (Adamlar bizi ücretsiz gemiye bindirdiler. Sen gemiyi mi batıracaksın?) dedi. (Ya Musa, sen benimle yoldaşlığa dayanamazsın demedim mi?) dedi. Musa,(Mazur gör, unuttum) dedi.

Gemiden indikten sonra, oynayan çocuklara rastladılar. Hızır, çocuğun birini tutup öldürdü. Musa yine dayanamayıp, (Ortada bir şey yokken, suçsuz yere bir cana nasıl kıyarsın? Ne kötü şey bu) dedi. Hızır, (Ya Musa, sen benimle arkadaşlık yapamazsın demedim mi sana?) dedi. Musa, (Bunu da mazur gör. Bir daha işine karışırsam, arkadaşlığı bırakırsın. Çünkü artık yüzüm kalmaz) dedi.

Nihayet bir köye geldiler. Köylüler onları misafir etmedi, yemek istediler, köylüler vermedi. Orada yıkık bir duvar var idi. Hızır eli ile [kerametle] duvarı kaldırıp doğrulttu. Musa, bu işe de hayret edip(İsteseydin ücretle yapardın) dedi. Hızır, (Ya Musa, artık ayrılma zamanımız geldi) dedi.

Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla karşılaşacaktı. (Buhari)
Daha sonra Hızır aleyhisselam, yaptığı işlerin hikmetini şöyle anlattı:
Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri zorla alıyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca, içine su alıp yolcular canını zorla kurtardığını öğrenince, almaktan vazgeçti. Biz de böylece iyiliğe iyilik etmiş olduk.

Günahsız çocuğa gelince, bunun ana babası salihti. Çocuk büyüyünce onları küfre zorlayacak, zulüm ve işkence edecekti. Kendisi de kâfir olarak ölecekti. Onu bundan kurtardık. Bunun yerine hayırlı bir evlat vermesi için Allahü teâlâya dua ettim. [Yeni doğan hayırlı evlattan, yetmiş peygamber meydana geldi.]

Doğrulttuğum duvar, öksüz çocuklara aitti. Babaları duvarın altına bir hazine saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, başkalarının eline geçecekti. Onun için biz öksüzlere iyilik etmiş olduk.

Bahsedilen hazine, üzeri yazılı bir altın levha idi. Levhada da şöyle yazılı idi:
Ölümü bildiği halde gülüp neşelenen, kadere iman ettiği halde üzülen, rızka Allahü teâlânın kefil olduğunu bildiği halde lüzumsuz zahmetlere giren, kıyamette sorgu suale inandığı halde gaflete dalan, fani olduğunu bildiği halde, dünyaya bel bağlayan kimseye hayret etmemek imkansızdır.”

Musa aleyhisselam gibi büyük bir peygamber bile, Allah’ın emri ile, nebi veya veli olduğu söylenen bir zattan bâtın ilmini öğrenmek için gidiyor. Gayba ait böyle ilimleri Allahü teâlâ herkese bildirmiyor, dilediklerine bildiriyor. Hazret-i Hızır’ın bu ilmi bildiği anlaşılmaktadır. Bu ilmi bilenler evliya veya peygamberdir.

Kıyamet yaklaştıkça, insanlar dinden uzaklaşmaya başlamaktadır. Eskiden kerameti görülen evliya çoktu. Fakat dinden uzaklaştıkça evliya azaldı, kerametler görülmez oldu. Ledün ilmi unutuldu. Sapıklar çoğaldı, keramet inkâr edilmeye başlandı.

Kur’an-ı kerimden keramet için üç örnek daha:
1- Hazret-i Süleyman, “Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir?” dedi. Cinlerden bir ifrit: “Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter” dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)

[Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]

2-
 Hazret-i Meryem peygamber değildi. Kocasız çocuk doğurdu ve mabette yaşar, yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu. Bir âyet meali:
(Hurma dalını kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün.)[Meryem 24]

Hazret-i Zekeriya, Hazret-i Meryem’in yanında taze meyveleri görünce hayret ederdi. Bir âyet meali:
(Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık görür, "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" der; o da: Bunlar, Allah tarafından” diye cevap verirdi.) [Al-i imran 37]

3-
 Eshab-ı kehf, yiyip içmeden, bir zarara uğramadan 309 yıl uykuda kaldılar. Bir âyet meali:
(İşte bu, Allah’ın kudretini gösteren delillerden biridir. Uykuda iken sen onları uyanık sanırdın.) [Kehf 17, 18]

Kabuk ve öz
Sual:
 Kur’anın bir zahir, bir de batın manası vardır demek ve dinin emir ve yasaklarına kabuk, tasavvuf ise özdür demek doğru olur mu?
CEVAPBâtıni denen kimseler, (Kur’anın zahir ve batın manası vardır. Batın [iç, öz] manası gerekir, cevizin kabuğu değil, içi, özü işe yarar. Emir ve yasaklara uymak gerekmez) derler. Böyle söylemek dine aykırıdır.

Tasavvuf ehli, İslamiyet’i cevize benzetirler. (Kabuk olmadan öz olmaz, yani dinimizin emir ve yasaklarına uymadan hakikate, marifete kavuşulamaz. Meyveden, cevizden maksat da içidir) derler. Bunların benzetmesi dine uygundur.

Hakikat marifet andan içeru
Sual:
 Yunus Emre'nin, (Şeriat, tarikat yoldur varana, hakikat, marifet andan içeru) sözünü ileri süren felsefeci tarikatçılar, (Biz batın bilgilerini biliyoruz. Birçok haramlar bize helaldir. Siz kitaptan öğreniyorsunuz. Biz ise, Peygambere sorup anlıyoruz. Hatta, Allah'tan sorup öğreniyoruz. Şeyhimizin himmeti bizi marifetullaha kavuşturuyor. Kitaptan, üstaddan bir şey öğrenmeye ihtiyacımız yoktur. Din bilgilerine kavuşmak için fıkıh bilmeye ihtiyaç yoktur. Bizim yolumuz sevgi yoludur. Eğer bu yol bozuk olsaydı, nurlar, Peygamberler, ruhlar, bize görünmezlerdi. Biz yanılırsak, haram işlersek, rüyada bize bildirilir, doğruları öğretilir. Fukahanın kötü gördükleri şeyler, bize rüyada kötülenmedi, iyi bildiğimiz için yapıyoruz. Bunun için dinin emir ve yasakları önemli değil, önemli olan marifete kavuşmaktır) diyorlar. Dinin emir ve yasaklarına uymak önemli değil mi?
CEVAP
Cahiller, tasavvuf ehli zatların sözlerini anlamadıkları için, böyle yanlış yorumluyorlar. Yunus Emre, bu sözü ile, (Dinin emri bir yoldur, bu yolda yürüyen, hedefine varır, rıza-i ilahiye kavuşur, Cennete gider. Bir de, hakikat var, marifet var, bunlar daha kıymetlidir, daha kıymetliye kavuşmak için, önce emir ve yasaklara uymak gerekir) demek istiyor. Marifet veya marifetullah nedir, bunu bilirsek mesele kalmaz. Marifet sahibi olmak, marifetullaha kavuşmak evliya olmak demektir. Tasavvufun gayesi, insanı marifetullaha kavuşturmaktır.

Marifetullah, Allahü teâlânın zatını ve sıfatlarını tanımak demektir. Zatını tanımak, anlaşılamayacağını anlamaktır. Sıfatlarını tanımak, mahlukların sıfatlarına benzemediklerini anlamaktır. Marifetullahın meydana gelmesi mâsivanın tamamına muhabbetten kalbin kesilmesine, kurtulmasına bağlıdır. Bir kalbde, iki zıt şeyin sevgisi bir arada olmaz. (3/36)

Devamlı üstünlük, Allahü teâlânın marifetinden dolayıdır. Hazret-i Ebu Bekir, marifetullah ciheti ile hepsinden üstündür. Eğer başka bir sahabi, marifetullahta Ebu Bekr-i Sıddık'tan daha üstün olsa idi, üstünlük onun hakkı olurdu. Bir hadis-i şerif meali:
(Ebu Bekrin, sizden üstün olması, namaz ve orucunun çokluğu ile değildir. Onun kalbinde dolu olan şey iledir.) [Şevahid-ün-nübüvve]

Tasavvufsuz ilim
Sual: Çok ilim sahibi bir kimse, tasavvufu bilmezse, Resulullah'a vâris olabilir mi?
CEVAPİmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki: Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır.(Merec-ül-Bahreyn)
İlmin bir zahiri, bir de bâtını vardır. Zahiri, bildiğimiz ilimlerdir. Bunu herkes öğrenebilir. Ama bâtın ilmini, mürşid denilen zatlar bilir. Hem zahir, hem bâtın ilmini bilenlere mürşid-i kâmil denir. Resulullah'ın vârisi bunlardır.
Ey kervanbaşı; develere bak! Katar baştan başa sarhoş! Bey de sarhoş, hoca sarhoş, dost da sarhoş, yabancı da
sarhoş!
•Ey bahçıvan! Gökgürültüsü şarkıcı oldu, bulut sakîliğe girişti. Bahçe de sarhoş, ova da sarhoş, gonca da sarhoş,
diken de sarhoş! •
Ey gökyüzü; ne zamana kadar dönüp duracaksın? Unsurların dönüşünü seyret! Su da sarhoş, rüzgar da sarhoş,
toprak da sarhoş, ateş de sarhoş!
•Görünüşte hal böyle! Ya iç yüzdeki hal?! Onu hiç sorma! Rüh da sarhoş,akıl da sarhoş, vehim de sarhoş, sırlar da
sarhoş!
•Yürü, zorbalığı bırak! Toprak ol da toprağı gör! Her şeyi halk eden Allah'ın lutfu ile varlıkların hepsi de zerre zerre,
her zerresi de sarhoş!
•Kış mevsiminde bağda bahçede sarhoş kalmadı!" dememek için bir müddet sarhoş bir halde hileci gözden
gizlenmişti. Bahar yaklaşınca;
• 0 ağaçların kökleri gizlice şarap içmeğe koyuldular. Bir iki gün sabret bir uyansınlar, sarhoş bir halde kalksınlar da
onları seyret!
• Sana birisi çarparsa, birisi ile kavgaya başlarsan sakın sarhoşların hallerinden, gidişinden, çarpışından incinme!
Böyle bir çalgıcı bulundukça, sarhoş nasıl olur da düzgün yürüyebilir?
192. Aşk defterde, kitap sayfalarında yazılı değildir. Aşk, kendinde kendini bulmaktır.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, FS'ilat
 (c.I, 395)
• Aşk üstünlükte, bilgide, defterde, kitap sayfalannda değildir! Halk dedikoduya düşmüştür. 0 yol da aşıkların yolu
değildir!
• Aşk öyle bir nür ağacıdır ki, dalları ezelde, gökleri de ebeddedir. Bu ağaç ne arşa dayanır, ne de yeryüzüne! Bu
ağacın gövdesi de yoktur!
• Biz aklı işten güçten attık. Hevesi de bir iyice dövdük. Çünkü bu ululuk şu akla, şu huylara layık değildir!
• Sende fanî güzellere karşı bir iştiyak, bir özlem var ya... Bil ki bu iştiyak senin için bir puttur. Sen kendinde
kendini bulur da kendin sevgili olursan, sende özlem kalmaz.

193. îsteyen hep O'dur, biz gölgeler gibiyiz.
Mef'Olü, Fa'ilat, Mefa'îlü,
(c.I, 442)
•Aşıklara dostu araştırmak farzdır. Aşıkların coşkun akan bir sel gibi yüzleri, başlarını yerlere sürerek, taşlara
vurarak dostun deresine vanncaya kadar koşması gerektir.
•Zaten dileyen, isteyen hep O'dur. Bizler gölgeler gibiyiz. Bizlerin konuşup güşmemiz, dedikodularımız hep dosta
aittir. Fakat hakîkatte kendi kendinden bahseden, konuşan hep O'dur.
•Bazen akar su gibi, dostun deresine doğru çağlar, gideriz. Bazen de durgun gibi dostun testisinde haps olur kalırız.
•Bazen ateşin üstündeki güveç toprak tencere gibi kaynar dururuz, coşarız. ise birşeyler düşünerek fazla
taşmayalım diye kepçe ile başımıza vurur. dostun huyu böyledir.
•Ne şaşılacak şeydir ki; nazla, işve ile seni eritir, zayıflatır, kıla döndürür de, yine sen, dostun bir kılına iki dünyayı
bile vermezsin. 
•Dostla oturmuşuz. Onunla bir aradayız da dosta; "Ey dost! Dost nerede?" diyee soruyoruz. Dostun
mahallesindeyiz de gafletimizden; "Dost nerede? dost nerede?" deyip duruyoruz.
•Kötü, hoş olmayan kuruntular, uygunsuz düşünceler bizim gevşek tabiatımızdan meydana gelmededir. Bu, dostun
huyu değildir.

194. Rüh ve beden.
Mefülü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 454)
• Ruh geldi bedene girdi. Beden ruh tarafına gitmedi. Gerçekten de, okun uçup gittiği yere yay gitmez.
• Rüh bedenden uçup gitmek için çevikleşti. Sıçradı gitti. Şu hantal bedense toprağa, yere uzandı. Gökyüziine
yükselmedi.
• Rüh balçıktan yapılmış evde, bedenin ev sahipliğini yaptı. Fakat bedeni, evi sevdi. Eve öyle bir bağlandı kaldı ki,
ev sahibi ile beraber çıkıp gidemedi.
• Beden yeryüzünde öyle yapayalnız kaldı ki, bu hiç umulmazdı. Halbuki ruh şüphenin bile gidemediği bir yere gitti,
ulaştı.
• Dünya dünya olalı her şeyin sonunun ayrılık olduğunu gör! Şu dünyada dünyaya gelip de gitmeyen kişiyi kim
gördü?
• Bir gün ölüm gelir çatar, boğazını sıkar da şaşırır kalırsın. "Sanki habercı gelmedi. Sanki ölümün geleceğini sana
söylemedi" dersin.

195. Her an sağdan soldan ilahî aşkın sesi geliyor.
Müfte'ilün, FS'iIat, Müfte'ilün, Fa'ilat
 (c.I, 463)
• Her an sağdan soldan ilahî aşkın sesi geliyor. Biz göklere yükseliyoruz. bizi kim seyretmek ister?
• Vaktiyle biz göklerde idik, meleklerle dostluk. Biz tezce yine oraya diyoruz. Zaten orası bizim şehrimizdir.
• Aslında biz, gökten de yüceyiz, melekten de üstünüz. Bizim konak yerimiz, kibriya (ululuk yeri) iken, ne diye biz
göklerden de meleklerden de ileri geçrniyelim?
• Tertemiz ilahî inci nerede? Toprak alemi nerede? Ne maksatla o yüce menzilden aşağı indiniz? Denginizi bağlayın,
yükünüzü yükleyin! Burası nasıl bir yerdir?
• Genç talih, bizim yarimiz. Sevgiliye can vermek de işimiz, gücümüz. Bizim kafilemizin başı, yol göstereni Hz.
Muhammed Mustafa'dır.
• O'nun mübarek ay yüzünü görmeye, ay dayanamadı da ikiye bölündü. Ay ondan nür dilenen, onun niyazkar, adî
bir kölesi iken, o talihe kavuştu.
• Sabah rüzgarının bu güzel kokusu onun mübarek saçlarının büklümünden geliyor. Bu hayalin parıltısı, kuşluk
güneşine benzeyen cemalindendir.
• Sen bizim gönlümüze bak da, her an ayın ikiye bölünmesini seyret! gözünü onun bakışından ayırıyor da, ne diye
öte yana bakıyorsun?
• Halk su kuşları gibi can denizinden doğmuşlardır. 0 denizden doğup gelen kuş, burada nasıl yerleşir? Nasıl konak
tutar?
• Aslında biz hepimiz can denizinin içindeyiz ve Hakk'ın huzurundayız. öyle olmasa, gönül denizinden birbiri ardınca
dalgalar gelir miydi? Biz, bu manevî zevkleri duyabilir miydik?
• Elest dalgası, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" nidası geldi. Şu beden misi rüh için hazırlandı. Derken zamanı
gelip de gemi kırılıp parçalanınca, artık buluşma, sevgiliye kavuşma çağı gelir.
• Buluşma, kavuşma çağı nedir? Haşr olma, ölümsüzlüğe erme çağıdır. Hakk'ın lütuf ve ihsan çağı, safa içinde safa
çağıdır.
• Bu gördüğünüz insan, bu resim, bu şekil kimdir? Bu padişah, bu bey kimdir? Bu ihtiyar akıl nedir? Bütün bunlar
birinin, gizli sevgilinin yüz örtüleridir.
• Örtüleri açmanın, sevgiliyi bulmanın çaresi bu çeşit coşuşlar, köpürüşler, heyecanlardır. Bu tatlı duyguların, bu
mana suyunun çeşmesi sizin başınızın ve gönül gözünüzün içindedir.
• Size göre, başınızda hiç böyle bir şey yok! Fakat aslında sizin iki başınız vardır. Birisi yerden gelen görünen şu
toprak başı, birisi de gökten gelen ve görünmeyen tertemiz manevî baş!
• Senin şu görünen başın, öbür gizli başından meydana gelmiş. Bunu bilesin, anlayasın diye nice tertemiz başlar,
toprağın ayağına dökülüp saçılmış, toprağa karışmıştır.
• Asıl olan baş, gizli, görünmüyor da ona uyan baş ortada... Bil ki, şu dünyanın ötesinde, sonsuz, sonu gelmeyen
bir alem vardır. 

196. 0 söze gelmeyeni, kelimelerle açıklamaya
 imkan olmayanı anlatmaya çalışmayayım.
Fe'ilStün, MefS'ilün, Fe'ilat
 (c.I, 501)
• Sevgilim, içeriye gel! Sensiz zevkin tadı yok! Acaba dünyada seni görüp de, güzelliğine hayran olmayan, sana kul
köle olmayan bir kimse var mıdır?
• Ey hem canımıza, hem de bedenimize can veren aziz varlık! Sen can gibi pek gizlisin ama aslında gizli de
değilsin.
• Sen nereye el koysan orası candır. Fakat cana el koymak kolay değildir.
• İbadetlerle, iyiliklerle, bedende tertemiz, lekesiz, saf bir hale gelen can, sevgiliye ayna tutan olmuş, hatta kendisi
sevgiliye ayna olmuştur.
• Ben pek fazla mest oldum. Korkuyorıım, sözlerime dolaşacak meydan Kalrnayacak.
 • En iyisi sen elini ağzıma koy da, o söze gelmeyeni. kelimelerle açıklamaya imkan olmayanı anlatmaya
çalışmıyayım.

197. Uyku bu gece aşkın pençesine düştü de hayli acılar çekti.
Fe'ilatiin, Mefa'ilün, Fe'ilat
 (c.1, 500)
• Bu gece uyku gönlümü yaralı, perişan, harap görünce gözden de baştan da kaçtı, gitti.
• Zavallı uyku, bu gece aşkın pençesine düştü de hayli acılar çekti, ızdıraplar duydu. Sonunda dayanamadı, kaçtı
gitti.
• Aşk timsah gibi ağzını açınca uyku balık gibi suya daldı, kaçtı gitti.
• Uyku düşmanını böyle insafsız, merhametsiz görünce acele acele kaçtı gitti.
• Bizim ay yüzlü sevgilimiz de karanlık gecede gönlümüze doğunca, uyku, güneşin önünden kaçan gölge gibi kaçtı
gitti.
• Aşk uykuya bir soru sordu. Fakat uyku bu ince soruya cevap veremedi.aciz kaldı da kaçtı gitti.
• Uyku kendisine soru soran aşkı hapsetmek istedi. Altı yönden de kapıları kapattı. Fakat Allah aşka acıdı da, kapı
açtı, onu kurtardı.

198. 0, bir köşeye çekilmiş gizlenmiş, dünya ise onun mesti olmuş.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
 (c.1, 503)

 • Kalk, bugün dünya bizim. Can da bizim, cihan da bizim. Sakî de bugün bizim misafirimizdir.
• Hz. Yusuf, gönül Mısır'ımıza padişah oldu. Bu şeref bize yetmez mi?
• Kalk, cana da, cihana da lutfu ile keremi ile emirler veren büyük padişah bugün bizim emrimizdedir.
• Ay da, zühre yıldızı da bizim neşemizi gördüler de def çalmaya başladılar. Can bülbülü ise, gül bahçemizin
güzelliğine hayran olmuş, mest olmuş, kendini kaybetmiş.
• Can ve gönül memleketinin padişahı geldi. Bizim perişan canımızda, perişan gönlümüzde yer aldı.
• Gelip bu can evinin bir köşesinde gizlenen kim? Şeker kamışlığımızı ona bağışladığımızı söyle!
• 0 bir köşeye çekilmiş, gizlenmiş. Dünya ise onun mesti olmuş, 0 bizim Hızır 'ımızdır, 0 bizim ab-ı hayatımızdır.
• 0 yemekteki tuz, bedendeki can gibi herşeyden, herkesten açıkça görülmede, hissedilmede; böyle olduğu halde
yine de gizli kalmada.
• Görünen o değil, zaten her şeyi 0 yarattığı için, onu kendimizde hissettiğimiz zaman herkes, herşey biziz, herşey
bizden ibarettir.
• O'nun varlığını anlatmak için bundan fazla belge gösterme, burhandan bahsetme. Çünkü bizim delilimiz,
burhanımız süküt alemindedir, o alemden görünür.

199. Aklını başına al da kendi varlığından kurtul, varlıktan, benlikten beter bir suç yoktur.
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c,1,498) 
• Aşk manevî devletten, Allah'ın lütfundan, yardımından, gönül ferahlığından yolunda yürümekten başka birşey
değildir.
• Büyük imamlardan Ebu Hanife hazretleri aşktan bahsetmedi. Şafıî hazretleride aşkı açıklamadı. Bir rivayette
bulunmadı.
• Din ilmindeki; "Bu caizdir, bu caiz değildir!" münakaşasının bir sonu yoktur.. Aşıkların ilmine ise bir son yoktur!
• Kimi dertli, kederli, asık suratlı görürsen bil ki, o aşk şehrinde doğmamıştır.aşık değildir.
• Ezelden haberi olmayan kimse aşk yolunda acemidir. Bu yola yeni düşmüştür.
• Aklını başına al da, kendi varlığından kurtul, yok ol yok! Çünkü senin varlığından beter bir suç, bir cinayet yoktur!
• Sürücü güdücü olma! Yani yüksek mevkiye, yüksek makama, başkanlığa heves etme! Sürüde, halk arasında kal!
Yüksek mevkide bulunmak baş belasından başka birşey değildir.

200. Aşk şehrinde kötü huylu insanların ne işi var?
MUfte'ilün, Fa'ilat, MUfte'ilün, Fa'ilSt
 (c.I, 470)
• Böyle güzel bir ay yüzlüyü görünce, şaşırıp kalmak gerek! Pervanenin neşelenmesi için, mum lazım, şamdan
lazım!
• Senin gamının hazîn hazîn çaldığı çengden kulaklarım feryatlarla doldu. Her nefesimin gamının çengi ile "ten ten
ten" demesi gerek!
• Ay yüzlü olan dilbere ulaşmak için ne yapmalı? Ona aşık olan kişinin çok iyi huylu olması, insan olması gerek.
Kötü huyla güzele varılmaz.
• Ey benzeri olmayan güzel! Saçlarını elime ver. Aşk kuyusuna düşene ip uzatmak gerektir.
• Aşk güzel bir şehirdir. Güzeller şehridir. Fakat bu şehirde yabancıların, huysuz, ahlaksız insanların ne işi var?
Böyle bir şehri kötü insanlardan korumak için akıl hisarı, iman burcu lazım!
• Bu gam yükleri altında ezilen gönlün gıdası nedir? Temiz kalpli güzel bir sevgili ile buluşmaktır. Yoksul bir devenin su içmesi, ıslak bir otlağa çökmesi gerek! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder