29 Mart 2016 Salı

Kadının tesettürü,örtünmesi hicretin üçüncü senesinde gelen,Ahzâb ve beşinci senesinde gelen Nûr sûrelerinde emrolundu.

Kadının tesettürü,örtünmesi hicretin üçüncü senesinde gelen,Ahzâb ve beşinci senesinde gelen Nûr sûrelerinde emrolundu.
Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka her yerlerini örtmeleri emredildi. İnce olup içindeki uzvun şekli veya rengi görünen kumaş, yok demektir.
Avret yerini örtmek, namazda da, namaz dışında da farzdır. Yalnız iken kılarken de, örtmek farzdır. Temiz elbisesi bulunan kimsenin karanlıkta, yalnız iken de çıplak kılması câiz değildir. Kadınların, namaz dışında, yalnız iken, diz ve göbek arasını örtmesi farz olup, sırtını ve karnını örtmesi vâcib, başka yerlerini örtmesi edebdir.
Kadınların, yabancı erkeklerle, ihtiyaç olduğu zaman, fitneye sebep olmayacak şekilde, sert ve ciddi konuşması câizdir. Kadınların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklere; lüzûmsuz yere, seslerini duyurmaları, erkekler arasında Kur'an-ı kerim, mevlid okumaları büyük günahtır.
Kadınların, kızların ince, dar veya kürklü örtü ile ve küpe, gerdanlık gibi zînet eşyası açık olarak ve erkekler gibi giyinerek ve saçlarını erkekler gibi traş ederek sokağa çıkmaları haramdır. Bunun için, geniş bile olsa, pantalon ile örtünmeleri de câiz değildir. Çünkü pantalon, erkek elbisesidir. (Tergîb-üs-salât)daki hadis-i şeriflerde, “Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen, süslenen erkeklere lânet edildi”

811. Biz, kitap yazmaktan başka bir bilgisizlik bilmiyoruz.
Mefa-îlün, Mefa-îlün, Fe'ulün
(c. HI, 1536)
Biz aşıklarız, gel, aramıza katıl, katıl da sana aşk bahçesinin kapısını açalım. Gel, gölge gibi evimizde otur, biz aşk
güneşinin komşularıyız.
• Bizler dünyada can gibi göze görünmüyoruz. Aşıkların aşkı gibi bizim nişanımız, izimiz belirmiyor.
• Aşkımız görünmüyor ama, eserleri meydanda, sararıyoruz, soluyoruz. Bu hal aşka bağlı. Çünkü biz can gibi hem
gizliyiz, hem görünüyoruz, meydandayız.
• Sen, söylediğin her şeyden vazgeç de yücelere bak. Biz yücelerin de yücesindeyiz, ötelerdeyiz.
• Sen, bir çukurda mahpus kalmış, başka tarafa akamayan bir su gibisin. Bize gel, bize katıl, bozulmaktan, kokmaktan
kurtulursun! Çünkü biz, coşkun akan bir aşk seliyiz. 
• Biz, yokluk aleminde her şeyimizi harcamış kişileriz. Biz, kitap yazmaktan başka bir bilgisizlik bilmiyoruz.

812. Ben ateşten bir ağaç gördüm.
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün,
(c. III, 1414)
• Ben, ateşten bir ağaç gördüm. "Ey benim sevgilim!" diye bana seslendi. 0 ateş, beni çağırıyordu. Yoksa ben îmran
oğlu Musa mıyım?
• Belalara düşerek çöllere daldım. Kudret helvası, bıldırcın yedim. Kırk yıldır Musa gibi bu çölün etrafında dönüp
dolaşmadayım.
Ey benim canım,gel,sen bir Musa'sın! Bu beden de senin sopandır.Bedenini sevdin mi,bedenini tuttun mu;onu ağaçtan bir sopa yaparım. Bedenini attın, hor gördün mü; onu, hünerler sahibi ejderha haline korum.
• Sen bir îsa'sın, ben de senin bir kuşunum. Sen, balçıktan bir kuş yaptın. Bana bir üfürünce canlanır, kanatlarımı
açar, göklere uçarım.
• Ben, Medine'deki mescidin direğiyim. Peygamber bana dayanarak hutbesini söyledi. Bir başka yere dayanınca ben
ayrılık derdiyle ağlar, inlerim.
• Ey efendiler efendisi! Ey padişahlar padişahı! Ey suretler, şekiller yaratan, fakat suretlerden, şekillerden münezzeh
olan Allah! Beni ne şekle sokacaksın? Bunu ben bilemem ki, bunu ancak Sen bilirsin.

813. Biz, yücelere gidiyoruz.
Fa'ilatün, Fa-ilatün, Fa'ilün
(c. IV, 1674)
• Biz yücelerden, ruh aleminden geldik. Yine yücelere gideriz. Biz, vahdet denizindeniz, yine denize gideriz.
• Biz ne öteki alemdeniz, ne de bu alemden. Biz, mekansızlık alemindeniz, yine mekansızlık alemine gideriz.
• Başımızı bir dalga gibi kendimizden çıkardık, yine kendimizi seyretmek için böyle yükselerek yolumuza devam
ederiz.
• Haydi yol arkadaşlarını, varacağın durakları hatırla da, bizim her an durmadan ezel alemine doğru gitmekte
olduğumuzu bil, anla!
• Bizim başımızda yüksek himmetler vardır. Bir yücelerden ta büyük ve eşsiz Allah'ımıza gideriz.
• Ey söz, sus artık! Benimle beraber gelme! Sen dünyada kal! Bak, biz kıskançlıktan ötürü dostun yolunda bizsiz
gideriz.
• Ey bizim varlık dağımız! Yolumu bağlama, kapama! Bana engel olma! Biz,Hakk yolcusunun en son varacağı durak
olan Kaf dağına, zümrüd-i anka gibi gideriz.

814. Ben dünyaya mensup değilim, ben ötelerdenim.
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün,
(c. III, 1427)
• Ben ötelerdenim, ruh alemindenim. Bu dünya düşüncesinde değilim. Ben, ne sudan ne de topraktanım. Benim bu
dünya ile ilişkim yok!
• Yukarılarda, gökyüzünün sonsuz boşluğunda sayısız yıldızlar varmış, denizlerde inciler bulunurmuş. Ovalarda
nergisler, yaseminler, güller açarmış. Ben, bunlarla da ilgilenemem.
• Ben öyle bir manevî zevke dalmışım ki, neşelerden, sevinçlerden bile usanmışım, bıkmışım. Gönlümün yarinden
başka, hiç bir kimse bana yar olamaz, beni neşelendirmez!
• Ben, aşk ırmağının suyuna düştüm, yıkandım, renkten ve kokudan arındım. Sevgilimin, kalbimde açtığı yaranın zevki
aşkına düştüm de, merhem aradığım yok!
• Ben güzel gülüşlü îsa'yım. Şu ölü dünya benimle dirildi. Fakat ben Allah'a mensubum. Benim, Meryem'le bir ilgim
yok!
• Ben, aşktan, sevgi sözünü duydum da susmayı kendime huy edindim. Aşka deyiniz ki; "Ben artık dostla konuşurken
'hayır, neden' sözlerini söyleyemem."

815. Nerede olursan ol sen, her yerde hazır ve nazırsın.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefilün,
(c. III, 1377) 
• Ey gönül gibi hem benimle beraber olan, hem de benden gizlenen sevgili! Sana gönülden selam veriyorum. Sen,
Kabe'sin. Nereye gidersem gideyim, sana yönelirim, sana varmak isterim.
• Nerede olursan ol, sen her yerde hazır ve nazırsın. Uzaktan bize bakarsın. Adını anınca, gece bile olsa ev aydınlanır.
• Göze görünmeyen bir sevgiliysen, her an niçin gönlümü incitip duruyorsun? Eğer sen, göz önünde isen ne diye
olmayacak düşüncelere kapılıyorum?
• Beden bakımından uzaksın ama, gönlümden gönlüne açılmış bir pencere var! 0 pencereden, ay gibi hırsızlamacasına
sana haber gönderir dururum.
• Ey güneş! Sen, uzaklardan bize nurlar gönderiyorsun. Ey senden ayrı düşmüşlerin canı! Canımı sana kul, köle
etmedeyim.
• Kulakta da sen varsın, akılda da, coşkun gönülde de! Fakat bunlar da oluyor ki, sen, benimsin! Sen bensin! Seni
böylece övmedeyim, anlatmadayım.

816. Ben garip bir kişiyim. Başımda senin sevdan var!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c. III, 1611)
• Yapma ey dost! Ben garip bir kişiyim. Başımda senin sevdan var! Ben dertliye, yurdundan ayrı düşmüş ben garibe
hoş bir şekilde bak! Ben, seni istemekteyim. Başka isteğim yok!
• Senin aşkınla mestim, kendimden geçmişim. Benim, kendimden bile haberim yok! Hep seni durmadan istemekten
ötürü, başımı bile kaşıyamıyorum.
• Gönlüm neden nurlandı, aydınlandı, neden ikbale erdi; sana söyleyeyim.
• Bu garip gönlümün aynasında, senin güzelliğini, eşsizliğini, hissediyorum, buluyorum da ondan!
• Ey dost, kıyamet gününü düşün de beni azarlama, ayıplama! Ben senin kınla coşmuşum, dalgalanıyorum. Bütün
dalga olmuşum. Bütün coşkun olmuşum. Çünkü bende senin vahdet denizinin mübarek incisi bulunmaktadır.
• Gönül sarayına girip seni görmek istiyorum. Gafletimin kapıcısı beni içeri bırakmıyor. Beni başından savmak
arzusunda ama, o bilmiyor ki, ben gizli gönül penceresinden seni seyretmedeyim, temaşadayım.
• Bundan sonra artık coşmayayım, kıyametler koparmayayım. Bende senin aşkından söz eden gönlün varken, artık
kim benim gönlüme , hükmeder?

817. Sen ne bilirsin ki, ben, gönülde hangi padişahla beraberim?
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün,
(c. HI,1426)
• Sen ne bilirsin ki, ben iç alemde nasıl bir padişahla oturmaktayım? Sen benim sararmış yüzüme bakma, benim demir
gibi sağlam ayaklarım var!
• Ben, yüzümü beni yaratan ve bu dünyaya getiren o padişaha tamamıyla çevirmişim. Beni yarattığından ötürü, ona
binlerce şükrüm var!
• Ben bazen güneşe, bazen içi incilerle dolu denize benziyorum. Taştan, topraktan yaratılmış, değersiz bir varlık gibi
görünüyorsam da, iç yüzümle, en azîz, en şerefli bir mahlukum.
• Şu dünya küpünün içinde, bir arı gibi vızıldar dururum. Fakat sen, sadece benim bu sızlanmalarıma bakma, benim
balla dolu bir kovanım var!
• Şu çarkı döndüren su, ne de korkunç! Fakat ben, o suyun dolabıyım. 0 suyun üstünde hoş, tatlı iniltilerle dönüp
duruyorum.
• Her cüz'üm açılmış, neden solayım, perişan olayım? Altımdaki burak eğerlenmiş bekliyor. Neden eşeğe kul olayım?
Ayağımı akrep sokmadı ya, neden aydan geri kalayım? Sağlam bir ipim var, neden bu kuyudan çıkmayayım?
• Can güvercinlerine, bir güvercinlik yaptım. Ey can kuşum, uç, benim bunlardan da sağlam yüzlerce kalelerim var!
• Evlere vurur, evlere düşersem de, ben, mana güneşinin ışığıyım. Ben, topraktan, sudan doğdum. Anam balçıktır.
Fakat ben, akîkim, altınım, yakutum!
• Sen, herhangi bir inciyi görürsen, o incinin içinde, öte yüzünde başka bir inci ara! Çünkü her zerre; "İçimde bir
define saklıdır!" diye söylenip durmaktadır.
• Her inci sana; "Güzelliğimle yetinme, alnımda parlayan nur, içimde yanan ışıktan ileri geliyor." demektedir.
• Ben sustum. Sende gerçekleri anlayacak akıl yok! "Gören, anlayan bir can gözüm var!" diye kulağını sallama,
kendini aldatma!

818. Yücelerden gelen yücelere gitmek ister. 
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. III, 1585)
• Ey balçıktan yaratılmış dünya! Seni tanıdım tanıyalı yüz binlerce mihnetle, yüz binlerce dertle, bela ile tanıştım.
• Sen, eşeklerin yayıldığı bir otlaksın. Hz. İsa'nın konak yeri değilsin. Ben eşeklerin otlağını nasıl oldu da tanıdım,
bilmiyorum ki!...
• Bu balçık yurdundan kurtuluş düşüncesini, kurtuluş yolunu gönlüme düşürenin havasına uyayım da, ağaç gibi yer
altından baş kaldırarak, ellerimi göklere uzatarak kurtulmak için uğraşayım.
• Çiçeğe dedim ki: "Ey çiçek, bu çocukluk yaşında, nasıl oldu da tam olgunlaştın; kemale geldin?" Çiçek dedi ki:
"Seher rüzgarını tanıdım, o beni uyandırdı da çocukluktan kurtuldum!"
• Ağacın dalı yücelerden gelmiştir de onun için hep yükselir, yücelere gitmek ister. Ben de aslıma doğru yükseleyim.
Çünkü ben de aslımı bildim, tanıdım.
• Ben, ne diye bu balçık yurdunda, aşağı, yukarı deyip duracağım? Benim aslım, benim yerim mekansızlık alemidir.
Ben herhangi bir yerin ehli değilim. Nereden, neyi tanımışım, ki!
* Hayır, sus artık, yok ol! Yokluğa var da, hiç bir şey olma! Bir bak da gör, ben, her şeyi yoklukta gördüm, tanıdım.

819. Kendimi var sayarsam, ben yokum! Fakat kendimin yok olduğumu anladığım zaman varım!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün,
(c. III, 1419)
* Gönlümün halini, sevgilime bildiğim gibi anlatayım. Gözlerimden yaşlar boşandı, gönlüm kana boyandı, bir türlü
anlatamadım.
• Evvelki gün gönlümün halinden kırık dökük bir şeyler anlatıyordum. Düşünce kadehi daraldı. Ben de küçük bir şişe
gibi onu kırdım.
• Bu aşk tüfanında koskoca gemiler paramparça olurken, tahta tahta kırılır, Aynlırken benim gönül kayığım ne olur, ne
hale gelir? Zaten ben dayanıksız, elsiz, ayaksız biriyim!
 "Şeyh Galip şu beyti söylerken acaba Mevlana'nın bu beytinden mi ilham aldı:
 "Yine zevrak-ı derünum kırılıp kenara düştü,
 Dayanır mı şişedir o reh-i sengsara düştü."
(Yine gönül kayığım aşk denizinde dalgalara dayanamadı kenara düştü. Gönül kayığı şişe gibidir. Taşlı yere düşünce
dayanır mı?)
• Şu gemi de dalgalardan kırıldı, dağıldı. Ne güzelliği kaldı, ne de çirkinliği. Ben de kendimden geçtim, acele bir tahta
parçasına sarıldım.
• Şimdi ben, ne yüksekteyim, ne alçaktayım. Fakat, bu söz yerinde olmadı. Konuya uygun düşmedi, aşağı düştü.
Çünkü bu dalgayla ben bazen yüceler yücesine çıkmadayım. Bazen de yücelerden çok aşağılara inmedeyim.
• Yok muyum, var mıyım; ben ne bileyim? Ancak şu kadarını biliyorum ki: "Kendimi var sanırsam ben yokum! Fakat
kendimin yok olduğumu anladığım zaman varım!"
• Kıyamette tekrar dirileceğimden şüphem yok! Şu dünya mahşerinde yüzlerce defa düşünce gibi ağlayıp inleyerek
öldüm. Yine düşünce gibi canlanıp dirildim!
• Şu dünya ovasında, sevgili avcım beni avlayıncaya kadar ciğerim kan kesildi. Av olmama nasıl sevinmeyeyim? Beni
avladı da kurtuldum.
• Düşünce sanki bir orman, bu ormanda yüzlerce kurt var! Böyle olunca ben niçin düşünceye dalayım? Ben, bana bu
düşünceyi verenin yüzünden mest oldum.

820. Gözlerime hoş bir hayal göründü.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün,
(c. III, 1379)
• Ben sevgilinin gül bahçesinden ve ezel meyhanesinin mahallesinden geldiğim için gözlerimde hoş bir hayal var!
• Mest oluşun sermayesi benim! Varlığın, var olmanın gayesi de benim! Manen yükselen melekleşen de benim, nefsine
uyup aşağılara düşen de benim! Ben dönüp duran gökyüzü gibiyim!
• Ta ezelde, başlangıçta, yaratıldığım yerden geldim. Ben ilahî emanet olan ruh ile anlaştım, dost oldum, dönüp gittim,
tekrar geldim. Pergel gibi bir noktanın etrafında dönüp duruyorum.
• Ben de ruha "Gel!" dedim, "Hoş geldin, sefalar getirdin, her halde bana yardıma geldin, bana yardım et!" 0 da bana;
"Yardıma geldim, zaten bu iş için geldim." dedi. 
• Ben ay'ım, sen de benim ışığımsın. Sen hem gül bahçesisin, hem de su! Bunca yolu senin için aştım, ayakkabımı
giymeden, sarığımı sarmadan koşa geldim.
* Gülerek içeriye gir; acılığı yok et! Ey hoş acılık, şad ol, neşelen! Ben önce diken olarak geldim ama, sana güller
vereceğim.
• Gül başını kaldırdı da; "Sabır, ferahlığın anahtarıdır!" dedi. Her dal: "Zorluk yok! Çünkü sabrettim de inciler gibi hoş meyveler vererek geldim." (dedi).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder