26 Mart 2016 Cumartesi

Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde.

Allah Teala doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır
Ömer,Cennet ehlinin ışığı ve İslam'ın nurudur.
Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı olacaktır.
Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de,
hicab'da ve Bedir esirlerinde.

Abdullah b Dînâr radıyallâhu anh şöyle rivayet eder:

Halife Hz.Ömer radıyallâhu anh ile beraber Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıkmıştım.Yolculuğumuz esnasında dağdan bize doğru bir çoban inip geldi.Bizleri hiç tanımıyor ve lalettayin yolcular sanıyordu. Hz.Ömer radıyallâhu anh denemek kastıyla ona dedi ki:

“Ey çoban! Bana bu sürüden bir koyun satsana.”

Çoban derhal şöyle cevap verdi:

“Ben bir köleyim.” (Bu sürünün sahibi ben değilim. Efendim beni bu sürüyü korumam ve otlatmam için vazifelendirdi, satmak için selahiyetim yoktur.)

Hz. Ömer denemesine devam ederek ona şöyle karşılık verdi:

“Satarsın, sonra da efendine bana sattığın koyun için ‘Kurt kapıp yedi.’ deyiverirsin olmaz mı?”

Böyle bir yalanla efendisini aldatmak saf ve temiz çobanın iman anlayışına uygun değildi. Bu sebepten kısa fakat özlü bir soru ile karşılık verdi.

“Fe eyne Allah!” (Yani efendime böyle dersem Allah nerede kalır?!! O her yerde hâzır ve nâzır değil mi, her şeyi görmüyor, bilmiyor mu; kulları aldatsak bile O’nu aldatmak mümkün mü? Emanete hıyanet eder ve yalan söylersek bizim Allah inancımız nerede kalır!?)

Hz. Ömer bu halisâne cevaptan çok memnun oldu, duygulanıp ağladı. Sonra bu dürüst köleyi efendisinden satın alarak âzat eyledi.Ve köleye şöyle dedi:


“Verdiğin cevap işte seni kölelikten kurtardı, âzat edilmene sebep oldu. Umuyorum ki âhirette de cehennemden kurtulmana vesile olur.”

Fırat kenarında oğlak zayi olsa

Bir gün Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki:
(Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Yine nakil olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer eline bir saman çöpü alıp, der idi ki, ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım. Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım. (M. Ç. Güzin)
Ömer’in yerini kim tutabilir

Abdurrahman bin Avf der ki, ben Ömer’den acayiplikler gördüm. Ne gördün diye sorulunca buyurdu ki, hayatta olsa, ben söylemeye kadir olmazdım. Biri odur ki, her gece ikimiz şehri dolanırdık. Bir mahalle varırdık. Ömer bana derdi ki, sen burada dur. Ben de muhalefete kadir olamayıp, dururdum. Varıp, bir zamandan sonra gelirdi. Sormaya da cüret edemezdim.

Vefatlarından sonra bir gece o mahalleye varıp, o ev içine girdim. Bir ihtiyar kadın gördüm. Kendi kendine acaba ne oldu ki, Ömer bu gece gelmedi, diyordu. Ben dedim, ey annem! Ömer vefat etti. Kadın bunu işitince, bir ah çekip, bayıldı. Sonra kendine geldi. Dedi ki: Ey Allah’ım! Bana yardımda bulunan Ömer’i af et.

Ona dedim ki, ne yardım ederdi. Gündüz vakti üzerimi kirletirdim. Onu dışarı atardı. Kirlenmiş elbisemi yıkardı. Beni temizlerdi. Bana yiyecekten ne nesne gerek ise, getirirdi. Dedim, ey annem! Ben de Ömer’in yâriyim. Eğer o gitti ise ben sağım. Ben Ömer’in yaptığı işleri yapayım. Dedi ki, Evladım, Ömer’in yerini kim tutabilir. Eğer Ömer’in yâri isen, bana dua eyle, yardım et. Hemen ellerini açıp, dedi ki, ya ilahel âlemin! Ben o hastalığı Ömer’in yardımı ile çekerdim. Ömer gitti. Benim ruhumu kabz eyle ki, ben Ömersiz ömür istemem. Bunu dedi, o saat duası makbul olup, vefat etti. Ağladım, techiz ve tekfinini yapıp, defnettik. (M.Ç.Güzin)
Bir başabaş kurtulsam

Abdurrahman bin Avf hazretleri anlatır:
Ömer bir gece bir tulumu su ile doldurup, arkasına almış, Medine-i münevvere köylerine giderken yorulmuş gördüm. Dedim ki, ey emir-el müminin, yorulmuşsunuz! Bana ver, biraz da ben götüreyim. Buyurdu ki, eğer bugün sen benim tulumumun yükünü götürür isen, yarın benim günahımın yükünü kim götürür.

Senin ne yükün var ki, sen Resulullahın yolu üzerine yürüyorsun dedim. Buyurdu ki, Resulullahın dostu o zaman olurum ki, bu hilafetten başabaş kurtulayım. [Yani zararsız olarak kurtulur isem, Resulullahın dostu olurum.] Dünyadan göç etmezden evvel böyle buyururdu.(M.Ç.Güzin)
Sonra gelenlere rahat koymadın

Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında, Medine’nin etrafında bir deve palanı düşmüş, onu alıp, süratle giderken terlemişti. Hazret-i Ali ile karşılaştı. Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin, bu ne haldir diye sordu. Buyurdu ki, ya kardeşim Ali! Bu deve Müslümanların beyt-ül-malındandır. Palanını düşürüp, kaçmış. Onu bulup, yine arkasına vurmak (koymak) isterim. Böylece hilafet zamanımızda, beyt-ül-mala ziyan vermiş olmayalım.

Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin! Bir başka kimse gönderseniz, olmaz mıydı diye sorunca, ya Resulullahın amcasının oğlu! Bu iş benim ahdime lazımdır. Kıyamet günü olunca, bu işin kusurunu benden sorarlar. En iyisi budur ki, kimseye ısmarlamayıp, işimi kendim görmeliyim. Böylece, dergah-ı izzette mahcupluk çekmeyeyim dedi.

Hazret-i Ali bu sözü işince derinden ah çekip, ağlamaya başladı. Dedi ki, ya Ömer, senden sonra gelenlere rahat koymadın. Zira onlar bu yolda gidemezler, sıkıntıya düşerler. (M. Ç. Güzin)
Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir

Bir gün Hazret-i Ömer Medine’de gidiyordu. Bir ihtiyar kadın yol kenarında durmuş idi. Bir başka kadın ona dedi ki, içeri gir, emir-ül müminin Ömer gidiyor. İhtiyar kadın, başını dışarı çıkarıp dedi ki, ona dün Ömer derler idi. Bugün emir-ül müminin mi oldu. Hazret-i Ömer o sözü işitti. Geri döndü, dedi ki, Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir. Ömer’in kendini tanımasına, anlamasına sebep oldu.

Ondan sonra her gün o ihtiyar kadının kapısına gelir derdi ki, atılacak çöpün var ise atayım, hizmetin var ise göreyim. Destin boş ise ver, su getireyim. Zira Ömer’i senden gayri kimse tanımadı. (M. Ç. Güzin)
Sana acımasam helal etmezdim

Hazret-i Ömer bir gün, mübarek başını koyup, tam yatacaktı. O sırada bir köle seslenip: Kalk, ya Emir-el müminin. Önce bana insaf eyle! Rabbil âlemin kıyamet günü benim hakkımı senden alır dedi. Hazret-i Ömer acele kalkıp, ne iş yaparsın, yardım edeyim dedi. O köle, ben düşkün bir kişiyim. Elbisemi yıkayasın ve temizleyesin. Düşkünlere, hastalara yardım etmek senin üzerine vaciptir dedi. Hazret-i Ömer, evet, hak senin elindedir, ne istiyorsan yapayım dedi.

O kendi elbiselerini çıkarıp, ya Emir-el müminin, sen elbiselerini bana ver; giyineyim ki, çıplaklığa sabredemem dedi. Hazret-i Ömer elbisesini çıkarıp, ona verdi. Kendi beline bir peştemal bağladı. Kölenin elbisesini yıkadı. Ondan özürler ve yumuşak sözler ile helallik diledi. Köle, ya Emir-el müminin, eğer sana acımasam, helal etmezdim. Sen bilirsin ki, kıyamet gününde, şarktan-garba müslümanların çıplakları, açları, zayıfları, fakirleri ve düşkünleri haklarından seni sual ederler. Allahü teâlâ, bunların haklarından sana sual eder, sen ne cevap verirsin?

Hazret-i Ömer çok ağladı. Yine köleden özürler diledi. Gönlünü hoş etti. Kendi elbisesini ona bağışladı. Ağlayarak geri döndü. (M. Ç. Güzin)
Bizi bekleyen bu zat kimdir

Hazret-i Ömer zamanında bir kervan, gece vaktinde Medine’ye geldi. Kervandakilerin hepsi kâfir idi. Konakladıkları gibi hepsi uyudular. Zira yorulmuşlardı. Hazret-i Ömer nöbetçi, koruma bırakmadan hepsinin uyumuş olduğunu görünce, bunların malları çalınırsa ben mesul olurum endişesiyle Abdurrahman bin Avf’ın yanına vardı.

Ya Emir-el müminin! Bu vakitte ne işe geldiniz deyince dedi ki, ya Abdurrahman! Bir kervana uğradım. Konmuşlar ve hepsi uyumuşlar. Korktum ki, malları çalınır. Bunlar bize sığınmış oldular. Bana muvafakat et, varalım, onları bekleyelim.

İkisi varıp beklediler. Sabah vakti oldu. Hazret-i Ömer (Es-salat, es-salat) diye, seslendi. Uyandılar. Hazret-i Ömer: Bir daha böyle hiçbir yerde tedbirsiz (nöbetçisiz) uyumayın buyurdu ve dönüp, mescide geldi. Kervan halkından biri, emir-ül mümininin arkasından gitti. Karşılaştığı birine Hazret-i Ömer’i kastederek, bizi sabaha kadar bekleyen bu zat kimdir dedi. Müslümanların halifesi, emir-ül müminin Ömer’dir cevabını aldı.

O kişi varıp kervan halkına, bizi sabaha kadar bizzat bekleyen şahıs, müslümanların halifesi Hazret-i Ömer’miş dedi. Kendi dinlerinde olmayanlara şefkat ve merhameti böyle ise ya müslümanlara nasıldır! Demek ki, onun dini hak dindir dediler. Hepsi kalkıp, Hazret-i Ömer’in huzuruna varıp, tamamı müslüman oldu. (M.Ç.Güzin)
Bunlar da gazilerin hakkıdır

Hazret-i Ömer halife iken, Hazret-i Numan’ı komutan yapıp, acem diyarına gönderdi. Nihavend ile Hemedanı feth ettiler. Acemlerin ileri gelenlerinden biri, Mugire’nin elinde esir iken, [serbest bırakırlar niyetiyle olsa gerek] koynundan bir kutu çıkarıp, babam bana bu kutuyu verdiği zaman, padişah olduğun vakit bunu açasın diye vasiyet etmişti. Ben bundan sonra padişah olacak değilim dedi ve kutuyu Mugire hazretlerine verdi.

Hazret-i Mugire kutuyu İslam askeri içinde açtı. İçinde çok kıymetli mücevherler vardı. Dediler ki, bu kutu ceng ile alınmamıştır. Yine bunu aynı şekilde, Emir-ül müminin Ömer hazretlerine gönderelim.
O kutuyu, durumu anlatan bir yazıyla beraber başka bir kutu içine koyup ve mühürleyip, Hazret-i Ömer’e gönderdiler. Hazret-i Ömer, kutuyu Eshab-ı güzin arasında açtı. Mücevherleri gördüler. Bunlar da gazilerin hakkıdır. Satsınlar, akçesini, gazilere taksim etsinler diye emretti.

Gazalarda tahsil olunan mal ve ganimetlerden, Hazret-i Ömer bir habbesini kabul etmezdi. Cümlesini fakirlere ve gazilere sarf ederdi.(Taberi tarihi)
Bu çırağ şahsi malım değildir

Bir gece Hazret-i Osman Hazret-i Ömer’in huzuruna vardı. Gördü ki, acele ile mektup yazıyor. Selam verdi, ancak emir-ül müminin cevap vermedi. Mektubu bitirdi. Çırağı söndürüp, selama cevap verdi. Hazret-i Osman, neden selamın cevabını çırağı söndürdükten sonra verdin diye sordu. Dedi ki: “Ya Osman! Bu çırağ şahsi malım değildir. Beytülmaldandır. Çırağı müslümanların işi için ışıklandırdım. Korktum ki, o çırağ ışığında selamını alsam, kıyamet gününde, müslümanlar bana hasım olurlar [haklarını isterler]. Allahü teâlâ beni ondan sual edip, ben cevap vermeye takat getiremem. (M. Ç. Güzin)
Vaiz olarak ölüm kâfidir

Hazret-i Ömer’in yüzüğünde Kefa bil-mevt vaızan ya Ömer yazılı idi. Manası, Ya Ömer, vaiz olarak ölüm kâfidir demektir. Ya Ömerkısmı hariç, hadis-i şeriftir. (Taberani)

Nitekim, Hazret-i Ömer bir kimseye her gün birkaç kere gelip, ölümü hatırlatsın diye birkaç akçe tayin etmişti. Her vakit o kimse gelip, ölümü ona hatırlatırdı. Bir gün o şahsın vazifesine son verdi. Şahıs kusur mu ettim diye üzülünce, buyurdu ki, senin gelip ölümü hatırlatmana ihtiyacım kalmadı. Zira sakalıma ak düştü. Sakalın akı ise ölümün habercisidir. Daima göz önünde olup, ölümü hatırlatır. (M. Ç. Güzin)
Mesleme’ye bir iş ederim ki

Hicretin yirmiüçüncü senesi idi. Bir gün Hazret-i Ömer’e, (İran tarafında bir aşiret vardır. Sanatları haramiliktir. Müslümanların yollarını basarlar. Mallarını alırlar. İmana gelmezler. Müslümanlara karışmazlar) diye bir aşiretin zulmünden şikayet ettiler.

Hazret-i Ömer, Mesleme bin Kaysı onların üzerine gönderdi. Mesleme asker ile varıp, onları dine davet etti, kabul etmediler. Cizye verin dedi, kabul etmediler. Ceng ettiler ve aşiretin hepsi öldürüldü. Mesleme ganimet malının beşte birini beyt-ül-mal için ayırdı. Bir kutu ile kıymetli taşlar eline geçmişti. Hazret-i Ömer’e, beşte bir mal ile o kutuyu, gazilerin rızası ile armağan gönderdi.

O gönderdiği kişi anlatır:
Medine’ye geldim. Ömer mescidde fukaraya yemek yediriyordu. [Zira, beyt-ül-maldan fakirler için günde bir deve kesip, pişirip, yedirmek âdet-i şerifi idi. Yemek yenirken, kendisi mübarek eline bir asa alıp, ayağı üzerine durup, yiyenleri gözetirdi. Ekmek ve aş lazım oldukça, götürüp verirdi.] Ömer’i bu hizmeti yaparken gördüm. Sabredip, bekledim. İşini bitirip, evine geldi. Ben de arkasından vardım. Bana, içeri girin dedi. İçeri girdim. Evinin içinde bir eskimiş kilim, iki yastıktan gayri nesne görmedim. O yastıklar da hurma lifinden idi. Ömer kilim üzerine oturup, yastığı benim altıma verdi. Oturdum.

Sonra, hanımına [Hazret-i Ali’nin kızı Ümmi Gülsüm’e] misafir de var, yemek için bir şeyler gönderin diye seslendi. Bir çanakta bir miktar zeytinyağı ile bir parça arpa ekmeği getirildi. Ben de Ömer’in hatırı için beraber yedim. Ondan sonra, aşiretin ortadan kaldırıldığını, çok ganimet alındığını anlattım. Ve o hediye kutusunu çıkarıp, Ömer’in önüne koydum. Bu nedir, dedi. Mesleme bin Kays bunu size gönderdi. Gaziler de hisselerinden geçtiler. Hepsinin rızası ile bunu sana armağan gönderdiler, dedim.

Ömer onu gördüğünde, ellerini dizi üzerine koyup ağladı ve dedi ki, Hak teâlâ Ömer’e bu kadar nesneler verdi. Ömer’in gözü ve karnı doymadı. Bununla doyar mı, dersin. Yürü bu kutuyu Mesleme’ye götür ve de ki, bir daha bunun gibi iş yapmasın. Müslümanların nasibini kimseye göndermesin. Bu cevahirleri satsın, müslümanlara dağıtsın. Çabuk git. Eğer dağılmış iseler, Mesleme’ye bir iş ederim ki, müslümanlara ibret olur.

Dedim ki, ya Ömer tecil eyleseniz. Benim bineceğim yok, gidinceye kadar geç olur. Emretti, sadaka develerden iki deve getirdiler. Bana verdi ve dedi ki bu develere nöbetle binip, oraya varınca, senden daha müstahak ve daha fakir bir kişi bulup, bu develeri ona ver. Haydi, çık yola. Ben de acele Medine’den çıkıp, mola vermeden o makama eriştim. Kutuyu Mesleme’ye verdim. Durumu söyledim. Mesleme de o cevherleri otuz bin altına satıp, orada bulunan gazilere bölüştürdü.(Taberi tarihi)
Hırkasında oniki yama vardı

Hazret-i Ömer hilafet makamına geçtikten sonra, kızı Hazret-i Hafsa [ki Resulullahın hanımı olup, müminlerin annelerindendir], muhterem babasını görmeye geldi. Mübarek yüzlerini gördüğünde, üzerinde olan hırkanın oniki yerde yaması vardı, hatta yamanın ikisi deriden idi. Hafsa validemiz, babasını bu hırka ile görünce hatır-ı şerifleri mahzun olup, dedi ki, ey gözüm nuru babacığım. Bu hırkayı bir fakire verip, kendi arkanıza bir yeni hırka yapsanız, olmaz mı?

Hazret-i Ömer buyurdu ki, kızım, sen Fahri âlem hazretlerinin helali idin. Sen Ona bizden yakın idin. Bilmez misin ki, Server-i âlem bu dünyayı deniden [alçak dünyadan] ne mertebe sakınmıştır. Dünyayı hor ve zelil edip, emri altına almıştır. Ahirete teşrif edeceği zaman, bana vasiyet edip, (Ya Ömer, kıyamet gününde, benimle ve Ebu Bekirle buluşmak istersen, yolumuzdan ayrılma) diye buyurmadı mı? (M. Ç. Güzin)
İyi vaktinde senden cizye aldık

Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında kapı kapı gezip dilenen yaşlı bir zimmi gördü. Ona merhamet edip buyurdu ki: Ey pir, iyi vaktinde senden cizye aldık. Layık olan odur ki, bugün seni af etmeliyim. Seni af ettim. Her gün kendinin ve ıyalinin [çoluk-çocuğunun] yiyeceğini beyt-ül-maldan versinler. (Tenbih-ül gafilin)
Düşmandan korkma, Allah’tan kork

Hazret-i Ömer halife iken, İran memleketini feth etmek arzusunda idi. O memlekette İslamiyet yayılsın istiyordu. Sahabe-i güzin ile müşavere edip, asker topladı. Başlarına Sad bin Ebi Vakkas’ı komutan tayin edip, İran memleketine gazaya gönderdi. Sad hazretlerine de şöyle nasihat ve talimat verdi: (Ey Sad, düşmandan korkma, Allah’tan kork. Ordunun içinde günah işleyenler bulunmamalı!)

Faris vilayetine vardılar. Haber verdiler ki, arab askeri geldi. İranlılar asker tedarik edip, bunlara karşı durmak istediler. Kisranın askeri şehirden dışarı çıkıp, İslam askerinin karşısına kondu. İslam askeri yirmibin kişi idi. Sad bin Ebi Vakkas’ın huzuruna elçi gönderip, ne iş için geldiler ve maksatları nedir diye sordular. Hazret-i Sad buyurdu ki, Sizi dini İslam'a davet ederiz, onun için geldik. Eğer sözümüzü kabul etmezseniz, ceng ederiz.

Kisraya bu haber geldi. Kisra askerine dedi ki, yarın cenge hazır olunuz. Acem padişahlarına kisra derlerdi. Bu padişahın adı Yezdücürd idi. Dedi ki, bu gelen asker yirmibin kişidir. Siz yüzbinden çoksunuz. Onlardan niçin korkarsınız.

Sabah oldu. İki tarafın askeri atlara binip, saflar bağlayıp, bayraklar diktiler. Ceng yapmak için, bahadırlar hazırlandılar. Sonra iki asker birbirine girdi. İkisinin arasında mücadele ayyuka çıktı. O gece sabaha kadar muharebe ettiler. Hiç dinlenmediler. Yezdücürdün pehlivanlarından Rüstem bin Mihriban ki ermenidendir. Uzun zaman, muharebe meydanında bahadırlık yapıp, arab yiğitlerinin birinin elinde helak oldu. Bunu helak eden yiğit, işlediği bir günah yüzünden, [Hazret-i Ömer’in nasihat ve talimatı gereği] kumandanın çadırında mahpus idi. Bu mahpus, Rüstem’in bir kılıç vurması ile Müslümanların şehit olduğunu gördükçe, o dinsize diş bilerdi.

Hazret-i Sad’ın makadında bir ağrı olduğundan o gün, muharebedeki yerine tahteravan ile gitti. Savaş aletleri çadırda, cariyesinin yanında kalmıştı. O gazi, hizmetçiye yalvarıp, mahpus olmaktan kurtuldu. Hazret-i Sad’ın atını ve savaş aletlerini de hizmetçiden rica ile alıp, hemen meydandaki Rüstem’in yanına gitti. İlk hücumunda nara atarak Rüstem’i titretti ve göz açtırmayıp, ilk hamlede Rüstem’i atından düşürüp, öldürdü. Sonra sözünde durup, doğruca Hazret-i Sad’ın çadırında mahpus olduğu yere geldi. Hizmetçiye, zinciri boynuna taktırdı.

Dev Rüstem helak olduğu zaman, çözülme başladı ve kâfirler dağılıp, İslam askeri bunların ardına düştü. Kâfirleri kıra kıra şehirlerine götürdüler. Kale kapısını yıkıp, içeri girdiler. Yüzbin kâfirin ellibini öldürülmüştü. Doğru Kisranın sarayına geldiler. O padişahın bir oğlu ve bir kızı var idi. Esir aldılar. Hazinesinin tamamını ele geçirdiler. Çok mal ve hazine alıp, feth ve nusret ve şad olarak dönüp, Hazret-i Ömer’in huzuruna geldiler. Bütün Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’in bu gazasını kutladılar, hayır dualar ettiler. Hazret-i Ömer padişahın esir kızını, Peygamberimizin hanımlarından Ümmi Seleme validemizin huzuruna gönderdi. Zira, Ümmi Seleme validemiz tatlı dilli ve şefkatli idi. O kız, İslam'a gelir diye, onun yanına gönderdi. Çeyizini de Sad bin Ebu Vakkas getirip, Hazret-i Ömer’e teslim etti. Hazret-i Ömer de o çeyizi Beyt-ül-mal eminine emanet verip, böylece sakla, muhafaza et buyurdu. Üç ay sonra o kız, müslüman oldu. Hazret-i Ömer’e müjdelediler. Hazret-i Ömer, kızın bütün çeyizlerini ve altınlarını ve nice türlü elbiselerinin hepsini çıkarıp, cümlesini ona teslim edin diye emretti. Medine ahalisi bu malı görüp, hayret ettiler. Bu kız çeyizini görünce sevinip, Hazret-i Ömer’e dua etti. O kızın adı şehri Banu idi. Hikmet-i Rabbani, Hazret-i Hüseyin’e müyesser oldu, yani ona nikah ettiler.

[Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, dev Rüstem’i katleden o gaziyi ve hadiseyi Hazret-i Ömer’e arz etti. O da gazinin cezasını bağışladı.](M.Ç.Güzin)

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder