26 Mart 2016 Cumartesi

mezarları açtılar;şehitler sanki yeni vefat etmiş gi­biydiler.Cesetleri hiç değişmemiş ve bozulmamıştı.Kabir açılır açılmaz misk gibi bir koku yayıldı.Uyur gibiydiler.

Aradan kırk altı yıl geçmişti.
Hz.Abdullah’ın kabri sel sularının akıntı yerindeydi.Akan sular toprağı iyice oyunca şehitlerin kabirleri açılmıştı. Başka tarafa nakledilmeleri gerekince,mezarları açtılar;şehitler sanki yeni vefat etmiş gibiydiler.
Cesetleri hiç değişmemiş ve bozulmamıştı.Kabir açılır açılmaz misk gibi bir koku yayıldı.

Uhud Harbi’nin en şiddetli zamanıydı.
Okçular yerlerini terk etmiş, Müslümanlar darmadağın olmuş, binlerce düşmanın ortasında bir avuç arkadaşıyla bir peygamber yalnız kalmıştı. O Peygamber’in dişleri kırılmış;
damağı, yanağı, alnı yaralanmıştı.
Peygamber (sav) bir yandan yüzündeki kanları siliyor,bir yandan dua ediyordu:
Allahım,Sen kavmimi bağışla!
Çünkü onlar bilmiyorlar.



Uhud'da Hz.Peygamber(sav) yaralandığında,Hz Ali(r.a) kalkanı ile su getiriyor,Hz Fâtıma(r.a) da Resûlullâhın(s.a.v) yüzündeki kanı yıkıyordu.Sonra bir hasır parçası alınıp yakıldı.Ve yarası onunla dolduruldu.
(Buhari,179)
Babam (Uhud gazâsında) şehîd edildiğinde ağlayarak üzerinden elbisesini çıkarıyorum da beni ağlamaktan men ediyorlardı. Halbuki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem nehyetmiyordu. Halam Fâtıma da ağlamaya başladı. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem (halamı taziye ve şehîdin yüce mertebesini bildirerek) buyurdu ki:
Ey Fâtıma, siz ona ağlasanız da ağlamasanız da
siz şehidi kaldırana kadar melekler (onun üzerine toplandılar),kanatlarıyle onu gölgelendirdiler.buhari 621



Bugün sevgiliyi gördüm, her işe, her güce tat veren, yapmasını kolaylaştıran o güzeli gördüm. 0, o kadar güzel, o
kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)'in rühu gibi göklere yükseliyordu.
"Fussilet Suresi'nin 41/11. ayetine işaret var: "Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne
'İsteyerek varlığa gelin!' dedi. 'lsteyerek geldik.' dediler."
• Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı. Suyun ve kara
toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı.
• "Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin başın
merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel!
Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana
bir Mesnevî beytinde;
"Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur." diye
buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de;
"Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz." diye
buyurur.
• Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti yendiğin zaman havada
yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel!..
• Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve
sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin."

12. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır.
Müfte'ilün, Mefa-îlün, Müfte'ilün, Mefa-îliin
(c.I, 46)
• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi
tadından tat verdi.
• Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.
• Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem
sahibiyim, ben kendi satın aldığım ku-lumu satmam." dedi.
• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda
ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!" dedim. "Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla
işlenmiş atlas bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!"
• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir.
Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.
• Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde
geliyor.
"Kasîde, İslamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları
gazellerden fazladır. Asîde, nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu yemeklerinden "hasuta" belki de
"asîde" adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine
düşkün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"

13. Aşk, insanı yok eder, var eder, gönülsüz bırakır.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 39)
• Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni
sırlarına mahrem etmiyor.
• Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin
nerede? Gücün, kuvvetin nerede?" diye sordu.
• Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum, kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle
dolu seher vaktinde, o güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine götürür. 
• Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk,
mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da
odur, mülk de odur.
• Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san'atım, hünerim, bilgiler, yığın, yığın kitaplar hep senin olsun, arslan da
senin olsun, orman da senin olsun . Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.
• Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap
sunar, mest eder, insanı kendinden alır.
" Mevlevî şairlerinin en büyüklerinden olan Şeyh Galip merhum da bir şiirinde şöyle yazmıştı:
"Derd ü mihnettir, beladır adı aşk,
Bir marazdır, ibtiladır adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı vücüd,
Hiçtir, yoktur, bekadır, adı aşk."

14. Delilik zincirini sakın ayağımdan çözme!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'iliin, Müfte'ilün
(c.I, 40)
• Dilin halkası bir zincir oldu, ayağıma geçti. Sakın, bu zinciri çözme, yalvarırım sana, artık akıl kervanın önünü ben
vuramayacağım, sen vur!
• Ben senin mestinim, seninle neşeliyim, seninle hoş bir haldeyim. Ben senin iyiliklerinin, lütuflarının altında
kalmışım eziliyorum, sanki lütfundan gebe kalmışım, gebe eğer yükünü taşımazsa, bunu suç sayma!
• Hiç gökyüzü, kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi? Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?
• 0 padişah mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Göniil, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için
olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile!
• Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi
bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper.
• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu
meseleyi iyi anla!
"Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların
adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk
numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı
insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en
şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir
mahluktur."
• Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa
aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!

15. Melekler, gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar,
 yeryüzüne eğilip seni siper etsinler.
(c,1,47)
• Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın
yüzünde bulunabilir mi?
• Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Senin elinden
"Ey Allah'ım!" diye yalvarıyor.
• Parlak yüzüne karşı, güneş de, ay da secde ediyor. Çünkü senin güzelliğin ayla, güneşle maceraya girişiyor. ;
• Ay dün gece sana secde etmeye geldi. Fakat seni sevenlerin kıskançlığı ayın önüne çıktı; "Def ol, git, gelme!" diye
naralar atmaya başladı.
• Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını
çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. ¦
• Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini
kaparlar.
• Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti.
• Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de,
beni yeşertecek, hayata kavuşturacak?
• Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuya kalmıştı. Hayalin oradan geçti de,
gönlümü o halde gördü de... 
• Dedi ki: "Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş,
öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş."
• Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm,
iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver!

16. Yıldızlar bile senin nürunu görüp kendilerinden utanırlar.
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
 (c. 1, 50)
• Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni
görünce yüzünü ekşitiyorsun?
• Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun?
• Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran
oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun?
• Sen Hızır'ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak
benim, neden beni sevmiyorsun?
• Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü
bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin?
• Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel
yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden?
• Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp
kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzel'ikle iki
yüzlü olarak görünüyorsun?

17. (Na't) Peygamberimiz, Efendimize hitap!
Mefa'îliin. Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c. I. 55)
• Mübarek bedenin kadir gecesidir. însanlar onun yüzünden şerefler, devletler elde ederler. Ruhun da ayın on dördü
gibi parlaktır. Onun yüzünden karanlıklar yok olur, gider.
• Yoksa sen, Hakk'ın takvîmi misin? Herkesin tali'leri orada yazılıdır. Yoksa sen, mağfiret deryası, bağışlama denizi
misin ki, herkesin günahlarını orada yıkar, temizlersin.
• Yoksa sen, Levh-i Mahfüz musun ki, ilham sahibi olanlar, gayb dersini senden alırlar, öğrenirler? Yoksa sen
rahmet hazinesi misin ki, Hakk'a yakın olanlar, oradan elbiseler giyerler?
• Yoksa sen, neliksiz, niteliksiz rüh musun ki, bunların hepsinden, herşeyden dışardasın? Bu sırda, künhünü
anlayışta, düşüncelerde, te'emmüllerde, kuruntularda sarsılır, perişan olur.
• Sen, güzelliğinin nüru kuyuya akseden ay gibi acaib bir Yüsufsun. îşte akseden bir nümn sevdası ile, nice
Yakuplar, milletlerin tuzaklarına, kuyularına düşmüşlerdir.
• Şaşkınlıktan kurtulunca da, onun sıfatlarına bürünürler. Ilahî sıfatlar hayret hududunu geçince onu, kim
anlayabilir? Artık sus, derin manalı sözler de, ibretler de kırık, dökük söylendi.

18. Bütün güzellerin, güzellikleri onun güzellik denizinden bir damla.
Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün, Mefa'îliin
 (c. I, 54)
• Ey gönül, bu hoş devlet yurdundan, bu mana aleminden bir an bile olsa çıkma. Bir an can şarabını iç, bir lahza da
şekerler çiğne, rühanî zevkler al!
• Ruhanî tasavvurlar, vicdana dokunmayan, pişmanlığı olmayan zevkler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu manevî
haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmaktan, yahut da daha
gizli olan sırrın da sırrından gelmede...
• Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla, fakat
susuzluk hastalığına tutulmuş bir kişi, bir damla ile kanar mı?
"İbn Farız hazretlerinin Kasîde-i Ta'iyye'sinin 242 numaralı beyti de hakîkati ifade etmektedir.
"Her yakışıklı gencin ve güzel kadının güzelliği, muvakkat bir zaman için hep O'nun güzelliğinden verilmiştir."
• Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş ınana meydanlarına çıkmak için bir yol
var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun.
• Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının
fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok. 
•İki gözünü de kapamışsın; "Aydın gün nerede?" diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da,
sana; "Aç kapıyı!" diyor; "Ben buradayım."
• Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan
kurtul da, göklere, yücelere yönel!...
Baudlaire (Bodler)'in Kötülük Çiçekleri adlı kitabındaki Elevation (=Yükseliş) şiirinin şu kıtası Mevlana'nın bu beytini
terennüm ediyor:
"Bu zehir duygulardan yüksel çok uzaklara
Yukarı havalarda git temizle kendini
Ve berk-i semaların o temiz ateşini
Allah iksiri gibi içiver kana kana"
• Sen kendi gönlünde halvete çekilmişsin, düşüncelere dalmışsın, içine daldığın, elbise gibi sırtına giydiğin her
düşünce rengi ile, şekli ile senin yüzünden belli olur. Onu gizleyemezsin.
• Her ağacın gönlü, hangi tohumdan, hangi taneden su içerse, o içtiği su, ağacın dalında, yaprağında kendini
gösterir.
• Elma tohumundan su içmişse, ondan elma yaprağı biter; hurmadan su içmişse hurma verir.
• Nasıl hekim hastaların betinden benzinden hastalığını antarsa, gönül gözü açık olan da, yüzünün, gözünün
renginden senin dinini, inancını anlar.
• Dininin halini, sevgini, kini, renginden anlar. Fakat gizler, söylemez, seni rezil etmez.

19. Gül kendi güzelliği ile, bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder.
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin
 (c.I, 57)
• Ey müslümanlar, ey rnüslümanlar, güzelliği, yarım bir dikeni bile cennet bahçesine çeviren bir sevgili hakkında ne
demeli? Ne söylemeli?
• Onun aşkı, bir diyara bir an için olsun gelse, orayı şerefelendirse, mekanları mekansızlık alemine çevrir, yerleri
baştan başa paha biçilmez madenlerle doldurur.
• Allah'ım bu nasıl nürdur ki, her hüriye güzellik bağışlar, lütfederse, ateş bile isterse tabiatini terkeder. Ab-ı hayat
olur.
• îlkbaharı kıskançlığından «ötürü kırar, geçirirse ne çıkar? 0 lütfu tutar da sıkarsa binlerce ilkbahar meydana
getirir.
• Onun yüzü güneştir. Dünya ise o güneşin yüzüne bir perdedir. Fakat nakış, resim; nakıştan, resimden başka ne
görebilir?
• Gül, ilkbahara o güzellikleri vereni tanımasa bilmese bile, kendi güzelliği ile bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna
şahitlik eder. Der ki: "Benim rengime, kokuma, güzelliğime bakınız, elbette bunları bana veren biri var. îşte bana bu
güzellikleri lütfeden, size de o güzellikleri vermiştir."
"Hz. Mevlana Mesnevî'mn VI. cildinin 2700 numaralı beytinde şöyle buyurur: "Allah kendisine kullukta bulunan
güllere ne vefalı davranır, onlara ne güzel renkler verir, ne hoş kokular bağışlar." Bir ruba'îsinde ise şöyle buyurur: "Ey
gönül, sen gül bahçesinin güzelliğine mi hayran oldun da gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni
güldürüyor? : Yahut gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mi açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var.
Bu yüzden neşeleniyor, bu yüzden gülüyorsun
•Eger gülün bundan haberi olsaydı, rengi daima kırmızı ve ter ü taze kalırdı. Cünkü, aklı başında olan bir kişinin
yaşayışına bir afet gelmez.
• Sen aklını başına al da, öyle bir güzel bul ki, işi gücü bu olsun, ölümsüzlük yönünden olsun. Yoksa gül gibi
solacak, sonunda can verecek, ölüp gidecek bir güzele neden can vermeli, gönül vermeli?
• Tebrizli Şemseddin yüzünden kanlar dökmeye karar verdim. Benim elimde Zülfikara benzeyen bir aşk kılıcı var.
20. Onunla gizli gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin
(c.I, 58)
• 0 padişah geldi, o padişah geldi. Eyvanı (terası) süsleyen, o Kenan güzeli-nin güzelliğine hayran olarak
bileklerinizi bile kesin!
• Canın canının canı gelince, canın adını anlarnak yersizdir. 0 padişahın önünde can, kurban edilmekten başka bir
işe yaramaz.
• Ben aşksız kalınca yolumu kaybetmiştim, şaşırıp kalmıştım. Birden bire aşk karşıma çıkıverdi. Sevinçten kendimi
dağ gibi hissettim, sonra onun güzelliği ile eridim. Aşk padişahının atı için bir saman çöpü oldum.
• İster Türk olsun, ister Tacik, her kul ona bendedir. Hem de canın bedene yakın olduğu gibi ona yakındır. Yakındır
ama, beden canı asla göremez. 
• Haydi dostlar, baht geldi, tali' geldi, devlet geldi. Elinde ne varsa dağıtıp duruyor, herkese mutluluklar bağışlıyor.
Sanki şeytanı azletmek, kovmak için bir Süleyman geldi, tahta oturdu. Ondan yararlanın!
• Ne duruyorsun? Haydi sıçra, yerinden kalk, elin, ayağın yok değil ya! Süleyman'ın sarayının yolunu bilmiyorsan,
hüdhüdü bul, yolu ondan sor!
• Orada, onunla gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle;Süleyman bütün dilekleri kabul eder. 0
kuşların bile dillerini bilir.
• Ey kul! Söz rüzgar gibidir. Gönlü dağıtır, perişan eder, fakat Şems; "Dağınık şeyleri, topla!" diye buyuruyor, bunu da bil !. 

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder