26 Mart 2016 Cumartesi

Rum askerlerinin mızrak darbeleri ile,mübârek vücudu parçalanıp,kanlar fışkırıncaya kadar,kahramanca saldırıp dövüşmekten geri durmadı ve şehîd oldu

Mûte savaşında iki taraf arasında çok şiddetli bir muharebe başladı.Müslümanların başında bulunan Hz Zeyd bin Hârise’nin elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu.Rum askerlerinin mızrak darbeleri ile,mübârek vücudu parçalanıp,
kanlar fışkırıncaya kadar,kahramanca saldırıp dövüşmekten geri durmadı ve şehîd oldu.Bundan sonra Hazreti Cafer hemen sancağı kaptı.Elinde sancak olarak atını düşmana doğru sürdü.Hazreti Cafer,düşman askerlerinin arasına iyice,dalmıştı.Eli kesilince sancağı diğer eline aldı.Biraz sonra o eli de kesilince,sancağı bırakmamak için pazılarıyla göğsüne kaldırdı.Nihâyet mızrak ve kılıç darbeleriyle şehîd oldu.Şehîd olduğunda,mübârek vücudunda yetmişten fazla mızrak,kılıç ve ok yarası görülmüştü ve hepsi de vücudunun ön kısmında idi.
Sonra sancağı Abdullah b. Revâha r.a aldı. O da şehit oldu!


Elçi Haris Hazretleri, Mu’te köyüne varınca, Bizans Kayserinin Şam vâlilerinden olan Şürahbil b. Amrü’l-Gassanî’nin yanına çıkartılmıştı. Şürahbil, Hz. Haris’in Peygamberimizin elçisi olduğunu öğrendiği halde, onu hunharca öldürmüştü.
Elçisinin şehit edildiğini haber alan Resûl-i Zîşan, pek ziyade müteessir oldu. Sahabe-i güzin de fazlasıyla üzüldü. Zira, o âna kadar Resûl-i Kibriya Efendimizin hiçbir elçisi öldürülmemişti.
Resûl-i Ekrem, Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin ettiğini belirttikten sonra da, “Zeyd şehit olursa, yerine Cafer b. Ebû Tâlib geçsin! Cafer şehit olursa, Müslümanlar aralarında münasip birini kendilerine kumandan seçsin!”diye buyurdu.
Üç bin kişilik İslam ordusu, bir vücut haline gelmiş, harekete hazır bekliyordu. O sırada Peygamber Efendimiz, beyaz bir sancak bağlayıp Komutan Hz. Zeyd’e verdi ve “Hâris b. Umeyr’in öldürüldüğü yere kadar gidiniz. Orada bulunanlara İslam’ı teklif ediniz. Kabul ederlerse ne âlâ; etmezlerse, Allah’ın yardımına güvenerek onlarla çarpışınız!”diye emretti.
Mücahitleri uğurlamaya Resûl-i Ekrem’le birlikte birçok Müslüman da Se­niyyetü’l-Veda’ya [Veda Yokuşu’na] kadar gelmişti. Resûl-i Ekrem burada durdu ve mücahitlere, “Ben, size, Allah’ın emirlerini yerine getirmenizi, yasaklarından uzak kalmanızı, Müslümanlardan yanınızda bulunanlara karşı hayırlı olmanızı ve iyi davranmanızı tavsiye ederim. Allah yolunda Allah’ın ismiyle savaşınız!  Ahde vefasızlık göstermeyiniz! Küçük çocukları öldürmeyiniz! Kadınları, yaşlanmış pîr-i fanileri katletmeyiniz! Ağaçları kesip yakmayınız! Evleri yıkmayınız! Orada, Nasranîlerin kiliselerinde, halktan uzaklaşmış, kendilerini tamamen ibadete vermiş birtakım kimseler bulacaksınız. Sakın onlara dokunmayınız!”diye emir ve tavsiyede bulundu
Hz. Zeyd, mücahitlerin görüşlerini öğrenmek istedi. Konuşanların ekserisi şu görüşteydi:
“Resûlullah’a (a.s.m.) yazı yazıp düşmanımızın sayısını bildirelim; bize savaşacak er göndersin ya da bu yolda yapmak istediği şeyi bize emretmesini isteyelim!”O zamana kadar konuşmayan, hep susup dinleyen biri vardı ki konuşma sı­rası ona gelmişti. Bu, hem büyük bir şâir, hem de emsâlsiz bir kahraman olan Abdullah b. Revâha idi. Komutan Zeyd Hazretlerinin bu husustaki sorusuna, “Vallahi, sizin şimdi istemediğiniz şey, arzulayıp o arzuyla yola çıktığınız şehitliktir! Biz, insanlarla, ne sayıca, ne de at ve süvarice çokluk olduğumuz için değil, Allah’ın bizi şereflendirdiği şu din kuvvetiyle savaşıyoruz! Gidiniz, çarpışınız! Bunda muhakkak iki iyilikten biri vardır: Ya şehitlik ya zafer!”diye kahramanca cevap verdi.
Bir elinde beyaz sancak düşmanla göğüs göğüse, kahramanca çarpışan bü­yük kumandan Hz. Zeyd, Bizanslıların mızrak darbelerine maruz kaldı ve vücudu delik deşik oldu. Kanları etrafa sıçrıyordu. Ayakta duracak gücü kaybeden bu büyük insan, mukaddes gayesine kendisini seve seve feda etmenin mânevî haz ve huzuru içinde yere düşüp şehâdet mertebesine ulaştı.
Hz. Zeyd’in şehit olduğunu gören, Hz. Resûlullah’ın tâlimatı gereği sancağın yeni sahibi, yeni kumandan Hz. Cafer, bir ok süratinde sıçrayarak o mübarek ak sancağı kaptığı gibi omuzladı
Hz. Cafer’in de mukadder âkıbeti yaklaşıyordu. İnen hain bir kılıç darbesi, sağ kolunu bileğinden kesti. Bu sefer şanlı sancağı, sol eline aldı. Ama fazla sürmeden bu kolu da kesildi. Eğer alabilirse, manzarayı hayalinizde can­landırınız ve bu büyük kahramanın İ’lâ-yı Ke­limetullah uğrunda gösterdiği gayreti, hamiyeti hayranlıkla seyrediniz. Bu eşsiz kahraman, Resûller Resûlünün teslim ettiği İslam’ın izzetini, ordunun şerefini temsil eden mübarek sancağı yere düşürmemek için, bileklerinden aşağısı yere düşmüş kollarıyla sarıldı
Bu haşmetli manzara, haliyle fazla devam etmedi ve düş­mandan gelen kılıç darbeleri Hz. Cafer’i de Hz. Zeyd’in kavuştuğu şehitlik mertebesine çıkardı.Henüz o sıra kırk bir yaşında bulunan bu İslam kahramanının vücuduna bak­tıklarında, doksandan ziyade mızrak, ok ve kılıç yarası görüyorlardı.
Hz. Abdullah, kahramanca çarpıştıktan sonra, arzuladığı yüce makama erişti.
“Zeyd b. Hârise sancağı eline aldı ve şehit oldu. Onun için Allah’tan af dileyiniz! Sonra sancağı Cafer aldı. O da şehit oldu. Onun için de Allah’tan af di­leyiniz! Sonra sancağı Abdullah b. Revâha aldı. O da şehit oldu! Bu kardeşi­niz için de Allah’tan af dileyiniz!”Sonra da, mübarek gözyaşları arasında sözlerine şöyle devam etti:
“Abdullah b. Revâha’dan sonra, sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı. İşte, şimdi tandır tutuştu, harp kızıştı! Allahım, sen ona yardım et!”

Ay yüzlü sevgili, burada bize vefalı oldu, cefa etmedi. Bu yüzden ben burayı bırakıp asla başka yere gidemem.
• Can, hayatın ne olduğunu, yaşamanın zevkini burada tattı.
• Ayağımız balçığa burada saplanıp kaldı. Ayağımızı buradan nasıl kurtarabilıriz?
• Yemin ederim ki, biz buraya gönül verdik, Allah'ım buradan kimseyi sürüp çıkarma
•Ölüm buraya yol bulup gelemez. Asıl ölüm, buradan ayrı düşmektir.
• Sen güneş gibi buradan doğdun, burada, sen bizi aydınlattın, nürlara gark ettin. ben burayı nasıl bırakır giderim.
• Can, burada neşeli, şad, mutlu, ter ü taze bir hale gelir. Ölümsüzlüğü can, burada bulur.
•Bir kerre daha örtüyü kaldır, güzelliğini bize göster! Bir kere daha burada doğ.
• Zevalsizlik şarabı buradadır; ey sakî, o şarabı kadehlerimize burada dök!
• Burada akan şu çeşme, ab-ı hayat çeşmesidir. Ey sakî su kabını burada doldur!
• Gönüller burada kol kanat buldu, ötelere yükseldi. Akıl da havalandı.

42. Sevgilinin yüzü.
Mefulü, Mefa'iliin, Fe'uliin
(c.I, 122)
• Gül bahçesine benzeyen, güzel yüzünü gördüm. însanı büyüleyen o yüz, nurun kaynağı, nurun nüru gibi parlaktı.
• 0 yüz, can kıblesi idi, canların secde ettikleri yerdi. 0 yüze bakınca insan, kendini emniyette hissediyor. îfade
edilmez manevî zevkler, safalar dııyuyordu.
• Bu hali görünce gönül coştu da; "0 yüze canımı vereyim, o yüze canını kurban olsun, onun uğrunda varlığımı,
benliğimi feda edeyim." dedi.
• Can da heyecana kapıldı, sema'a, dönmeğe başladı. 0 hem dönüyor, hem de durmadan ellerini çırpıyordu.
• Akıl ise, oraya geldi. Bu durumu görünce; "Ben bu tali'i, bu yüce mutlu' luğu nasıl anlatayım; nasıl öveyim? Bu
güzellikler karşısında ben aciz kalıyorum, bir şey söyleyemeyeceğim, susacağım." dedi.
• Sevgilinin yüzünün gül bahçesinden gelen koku, ihtiyarlıktan beli ikiye bükülmüş her boyu, selvi boylu yapıyordu.
•Aşk çok güçlüdür, her şeyi değiştirir, Ermeni'yi bile Türk yapıverir.
• Ey can; sen güzelliğin tesiri ile, canlar canına ulaştın, ey beden; sen de eridin, yok oldun, bedenlikten çıktın can
oldun...bütün güzelleri, güzellikleri yaratan büyük yaratıcıyı, o eşsiz, benzersiz, tek olan azîz varlığı bulmak istiyorsan
gönül evine gir, gönülde oturmayı adet edin; çünkü o göklere, yerlere sığmadı, geldi gönle girdi.
• Güzellerden, güzelliklerden duyulan manevî zevki, gönülde ara, dışarıda arama. Şunu bil ki, o lezzetli ölümsüzlük
şarabını da, ancak gönül evinde inzivaya çekilmiş kişiye sunarlar.
• Sus, susma zevkine var, susma hünerini elde et, edebiyat yapma, hünerlerle dolu lafları bırak!
• Bırak da, imanını, inancını gönlünde sakla! Çünkü gönül, aynı zamanda iman yurdudur.

43. Ey insan, talihlisin, Allah seni çok seviyor, başkalarna vermediğini sana vermiş.
Mef'ulii, Mefa'ilün, Pe'uliin
(c.I, 120)
• Ne zamana kadar, imansızlığa doğru geri gideceksin? Küfre varma, ileriye gel artık, dine, imana gel.
• Sen zehri şifalı bir şerbet gibi gör; bu yüzden zehre sarıl! Sonunda sen, nereden geldiğini düşün de aslının aslına
gel!
• Maddî varlığınla, bedeninle yeryüzüne bağlısın, burada dünyaya geldin doğdun. Burada yiyor, içiyor, dolaşıyorsun.
Fakat sen, yeryüzünde yaşıyorsun, ama mana bakımından gökyüzünde yaşayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin
dizildiği iplik gibisin. Bütün güzellikler, hoşluklar, üstünlükler sende mevcuttur.
• Hakk'ın nür mahzeni sana verilmiş, sana emanet edilmiştir. Sen, ne olduğunu nereden geldiğini düşün de, aslının
aslına gel!
• Kendinden, kendi maddî variığından, bedene ait nefsanî arzulardan kurtulmadan, kendini, kendi gerçek varlığını
bulamazsın. Bu yüzden kendinden geçersen, kendi maddî varlığından kurtulmuş olursun.
• 0 zaman yeryüzünde senin için kurulmuş olan, şehvet, hiddet, şöhret gibi binlerce tuzaktan sıçramış, kurtulmuş
olursun. Aklını başına al da nereden geldiğini düşün, aslının aslına gel! 
• Sen, padişahlar padişahının halîfesi Hz. Adem soyundan geldin. Günahlarla, kötülüklerle, zulümle dolu şu kirli
dünyada gözünü açtın.
• Sen nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmüyorsun da, şu dünya hayatından memnün, pek neşeli
görünüyorsun. Yazıklar olsun sana! Aklını başına al da, şu alçak dünyaya gönül verme, aslının aslına gel!
• Sen, her ne kadar bu dünyanın zübdesi, özü, tılsımıysan da, şen içyüzünle çok kıymetli paha biçilmez bir
madensin.
• Mezarda toprakla dolacak olan şu iki baş gözünü kapa; gizli olan gönül gözünü aç, hakîkati gör de aslının aslına
gel!
• Celal sahibinin kulusun, çok talihlisin. Allah, seni çok seviyor, sana iltimas etmiş, başkalarına vermediğini sana
vermiş.
• Dünya malına tapıyorsun, çok zengin olmanın yollarını arıyorsun. Şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun. Yüksek
mevkîlere çıkmak, baş olmak, ona buna hükmetmek istiyorsun. Istediğini elde edemediğin zaman, yahut elde ettıgini
kaybedince üzülüyorsun, harap oluyorsun. Bu hal, bu didinme, bu sızlanrna bu inleme, bu gözyaşları ne vakte kadar
sürecek? îçine düştüğün acıklı halı anla da, aslının aslına gel!
• Sen, sert, kaba kayalar arasında bir la'lsin. Ama biz seni anlayamıyoruz. Senin değerini bilemiyoruz. Ne zamana
kadar bizi yanıltacaksın?
• Ey dost; gizleniyor sandığın senin gözüne apaçık görünmede ama sen idrak edemiyorsun. Aklını başına al da
hakîkati gör ve aslının aslına gel!
• İşte Tebrizli Şems, o hakîkat padişahı karşısında sana ölümsüzlük şarabıyla dolu bir kadeh sunuyor.
•Sübhanallah, ne de saf şarap, hiç tereddüt etmeden o şarabı al, iç de aslının aslınagel!
 "Bu şiirin aslı gazel deyil de murabba-ı mükerrere; dördüncü mısraları tekrarlanan 8 dörtlükten ibaret nazım şekli"
Fuzulinin "Perîşan halin oldum sormadın hal-i perîşanım" mısrasıyla" başlayan murabba şeklinde Fuzulî'nin
murabbaında tekrarlanan dördüncü mısra;" Gözüm canım, efendim, sevdiğim, devletlü sultanım."

 44. Ey zamanenin Nuh'u! Şu demir atmış tabiat gemisini yürüt de, ezilenleri kurtar!
Mef'ulü, Mefa'iliin, Fe'Olün
(c.I, 129)
• Senin gönlünü kazanmak isteyenin gönlünü kırma, artık cefa yolunda yürümekten vazgeç!
• Ey gonül, beni fazla üzerek zayıflatma, bana acı! Ben aşk kurbanı olmak istiyorurn. Şerîatte zayıf hayvanı kurban
etmek istemezler
.•Ben" senın mahmürunum. 0 cevher gibi parlayan saf şarab kadehini bana ver
•Bana bir nasiihatta bulun, o mahmür bir nergis gibi olan gözlerini savaşa deyil barışa çağır, savaşla bir şey elde
edilemez.
•Büyüçü hintliler gibi bakışları ile insanları büyüleyen gözlerine emir ver,..büyücülüğü pek ileri götürmesinler.
• Aşık altı kapılı, yani altı yönlü dünya hapishanesine düştü. Bu hapishanenin kapısını kır da aşıkı kurtar!
• Ey aşk, kardeşincesine yakına gel, bize candan gönülden yaklaş! Yabancılar gibi uzaktan selamı bırak!
• Ey can sakîsi! Hakk kapısında şarap sunarken haksızlık yapma, kardeslilkhakkını gözet!
• Ey zamanenin Nuh'u, şu demir atmış tabiat gemisini artık yürüt, yürüt de şu haksızlıklaıla dolu, zulümle dolu
dünyada ezilen, huzursuz olan Hakk aşıklarını, imanlı kişileri, hadiselerin tufanında boğulmaktan kurtar!
• Ey Hz. Mustafa'nın varisi olan velî, imanlarını kaybetmiş olanları, imana getirmek için o büyük kevser kadehini
döndür!
• Senin Sur'un ne zaman üfürüleceğinden haberin vardır. Haydi zamanı geldi. Paygamberlik dudağını aç, Sür'u
üfür! Üfür de ölmüş kalmış gönülleri dirilt!

45. 0 şarabı sun da sakî, sen bizi değil canımızı mest et!
Mef'ulii, Mefa'iliin, Fe'ülün
(c.I, 124)
• Sakî, üzümden yapılmayan, insanı anlatılamaz bir şekilde mest eden "imkansızlık şarabı"nı, nişansız, izsiz olan,
ne olduğu bir türlü bilinemeyenin adın' dan bir nişan olarak, onun adı ile anılan "ilahî çarabı";
• Birbiri üstüne çokça sun! Çünkü sen, o şarapla canımıza can katıyorsun O şarabla, sen, bizi değil canımızı mest
et, mest et de canımız, kendini tamamıyla bizden kurtarsın, ötelere gitsin
• Ey saki; her saki o ilahî şarabı sunamaz, sen, gel de sakilere, hakîkatevhanesinde sakilik nasıl olurmuş göster!
• Ey Hakk aşığı, gel, o şaraptan iç de taşın gönlünden, kaynak gibi coş! bedenin de canın da testilerini kır! Çünkü o
şarabın kadehe de testiye de ihtiyacı yoktur. 0 şarap kadehsiz sunulmaktadır. 
• Şarap aşıklarına neşe ver, zevk ver, midelerine düşkün olanları, ekmek isteyenleri de, şarap içmedikleri için
hasrete düşür, ekmeksiz bırak!
• Ekmek, beden hapishanesinin yıkılan yerlerini tamir eder. Çünkü o, beden mimarıdır. Halbüki şarap, can
bahçelerine yağan ilahî bir yağmurdur. 0 can bitirir. Can yetiştirir.
• Ben, bedenleri besleyen yeryüzü sofrasının üstünü örttüm. Ey saki, sen gökyüzü sofrası kur! Gök şarabı küpünün
kapağını aç, Hakk aşıklarına durmadan birbiri üstüne şarap sun!
• Ey Hakk aşığı, sen de, insanlann ayıplarını gören iki gözü kapa da, öteki alemi (=gayb alemi) gören gönül
gözlerini aç!
• Gönül gözlerini aç da ne mescit kalsın, ne de puthane. Bunu da tanımayalım, onu da tanımayalım. Yalnız O'nu
arayalım, yalnız O'nu tanıyalım.
• Artık sus! 0 susma dünyası, bu dünyayı seslerle doldurur. Ama o sesleri duyan kulak nerede?

46. Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmektedir.
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'üliin
 (c.I, 125)
 • Dedın ki:"Sen bizim üstümüze bir dost seçtin!" Aman bu sözü bir daha söyleme, böyle bir şey asla olamaz,
• Sen, bizim muhtaç olduğumuz şeyi gör! Delil getirmeye kalkışma, vereceğini yarına bırakma, hemen peşin ver!
•Ey hurma ağacı; beni bırak da senin gölgende bir güzelce uyuyayım.
• Ey aşık, helvanın içinde bal ile şeker nasıl birbirleri ile birleşirse, sen de gönlümde, gönlüm ile öyle birleştin.
• Elim, güneşe erişmese bile, sen benim güneşimsin. Hiç olmazsa bana, uzaklardan olsun görün!
• Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmede, seni istemede!

47. Benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar da içindeki gül bahçelerini seyret!
Fa'ilatün, Pa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.I, 132)
• Aşkın gül bahçeleri kan perdeleri arasında olduğu için, ölümü göze almayan, oraya varamaz. Bu sebepledir ki, ne
olduğuna akıl erdirilemeyenin aşkı-nın güzelliği ile, aşıkların çok işleri vardır. Gerçekten de Hakk'ın aşkının güzelliğini
kim kolayca görebilir? Bu yüzden Hakk aşıklarının çok imtihanlar vermeleri gerekmektedir.
• Akıl der ki: "Varlık aleminin altı tarafı da manilerle, engellerle çevrilmiştir' bu engelleri aşarak dışan çıkmaya yol
yoktur!" Aşk akla der ki: "Sen aldanırsın. Yol vardır, ben, defalarca o yolu aştım, dışarı çıktım."
• Akıl bir pazar gördü de, orada pazarlığa, alış verişe girişti. Halbuki aşk, akıl pazarlannın ötesinde de nice pazarlar
gördü.
• Nice gizli Mansurlar aşkın canına güvendiler de kürsüleri, minberleri bıraktılar, dar ağacına çıktılar. ;
• Mansur şarabı içen aşıkların, iç alemlerinde inkarlar vardır. Gönülleri kararmış akıllıların ise, iç alemlerinde
inkarlar vardır.
• Akıl diyor ki; "Yokluğa ayak atma ki, orada dikenler vardır." Aşk ise "Dikenler orada değil, dikenler sende, senin
içindedir!" diyor.
• Kendine gel, sus da varlık, benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar;içindeki gül bahçelerini seyret!
• Ey Tebrizli Şems! Sen, harf bulutu altında gizlenmiş bir güneşsin. Senin güneşin doğunca, sözler yok olur, dağılır,
gider.

48. Meyve zamanında bahçeye gel de, yüzlerce Hallac'ı darağacında asılı gör!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. 1, 133)
• Senin aşkının gamzesi, bakışı taç, taht sahibi bir padişaha bile bir arpa kadar değer vermez. Bir ihtiyaç sahibini,
aşka susamış birini görünce onu gönlüne alır.
• Aşık, sevgilinin ayakları altına atlaslar, ağır ipekli kumaşlar döşemek için ciğerinin kanı ile atlas yaygılar, ipek
kumaşlar dokur.
• Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir. Sen gel de Miraç hikayesini aşığın yüzünden oku!
"Mirac hikayesi, Elmalılı Merhumun tefsirinin 3151. sayfasında geçen şu beyti hatırlattı: Renk aleminden mücerret
olan Mi'rac hikayesini, ben bî-dile, yani vecde müstağrak olmuş b ayılmış olan bana sorma. Katre derya oldu. Bilmem ki,
peygamber ne oldu? Ancak bu makam tefekkür edilirken hulul ve imtihan şaibelerinden sakınmak tenzihinden asla
gaflet etmemek gerek." 
 • Meyve, nasıl ağaçta biter, olgunlaşırsa, aşık da asılma ile, ölümle yaşar. 0nun ıçın meyve zamanında bahçeye gel
de yüzlerce Hallac'ı darağacında asılmış gör
 "Muhakkak ki, ölümde hayat vardır." Hallacde böyle söylemişti."
• Aşk, gönül şehrini her zaman yağma eder durur da aşık onun için dağınık, sözler söyler.

49. Siz yoksanız, içtiğim şarabın neşesi de, zevki de olmasın!
Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c.I, 138)
• Siz olmadıktan sonra yüzümüze altın dalgası vurulsun, sararıp solalım. Siz olmadıktan sonra gönül denizinin
dibinde inci de olmasın.
• Neşe bahçesinde yetişen ağaçların dalları çok kuvvetli, yeşil yapraklarla süslenmiş, ter ü taze. Fakat siz
olmazsanız, dallar kurusun, yeşermesin.
• Gönül devlet kuşu, size gölge düşüreceği yerde geldi, gölgenize sığındı, orada karar kıldı. Fakat siz olmazsanız, o,
ateşler içine düşsün, yansın.
• Elest şarabını içtikten sonra, yüz binlerce can, kendinden geçti, feda olu. gitti. Akıl diyor ki: Siz yoksanız başımda
o şarabın neşesi de, zevki de olmasın
• Güzel yüzünü hemen görmem için, gözümde nurdan yüz tane kanat var' Siz olmazsanız, iki gözümde de yüz değil
tek bir kanat bile olmasın

50. Canımızın gül bahçesi, sizsiz gül bitirmesin!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilSt
(c.1, 140)
• Siz bulunmadıkça dünyada derdimize derman bulunmasın. Siz olmazsanız .ölüm gelsin, bizi bulsun. Sizsiz hayatı
ben ne yapayım? Sizsiz can da olmasın,istemem.
• Açıkların gönülleri; sizden başka hiç kimse aydınlanmasın, nurlanmasın. Canımız1gül bahçesi, sizsiz gül bitmesin,
bitmiş olan gülleri de sizsiz gülmesin kokmasın.
• Akıl görünmez gizli bir padişahtır, Gökyüzü de, sanki onun çadırıdır. Siz olmayınca bu padişahın tacı da olmasın,
tahtı da, çadırı da!
• Askı, aşıklara şarap dağıtırken gördüm de ona dedim ki: "Sevgili olmadıktan sonra şarap ne işe yarar? Canımız
şarabı da, sakiyi de görmesin."
• Sevgilim, ölü canlara :siz Hz. îsa'nın nefesi gibisiniz. îstediğiniz zaman onları diriltebilirsiniz. Fakat siz yoksanız
hiçbir şey olmasın. Ne saltanat olsun, ne Mısır olsun, ne de Yusuf-ı Kenan...
• Biz bugün Şemseddin'in aşkı ile pek hoşuz, yüzümü altın gibi sararttım, dedim ki: "Sevgili olmadıktan sonra
dünyada altın madenleri de olmasın." 


    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder