29 Mart 2016 Salı

Yakınlarına,onlar ölünce nasıl yüreğin yanarsa o çeşit bak. Gelecek şey gelmiştir,onları ölmüş say,sevdiğini ölmüş bil. Mevlâna Hz

Yakınlarına,onlar ölünce nasıl yüreğin yanarsa o çeşit bak.
Gelecek şey gelmiştir,onları ölmüş say,sevdiğini ölmüş bil.
Mevlâna Hz


Ölü kendisini yıkayan,kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi tanır.Hz Muhammed sav
Ölümü yaklaşanlarınıza 
Kelime-i şehâdet
telkin ediniz,
hatırlatınız .
Hz Muhammed sav

921. Allah'ın yeryüzündeki baharından başka bir baharı daha vardır ki,

orada ölüm yoktur; çiçekler solmaz!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, , Fe'ilün
(c. IV, 1990)
Samandan ve ottan başka bir şey görmeyen hayvan canı,Allah'ın kudreti ile akıl,fıkir gül bahçesine layık oldu!
• Allah'ın yeryüzündeki bahar mevsiminden başka bir baharı daha vardır ki, orada ne ölü vardır, ne puta tapan vardır,ne de put!
• 0 manevî ilkbaharın esen rüzgarından baykuşlar beyaz doğan olurlar; baharın nefesi ile dişi çaylak, arslandan daha
iyi, daha yiğit bir hale gelir!
• Herkes, herşey dirilir ve şükretmek için ağızlarını açarlar! Öpüşler bile, ağızlardan gelen zevk ve neşe kokusundan
serhoş olurlar!
• Seher rüzgarının destanlar anlatan eli, güzel kokulu şeylerin bulunduğu kabı çalkaladı da, etrafa anber kokulan
yayıldı! 0 güzel kokular, çemen çocuklarına güzel şeyler öğretti!
• Seher rüzgarının nefesi, Cebrail (a.s.) gibidir; ağaçlar da Meryem'dir! 0 nefesin el oyununa bak ki, çiçek tozlarını
dalların üstüne serper de, karı ile kocanın yaptıklarını yapar!
• Bulut duvak altında güzeller bulunduğunu gördü de, Aden incileri, mücevherleri saçtı!
• Kırmızı gül, neşesinden yenini yakasını yırttı! Hz. Yakub'a Yusufun gömleğini ulaştırma zamanı geldi!
• Sevgilinin iki dudağı Yemen akiği gibi gülünce, Yemen tarafından Hz. Muhammed(s.a.v.)'e Rahman'ın kokusu geldi!-
"Hz. Mevlana bu beyitte, Veysel Karanî hazretleri için söylenen şu mealdeki hadîs-i şerife işaret etmektedir: "Yemen
tarafından Rahman'ın kokusunu duyuyorum!"
• Bilmiyorum, daha ne kadar böyle dağınık sözler söyleriz? Zamanın o güzelinin dağınık saçlarını görmedikçe gönlüm,
bir türlü rahata kavuşmuyor!
• Ey Şems-i Tebrîzî; gel, gönlüme güneş gibi ışık kılıcını vur! Kalkana benzeyen cana, ancak güneşin kılıcı nur
verebilir!

 922. Sevgilim! Gönül ve can, senin mest olmuş gözlerinin birer kölesidir!
Fe'ilat, Fa'ilatün, Fe'ilat, Fa'ilatün
(c.IV, 1985)
• Sevgilim; şarap getir de, mest olanların mahmurluklarını gider! Onların hepsi de, güzel yüzünün aşkı ile
kararsızdırlar! 
• Onlara, yıllanmış şarap getir; sabah şarabı ile güller açtır! Mest olanların şarabından gökler bile coştu!
• 0 canın kararını, o canın gülünü, lalezarını ver de, mest olanların ağızlarını, kucaklarını şekerle doldur!
• Şarap kadehini eline al, şeker gibi avucunu dudaklarına götür! Kerem et, rahmet suyundan serp de, mest olanların
elem tozlarını bastır!
• Sevgilim! Gönül ve can, senin mest gözlerinin birer kölesidir! Sende bulunan o hoş şarapla mest olan ihtiyarlarını,
cüz'î iradelerini ellerinden al!
• Lale renkli şarabın tadı onların damaklarına değince, mest olanların yüzlerinin, yanaklarının renginden gül bile
utanır!
• Aşıklar meclisinin her tarafı şaraptan sakinleşince, mest olanların zülfikarının ucu, gamın boynunu vurur!
• Sevgilim! Sen, bizim gündüzümüzsün; gamımızı kederimizi yakansın! Mest olanların işlerinin güçlerinin yoluna
girmesi, yücelmesi hep sendendir!
• Arslanların kulaklarından tut da, hepsini deve gibi katar et! Çünkü sen, Hakk arslanını tutansın; mest olanların
yularları avucundadır!
• Akikten kadehin var, tam bir tadın var! Mest olanları avlamak için ne garip bir tuzağın var!
• Sen cansın; senin değerinin ölçüsüz kalmaması için söz burada kesildi! Sen sakîleri imrendirirsin; mest olanlar
seninle avunurlar!

923. Arş şarabı öyle bir şarap ki, bir kadehini ölünün avucuna koysan,
ölü dirilir, telkine cevap verir!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1983)
• Allah'a yemin ederim ki, ne yağlı yemeklere meylim var, ne de ballı tatlıları canım istiyor! Altın dolu kesede de, altın
kasede de gözüm yok!
• Bütün yeryüzündekileri zamanı gelince öldürüyorsun! Bu hali gören ay, gökyüzünden bağırıyor! Diyordu ki: "Bu ne
şaşılacak şey; bu ne kudret, bu ne temkin, bu ne cömertlik!.."
• Allah'a hamd olsun ki, bu ülkeye ulaştım! Aşkın, bana; "Oturma, yürü!" dedi. Meğer tamamıyla doğru imiş! İşte,
dediği çıktı; yürüyorum!
• Beni ayakta görünce başı ile işaret etti de; "Otur, rahatına bak!" dedi. "Ne diliyorsan dile; o, eline geçecek, muradına
erişeceksin!"
• Bütün varlıklar onun aşkı ile mest olmuşlar da, ona secde etmedeler! Kurt ile kuzu uzlaşmış; gönüllerde ne haset
kalmış, ne de kin!..
• Öyle mest olmuşlar ki, köyün yolu ile evin yolunu ayırdedemiyorlar! Biz insan mıyız, yoksa kırmızı gül müyüz;
farkında bile değiller!
• Herkes eline bir kadeh şarap almış; "Söyle ey şekerler gibi tatlı, güzel padişah! Ne yapayım; bunu içeyim mi, yoksa
birisine mi bağışlıyayım?" diyor!
• 0 da cevap verip diyor ki: "Sen içmene bak; neden bağışlamak istiyorsun? Hele sıra sana gelince, bağışlamanın yeri
mi var?" Bunu duydum da içtim. Zaten ben, onun kuluyum; içmeyeyim de ne yapayım?
• Sen, bu arş şarabını iç! Bu öyle bir şarap ki, bir kadehini ölününün avucuna koysan, ölü dirilir, telkine cevap verir!

924. Dostlarla beraber, yağmur gibi, bağlara bahçelere yağalım!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
(c. IV, 1913)
• Yarın, bütün dostlarla beraber bahçeye gidelim; ruhları ile anlaşan, sevişen dostlarla beraber yağmur gibi bağlara
bahçelere yağalım!
• Çağırdık, seslendik; "Duydum, duymadım!" demeyiniz! Yarın, bağa bahçeye gitme günüdür; aşıkları, dostlara hakkı
geçenleri çağırdık!
• Şu bahar mevsiminde, bağlarda bahçelerde yüzbinlerce güzeller, yüzbinlerce yeşillik gelinleri, o güzellere gönül
verenler, o gelinlerle gerdeğe girenler var!
• Onların hepsi de neşeli, hepsi de gülüyorlar, el çırpıyorlar; hepsi de aşk padişahı, hepsinin tacı tahtı var!
• Her ağacın altında bir ay yüzlü dilber var; ne kadar da güzel, ne kadar da hoş! Yasemin yanaklı güzeller, güzellikleri
ile göz kamaştırıyorlar!
• 0 güzellerin bir kısmı, çayırlar çimenler, yeşillikler gibi yaya yürüyorlar; bir kısmı gül dalları gibi atlı!
• Ne yeşilliğin güle haset ettiğini görüyorsunuz, ne de sevgi şarabı ile mest mahmurluğunu görüyorsunuz!
925. Artık dünya evinden bıktım, usandım; ötelere gitmek zamanı geldi!
Mefa'îlün, Mefa-îlün, Fe'ulün
(c.IV, 1896)
• Bu kadar cefa etmek ve mazlumların kanlarına girmek sana yakışmaz!
• Benim, senin için yaşamam gerek; yoksa, bence can vermek kolaydır!
• Senin adını duyduğum günden beri uykusuz geçen geceleri saymaktan usandım!
• Senin gibi bir kerem ve ihsan sahibinden nasibimin ızdırap duymak, meyus olmak halinde görünmesi reva mıdır?
• Ey sahibim, ey efendim! Güzel yüzünü görmek ve gözünün önünde ölmekten daha şerefli, daha hoş bir şey olamaz!
• Mum gibi kanım ateşler içinde kaldı; gönülden cosmadayım; yanaklarım sarardı soldu!
• Artık bu dünya evinden bıktım, usandım; göklerin üstüne çıkmak, ötelere gitmek zamanı geldi!

926. Yokluk bir denizdir; Şu alemse, o denizde bir köpük!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'üliin
(c. IV,1902)
• Ey hakikati göremeyen körlerin emîri! Ben sana; "Delileri azdırma, imansızları coşturma!" demiyor muyum?
Mademki inanmıyorsun, sus, söyleme!
• Bana; "Görünmez alemde olanları göster!" diyorsun; yiğit, yürekli erlerin hayvanlarla ne ilgisi var?
• Uçsuz bucaksız denizde, vahdet denizinde gemi nedir, tahta nedir? Bu kerem deryasına karşı yakınlar kim olur,
uzaklar kim olur?
• Aslında, yokluk bir denizdir; şu alemse, o denizde bir köpük! 0, bir Süleyman'dır; insanlarsa karıncalar!
• Deniz coşunca köpük meydana gelir; o denizin büyüklüğü karşısında İran ile Turan, ancak iki köpüktür!
• Söyle; bu coşkunluk karşısında gayret ne işe yarar? Şu sabreden kişilerin sabrından kim bahsedebilir?
• Çirkinler, bu denize dalınca güzelleşirler; acılar, bu köpükle tatlılaşırlar!

927. Gönlümü sık sık hırpalama!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
(c.IV, 1899)
• Aşk uğrunda kanlar içen gönlümü, sık sık hırpalama; bir defa da olsun, al git! Senin gamından yüzlerce parçaya
ayrılan, param parça olan gönlümün her parçasını ayrı ayrı alma; parçaların hepsini bir araya getir de öyle al! Gönlümün
bir parçasının bile başkasına gittiğini istemem!
• Bugün, ya benim canıma bir çare bul, yahut da bu çaresizin canını al gitsin!
• Dün bütün gece sabaha kadar; "Allah'ım!" diyordum: "0 kan içen zalimden benim intikamımı al!
• 0 taş yürekli nasıl benim kanımı döküyorsa, Sen de o katı taştan benim kanımı al!"
• Gönlün eliyle, sana iki-üç tane mektup gönderdim; ona acı da, o zavallının, o avarenin elinden hiç olmazsa bir
tanesini al, oku; halimi anla!..
• 0 mektuplardaki yazılarda, aşkın sureti ve şekilleri var; ibret olsun diye onları bir gözden geçir!

928. Akıl gelmiş; "Ben ilahî aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!" diyor!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
(c.IV, 1900)
• Ey mest olanların münisi, yakın dostu; gel de, mest olanların düşüncelerini gör, sevdalarını seyret!
• Ey güzellerin emîri, gel! Gel de, mest olanların yüzlerini senin pek güzel olan, pek nurlu olan yüzünün ışığı ile seyret!
• Gelmeye tenezzül etmesen bile, köşkünün penceresinden başını çıkar da mest olanların kavgalarını, gürültülerini
gör!
• Gel ey mest olanların uykularını bağlayan, uykunun onların yanına varmasına engel olan; gel de, ayrıca onların
ayaklarındaki bağları gör!
• Hakk aşkı ile mest olanların feryatları, heyheyleri, bütün gece ta sabaha kadar ötelere, gökyüzündekilere doğru
yükselir durur! 
• Gökyüzünde bulunanların hepsi de derler ki: "Biz de o sevgilinin aşkı ile harabız, gökyüzü de harab! Eyvahlar olsun
böyle mest olanlara!"
• Melek de, insan da, devler de, periler de mest olanların reyleri, kararları gibi altüst olmuşuz!
• Su pazar yeri, şu dünya Hakk aşkı ile mest olanlara hiç yurt olabilir mi? Burada bütün ayıkların bile külahlarını
kaptılar!
*Dönüp duran gökyüzünü gördüm. Diyordu ki: "Ben, mest olanların helvasından bir lokmayım!"
• Ben, aşkın ağzından işittim. Diyordu ki: "Ben, mest olanların güzel sevgilisiyim!"
• "Oruç ayı geldi; artık, mest olanların cana canlar katan kadehini bulamazsın, göremezsin!" derlerse,
• Onlara de ki: "Mest olanların içtikleri şarap, üzüm şarabı değildir; o şarap, can denizindendir! îlahî aşkla mest
olanların sakîsi, o şarabı ele, ağıza sunmaz; cana, gönüle sunar!"
• Şu dünyada herşey, insanoğlunun aklının eseridir; bu yüzden herşey, insanoğlunun aklının kölesidir! îşin tuhaf tarafı
şu ki; akıl da gelmiş; "Ben, ilahî aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!" diyor!

929. Sen, bize ötelerin, o yüce alemin tertemiz şarabını sun!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. IV, 1912)
• Ey sakî; gel, bize şarabımızı sun! Sun da, o şarabın tesiri ile kazaları bizden def' et, onları uzaklaştır!
• Başımıza gelecek olan kaza ve kaderin yücelerden geri dönüp gitmesini istiyorsan, sen, bize ötelerin, o yüce alemin
tertemiz şarabını sun'.
• Tozdan topraktan ibaret olan yeryüzü de ne oluyor; sunulan şarap yeri de döndürür, göğü de, denizi de!..
• Artık, şu küçücük, şu değersiz fanî sevdayı düşünmüyorum! Gel de, verdiğin şarapla sevda denizlerini de
döndürmeye başla!
• Eğer ben şarap kadehinin mahremi değilsem, beni yok say da, sunacağın şarapla var et!
• Mest oldukları için aşk yollarında eğri büğrü yürüyen gönülleri, şarapla, elsiz ayaksız yürüt gitsin!

930. Bütün varlıkların her birine, değerlerine göre,
 padişah mutfağından bir sofra hazırlanmıştır!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
(c. IV,1910)
• Dünyanın her cüz'ünü, her parçasını seyret; hepsi de hareket halindeler; bir yerden bir yere geçip gitmedeler! Şunu
iyi bil ki; herşey, bir yolculuktan gelmiştir!
• Bil ki; herşey, rızık ümidi ile kendini yaratan padişahın önüne başını koymuştur!
• Bütün varlıklar, bunalmış, perişan bir halde yıldızlar gibi parlamak için güneşin ayağına düşmüşlerdir!
• Hepsi de; "Denizi bulurum!" ümidi ile seller gibi altüst olmuş, boşanarak, köpürerek, feryad ederek denize doğru
akıp gitmedeler!
• Bütün varlıkların her birine, değerlerine göre, padişah mutfağından bir sofra, bir nimet hazırlanmıştır!
• Onların, denizleri sömürüp içen, bir türlü kanmayan canlarına karşılık, şu dünya denizleri değersizdir!
• Tebrizli Şems'in gözlerine bak da; incilerle dolu başka bir denizi seyret.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder