29 Mart 2016 Salı

İmam-ı Azam Ebu Hanife Adı Numan b.Sabit.Künyesi Ebu Hanife.Lakabı İmam-ı Azam. Kûfe’de 699 senesinde doğmuş.Doğduğu dönem İslâm tarihinin hicranlı sayfalarından.Bir türlü dinmek bilmeyen siyasi ve sosyal çalkantılar yaşanıyor.

İmam-ı Azam Ebu Hanife
Adı Numan b.Sabit.Künyesi Ebu Hanife.Lakabı İmam-ı Azam. Kûfe’de 699 senesinde doğmuş.Doğduğu dönem İslâm tarihinin hicranlı sayfalarından.Bir türlü dinmek bilmeyen siyasi ve sosyal çalkantılar yaşanıyor.
Numan b. Sabit, Kur’an ilimleri, hadis, nahiv, edebiyat, şiir, kelâm gibi ilimlerde tahsilini tamamladığında henüz çocuk yaştadır. Ömrünün elliiki yılı Emeviler, onsekiz yılı da Abbasiler zamanına denk geliyor. Ömer b. Abdülaziz’in kutlu devrini görmüş. Nihayet Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur zamanında çeşitli acılar ve işkenceler altında 767 senesinde şehit olmuştur.
Bid’atlar Karşısında Bir Kale
İmam-ı Azam Ebu Hanife Rh. A., sadece akaid ve fıkıhta değil; aynı zamanda devrindeki siyasî çekişme ve baskılara karşı tavrıyla da öne çıkmış bir imamdır. Zulme boyun eğmeyecek derecede yüksek bir şahsiyeti vardı. Zamanında meydana gelen siyasi çekişmeler ve çalkantılar karşısında, ilminin ve kemâlatının gereği yiğitçe tavırlar sergilemiş, fikirlerini ve düşüncelerini muarızlarına karşı çekinmeden savunmuştur.
İmam-ı Azam Rh.A.’in zühdü, takvası ve ilmî otoritesi yanında, insanları etkileyen bir başka yönü de mantık ve kıyastaki gücüydü. Süratli anlama ve analiz etme kabiliyeti ile çözülmez sanılan meselelere çözümler getiren İmam, döneminin alimlerine parmak ısırtıyordu. Kelâm ilminin zirveye ulaştığı Basra’ya en az yirmi defa gidip-gelerek oradaki Mutezile, Haricî ve diğer bid’at ehli gruplara karşı Sünnet-i Muhammedî yolunu savunmuş, akıllara takılan suallere cevaplar vermiş, müminleri şaşırtan akımlara karşı mücadele etmişti.
Devrin büyük alimi Hammad Rh.A.’in ders halkasına katılarak İslâm Hukuku’nda derinleşen İmam, bu hocasından yaklaşık yirmi yıl ders alır. Kırk yaşlarında zorlu bir eğitim devresi geçirmiş olarak hocasının vefatıyla boşalan kürsüsünün vârisi olmuştur. Yaklaşık otuz yıl boyunca bu kürsüden verdiği derslerle, sonraları kendi adına izafeten “Hanefîlik” adı verilecek olan fıkıh ekolünün temellerini oluşturmuş, sekizyüz öğrenci yetiştirmiş, binlerce hukukî sorunu çözmüştür. Bu süre içinde devlet makamlarından uzak durmayı hayat tarzı haline getiren İmam, resmi makamların dini şekillendirme ve egemenliklerine araç olarak kullanmalarına fırsat vermemiştir.
Emevi halifelerinin ve atadıkları valilerin keyfi tutum ve uygulamalarını onaylamayan bu büyük insan, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da kurtulan tek oğlu İmam Zeyd’in halife Hişam b. Abdülmelik’in tahrik ve küfürlerine karşı ayaklanması sırasında, “Eğer insanların, Hz. Hüseyin’i terk etikleri gibi onu da yarı yolda bırakmayacaklarını bilsem ona katılırdım. Çünkü hak imam odur!” diyerek tavrını oradan yana koymuş ve İmam Zeyd’e onbin dirhem maddî yardımda bulunmuştu.
Gerçekten de İmam Zeyd, babası Hz. Hüseyin gibi Kûfe’liler tarafından yalnız bırakılarak ihanete uğradı. Ebu Hanife Hazretleri bu tavrıyla güvenilmeyecek insanlarla yola çıkılamayacağını gösterdiği gibi, Ümeyyeoğulları’nın saltanatına da açık bir tavır koymuştu.
Emeviler’in son Irak Valisi Ömer İbn-i Hübeyre bu ünlü hukukçuya şu teklifte bulundu.
“Hakimler Meclisinin başına geç. İmza koymadığın hiçbir kanun yürürlüğe konmayacak, sen izin vermeden devlet hazinesinden kuruş çıkmayacak!” Bu, büyük ve itibarlı bir görevdi. Ama İmam bu teklifi hiç tereddüt etmeden reddetti. Vali tarafından zindana atılarak kırbaçlanmaya başlandı. Ulemadan bazı kişiler devreye girerek “Kendine yazık etme, biz nasıl istemeyerek, kerhen kabul ettiysek, sen de öyle yap.” dedilerse de onun verdiği cevap şu oldu;
“Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O bir insanın katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Allah’a yemin ederim ki bu mümkün değil! Bu dünyada kırbaç yemek ahirette ceza görmekten daha iyidir. Valinin beni öldürmeğe gücü yeter fakat tekliflerini kabul ettirmeğe asla!”
İmamı elde edemeyeceğini gören vali tepkilerden çekinerek onu serbest bıraktı, İmam da Kûfe’yi terk ederek Mekke’ye hicret etti.
“Hakk’a Tabi İseniz Sizinleyim.”
İmam-ı Azam, çoğu insanı cezb edecek dünyevî makam ve zenginlikleri işkencelere rağmen neden reddetmişti? İsteseydi emrine verilen imkanları “dava”sı için kullanamaz mıydı? O biliyordu ki, zalim idarecilerin tekliflerini kabul ettiği an, fiili olarak haksızlıklara ortak kılınacak, zalim idare meşrulaşacak, muhalefet parçalanacak, diğer alimler de o örnek gösterilerek susturulacaktı. Böylece sistemin kokuşmuş, çökmeye yüz tutmuş kurumları bu dürüst insanın ismiyle yeniden meşrulaştırılmaya çalışılacak, iktidarın ömrü uzayacaktı. Bu şöhreti dünyayı tutmuş insan, şöhretinden faydanılmasına izin vermedi ve hicreti tercih etti. Onun hicretinden bir süre sonra da Emevi saltanatı tarih oldu.
Hilafetin tekrar Peyegamber soyuna Abbasilerin eline geçmesi onu son derece sevindirdi. Bu konuda şunları söyledi,
“Bu iş (hilafet) Peygamberimiz’in yakınlarına geçerek hak yerini buldu. Bu Allah’ın lutfu ve keremidir. Ey alimler; bunlara yardım etmeye en layık olan sizsiniz! Size istediğiniz kadar ikram ve ihsan var. Halifenize biat ediniz. Biat ahirette sizin için emniyete kavuşmaya vesiledir. Allah’ın huzuruna biatsız çıkarak hüccetsiz ve delilsiz kalmayınız.”
Yeni seçilen Halifeyi ziyarete gittiğinde söylediği sözler onun takip edeceği siyasetin ipuçlarını veriyordu.
“Allah’a hamdolsun ki, hakkı Nebi’nin yakınlarına verdi ve üzerimizdeki alçaltıcı zulmü kaldırdı. Ve yine hamdolsun ki dilimize hakkı söyletti. Allah’ın emri üzere sana biat ettik. İşine vefa gösterirsen kıyamete kadar ahdimizde vefâkarız.” Görüldüğü gibi sözlerine çekinge koyuyordu. Demek istiyordu ki “Sizi Rasulullah’ın yakını sayıyor onun için biat ediyoruz. İşlerini Allah’ın emri üzerine adaletle yaparsan ahdimize ve biatimize sadıkız, aksi halde zulmüne ortak olmayız.”
Korktuğu kısa zamanda başına geldi. Saltanat sahipleri Emeviler’e karşı zulme girişerek geçmişin intikamını alma sevdasına düştüler. Kendilerini durdurmaya çalışan ulemayı da öldürmeye başladılar. Abbasiler’in bu hareketi karşısında İmam Muhammed ve kardeşi İmam İbrahim ayaklandılar. Bu ayaklanmayı devrin meşhur alimleri desteklediler. Bu alimlerin arasında İmam-ı Azam ve öğrencileri de bulunuyordu. İmam-ı Azam zulme karşı direnen bu insanları maddi ve manevi açıdan desteklediği gibi, hilafet orduları başkomutanı Hasan b. Kahtaba’yı İmam İbrahim’in üzerine gitmekten caydırmıştı. Bu durum Abbasi Halifesi Mansur’un dikkatinin İmam üzerinde yoğunlaşmasına sebep oldu. Halife doğrudan İmamı hedef almanın riskli olduğunu bildiği için onu kazanmayı ve yanına çekmeyi denedi. Sık sık hediyeler gönderdi. İmam-ı Azam bu hediyelerin amacını sezdiği için bunları münasip bir üslupla reddediyordu. Halife, hediyelerinin niçin kabul edilmediğini sorduğunda şu cevabı almıştı:
“Şahsi malınızdan bana hediye gelmedi ki onu kabul edeyim. Siz bana milletin hazinesinden aldığınızı yolladınız. Oysa milletin malında benim hakkım yok. Ben silah altında asker değilim. Fakir de değilim ki, hazine ödeneğinden yararlanayım. Yolladığınız şeyleri bundan dolayı alamazdım.”
“Allah’ın Şartı Uyulmaya Daha Layıktır.”
Yapılan başhakimlik teklifini de geri çeviren İmam, son olarak Musul halkının isyanını bahane ederek isyancıların katli için fetva isteyen halifeye, tarihe geçen cevabını verince, onu şaşkına ve çılgına çevirmiş oldu. Bu konuşma şöyledir:
Halife:
“- Allah Rasulü, ‘müminler verdikleri söze sadıktırlar.’ demiyor mu? Musul halkı bana karşı gelmeyecekleri konusunda söz verdikleri halde şimdi ayaklandılar. Üstelik vergi memuruma karşı koydular. Onların kanı helaldir!”
İmam-ı Azam:
“- Onlar sana, kendilerine bile helal olmayan bir şeyi, yani kanlarını şart koşmuşlar. Halbuki İslâm bu hakkı ne size, ne de onlara tanır. Mesela bir kadın kendi rızasıyla bir erkeğe kendini teslim etse, o kadının namusu o erkeğe helal olur mu? Yine bunun gibi bir adam, birisine ‘gel beni öldür’ dese ve diğeri onu katletse acaba bu caiz olur mu? Bunu yaparsa diyet gerekir. Müslümanın kanı üç şekilde helal olur: Cana karşı can, imandan sonra küfür, evlendikten sonra zina. Bunların hiçbiri bu işte olmadğına göre, Musul halkını bırak. Onların kanını dökersen zulmetmiş olursun. Allah’ın şartı, uyulmaya kullarınkinden daha layıktır.”
İmam-ı Azam, düşünce ve yaşayışı ile zalim idarecilerin tepkisini çekmesine rağmen, imanının verdiği sorumluluğu yerine getirmekten bir adım geri durmadı. İdare, onu ortadan kaldırılması gereken bir unsur olarak görüyordu. En sinsi entrikalarla İmam’ın üzerine gitmeye devam etti. Bu konuda kendine tabi olmuş ulemayı kullanmaktan geri durmadı. Devrin Kadısı ve iktidara yakın diğer ulemanın kıskançlıkları bazı bürokratların ihtirasları ile birleşince, İmam’a karşı entrika cephesi büyüdü. Sonuçta Halife Mansur, kabul etmeyeceği tekliflerle onu sıkıştırmaya başladı. Yapılan bütün cazip teklifleri reddedince, İmam zindana kapatılarak kırbaçlanmaya başlandı. Kırbaç altında iken şöyle diyordu:
“Allah’ım beni kudretinle onların zulmünden ve fıskından uzak kıl!”
On kırbaçla başlayan ceza katlanarak yüzona geldiğinde, o büyük insan acılar içerisinde ruhunu teslim ederek şehid oldu. Vasiyeti şöyleydi:
“Beni gasp edilmemiş bir toprak parçasına gömün!”
Bu sözleriyle vefatından sonra bile ders veriyordu.
Zalimlerin zulmüne seyirci kalmadan, ilmi ticarete dönüştürmeden, hakkı eğip bükmeden, bir köşeye çekilip kitaplarının içinde boğulmadan, zalimlerin aracı olmadan şerefli bir ömür sürdü. Fıkıhta ve siyasette örnek ve önder bir insan vasfına sahip olarak Hakk’a yürüdü.
Allah O’na rahmet eylesin ve bizi şefaatine mazhar kılsın.

861. Sensiz diri olan can, can sayılmaz!
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
(c. IV, 1833)
* Ey can neşesi, ey gönül huzuru özür dilemeye geldim! Ne olur, canımın günahını görmemezlikten gel; onu bağışla!..
* Aklın da, gönlün de kilidini, ancak senin kadere razı olman, şikayet etmemen açar! Canın, seni dilemekten, seninle övünmekten başka bir isteği yoktur!
* Benim gönül bahçem de, tarlam da senin ayrılığına dayanamadığı için yandı, kül oldu! Ey canın ilkbahar rüzgarı!
Lutuflarda bulun, es; nefesinle onları dirilt, yeşert!
• Sen meşrık (doğu) olunca, gönlün önü de, arkası da aydınlanır! Sen dilberliğe başlayınca, her nefeste canlar sana feda olsun! 
• Senin ışıkların gönül penceresinden içeri girip gönlü aydınlatınca, o aydınlık, akla göz verir, görüş verir de, bu halden can, her an ibret alır!
• Sevgilinin yolu ayrılık gamına düşünce zorlaşır! Allah yolunda cana dost olan, yine Allah'tır!
• Gayb aleminin güzellerinin güllere benzeyen yüzleri güzellere görününce, çimenlik olmaksızın, canın kucağı kırmızı güllerle dolar!
• "0, benim mağara arkadaşımdır!" diye söylendim. "Şüphesiz, sen benim dostumsun! Kalk; vakit geçirmeden can mağarasına gel, içeri gir!"
• Gönül; "Benim hakkım!" dedi de, imtihan yurduna geldi. 0 anda darağacının dibi, "can"a sonsuz bir devlet oldu!
• Sen olmadan yeşeren bağın cezasını kış verir! Zaten sensiz diri olan can, can sayılmaz!

862. Bu deri, gam ateşinin tesiri ile, deriden yapılmış sofra gibi buruşuk bir hale gelir!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. IV, 1881)
• Hakk'ın merhameti, keremi her zavallı, fakir adamın evine, can kaynağından kazmasız küreksiz bir ümid arkı açar!
• Gönül! Yüzünü cana doğru çevirdi de; "Ey aşık, ey dertlere dalmış sevdalı!" dedi. "Evinde oturup durma; sevgilinin penceresinin önüne gel, ağla, yalvar! Ağlamayan çocuğa süt verilmez!"
• Ey sevdalı hoca, ey kar derdine düşmüş tacir! Ovalara doğru yönel, neşe bahçesine git; gamlıların gamına bakma!..
• Bu gönül, deriye benzer; gam ise ateş gibidir! Gam ateşinin tesiri ile, deriden yapılmış sofra gibi bir hale gelir.
* Gönül gözün gam yüzünden toprakla dolarsa, nerden Tebriz'i bulacaksın nasıl Hz. Şemseddin'e ulaşacaksın?
• Daha fazla sabredemiyorum; artık sırrını açığa vuracağım! Çektiğim derdi, ne göğün sırtı çekebilir, ne de yeryüzünün
sırtı!..
• Benim gönlüm gamlarla dolu; senin gönlünse, kayıtsız, gama karşı duygusuz! Senin yüzün, Çin güzellerinin yüzü gibi
çok güzel; benim yüzümse, kırışıklarla dolu!
• Şu dünya ateşler içinde; neredeyse yanıp gidecek! Bilmem, benim gönlüm ne zamana kadar yanıp gidecek? Görelim,
ne vakte kadar bu böyle sürecek?
• Dayanamıyorum; bin yıllık sırrı açığa vuracağım! îster gözünü kapa, ister aç, durumu seyret!
• Gökyüzünde dolaşıp duran ay, benim coşkunluğumu gördü de yolundan şeri döndü, benim yanıma geldi. "Kimseye
söylemem!" dedi. "Ben, seni seviyorum, senin dostunum; hep seninle düşüp kalkmadayım!"
• Onu görünce gözlerim kamaştı; bir an yüzüne hayranlıkla baktım. "Ey güzel dilberim!" dedim. "Ey sudan yaratılmış
ateşli güzel!
• Ey benim güzelim! Onun cana canlar katan yüzü tıpkı bu yüz! Allah hakkı için söylüyorum; gönüller kapan çalgıcım
bu mu? îşte bu!..
• Sevgilim! Senin aşkının yoluna döşenmişim; basıp geçmen için yerlere serilmişim! Yanıyorum; ne olur ateşime su
serp! Ey dünyadaki gizli ay, ey Tebrizli Şemseddin!..

 864. Sanki beden can tekkesi, düşünceler de sofulardır!
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
(c. IV, 1834)
• Ey benim bayram hilalim; bayrama bir görün de, bayram nedir, göster! Ey benim görünmeyen ay yüzlüm; bir görün
de, göklerde dolaşan ayın kulağını çek! Kendini ona göster de; "Ay, böyle olur!" de!
• Ey benim varlığım, ey benim yokluğum; ey benim öfkem, razılığım; ey benim gerçekliğim, gösterişim; ey benim
kilidim, anahtarım!
• Sen, benim aslımsın, mayamsın; benim mescidim, benim kilisemsin; benim cehennemim, benim cennetim, benim
gencim, benim ihtiyarımsın!..
" Arif şairlerden birisi;
"Allahım! Bazan kiliseye gidip itikafa giriyorum, bazan mescide gidiyoruın. Yani ben, ev ev Sen'i arıyorum!" demiştir.
• Sen bize cevr edersen, vefa olur, dert verirsen deva olur! Sana layık dilber nerede bulunur; ey benim can gözüm, ey
benim görüşüm!
• Ezelde daha canlar meydanda yokken lütfun, cana can verdi! Herkesin dileği, isteği candır ama, benim isteğim de,
dileğim de Sen'sin!..
• Ey benim güzelim! Senin yüzün benim bayram ayımdır; saçın kadir gecemdir! Senin ırmağına girince bütün
kirlerimden temizlenir, tertemiz bir insan olurum! 
• Sanki beden can tekkesi, düşünceler de sofulardır! Hepsi halka olmuş zikrediyorlar! Benim gönlüm de, onların
ortasında Bayezid-i Bestamî kesilmiş!
• Söylemeyeyim, susayım, herkese yüzümü ekşiteyim de, bana sen söyleyesin, karşımda sen olasın; ben, ancak
senden faydalanayım!

865. Bağa, bahçeye, bahara söyle; güzellikleriyle övünmesinler!
Benim baharım gelince onlara güzelliği ben göstereceğim!
Müfteilün,Mefailün,Müfteilün,Mefailün
(c.IV.1828)
• Sevgilim, deve imişim gibi, yine benim yularımı tutmuş çekiyor! Onun işi, sevdiğini çekip götürmek; benim işim de,
yük taşımaktır!
• Beni, katarın öncüsü yapmış; o sarhoş develerin hepsini de benim katarıma katmış! Benim de yularımı tutmuş, çekip
götürüyor!
• Ben, onun sarhoş devesiyim; onun yediği dikenine gönlümü vermişim, tapmadayım! 0, bazan benim yularımı çeker
götürür, bazan da üstüme biner!
• Sarhoş deve coşar köpürür, ne varsa kırar döker! Fakat hiç bir deve, benim duyduğum zevki duyamaz!
• Gerçekten de coşup köpürünce onun avucuna elimi korum; avucum avucuna değince kanım kaynar, tepemden
dumanım tüter!
• İşi küçükler gibi görürüm; yükü büyükler gibi çekerim! Yük çekmeye başlayınca, sen, işimdeki güzelliği seyret!
• Nergis gözleri benim kanımı içip mahmurluktan kurtulunca, onun sabrı karan, benim sabrımı kararımı alır göstürür!
• Onun yüzünün hayali, benim gözümün önüne kıble; altına benzeyen sözleri de kulağıma küpe olmuştur!
• Bağa, bahçeye, bahara söyle; güzellikleriyle övünmesinler; benim baharım gelince, onlara güzelliği ben
göstereceğim!
• Şarap içtiğin zaman şaraba de ki: "Başımda ne dönüp duruyorsun? Galiba, benim mahmurluk veren şarabımı sen
kendi başında görmedin!"

866. Şu yeryüzünde dinlenen nağmeler, güzel sesler, gökyüzü nağmesinin çok zayıf kırıntısıdır!
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
(c.IV, 1832)
• Belki bir taraftan ansızın hoş bir haber gelir diye kulağımı açtım; etrafı dikkatle dinliyorum! 0 hoş haberi, sessizce
bekleyip duruyorum!
• Güzel sesleri, nağmeleri işitmeye alışmış olan kulak; zaman zaman hem yeryüzünden hem de göklerden güzel sesler
duyar, hoş nağmeler işitir!
• Aslında, şu yeryüzünde dinlenen nağmeler, güzel sesler, gökyüzü nağmesinin çok zayıf kırıntısıdır! Ağızlardan çıkan
beden nağmeleri de, ruh ve gönül nağmelerinin fer'idir, çok zayıf sesleridir!
• Gök gürlemesinin attığı naraya bak; ağaçlara nasıl tesir ediyor? Yağmur müjdesi olan o feryaddan sayısız çiçekler
baş gösteriyor, neşe ile oynaşıp duruyorlar; ağaçlarda meyveye gebe olan ne kadar tomurcuklar meydana geliyor?
• Yokluğa ses geliyor da, yokluk; "Peki!" diyor. "Mademki beni çağırıyorsun, ben, yokluktan varlık yönüne yemyeşil
elbiseler giyerek neşeli bir halde ayak basıyorum!"
• Bitkilerin hepsi de "elest sesi"ni duydular da, koşmaya başladılar; yaratanın mesti oldular! Onlar yoktular, yokluktan
geldiler! Gül de, lale de, söğüt de yokluk aleminden varlık alemine geldiler!

867. Baharımın nefesleri, gönlü gül bahçesine döndürdü!
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
(c. IV.1830)
• Ey benim gönül alan ay yüzlü güzelim! Sen benim dostum olduğun günden beri, gönlümün nuru, ağzımdan çerağ
gibi ışıklar saçıyor!
• Senin güneşinin sıcaklığı ile gönül, zerre zerre inci oldu; şu ağır balçık bedenim de, baştan başa gönül kesildi!
• Senin canın ile benim canım ayrı değiller, birlikte yaşıyorlar! Ama sen, daha yakına gel, elini göğsümün üstüne koy! 
• "Başımın üstüne düşen gölge, acaba kimindir?" diye şaşırıp kalırım da, senin lütfun seslenir! Der ki: "Kimin olacak;
benim gölgem, benim gölgem!"
• Belalarla dolu olan dünya, senin yüzünden bana cennet oldu! Lutfun, öteki dünyayı nelerle dolduracak, bana ne
ihsanlarda bulunacak, kim bilir?
• Sen, elini başımın üstüne koyunca elin, benim tacım olur; belime kuşandığım kemer de, senin saçlarındır!
• Aşk kesemi kaptı da, ona; "Hey! Ne yapıyorsun?" diye bağırdım. 0, bana dedi ki: "Ne bağırıyorsun? Hadsiz hesapsız
nimetlerim senin gözünü doyurmadı mı?"
• Benim yaprağım yoktu ama, yüreğim yaprak gibi titriyordu! 0 bana; 'Korkma!" dedi. "Sen, benim emanımın
haremine girdin!"
• Seni bağrıma öyle bir basacağım ki, vardan da kurtulacaksın, yoktan da. Bütün gece benim çalgıcılanmı seyredecek,
şarkılarımı dinleyeceksin!
• Seni birliğe ulaştırayım, ebedî olarak mest edeyim de, benim ölümsüz zevkime iyice inan!..
• Baharımın nefesleri, gönlü gül bahçesine döndürdü; erguvan renkli şarabında, yüzü gül bahçesine çevirir!

868. Aşık, bizim yaşadığımız şu dünyada değildir;o, başka bir dünyadadır!
Mef'ülü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. IV, 1861)
• Sarhoşların adeti, birbirleriyle dalaşmak, gürültü çıkarıp kavga etmektir; kötülüklere düşmektir!
• Aşığa gelince, aşık sarhoştan da beterdir! Zaten aşık, bizim yaşadığımız şu dünyada değildir; o, başka bir
dünyadadır! Aşık olmak ne demektir; sana söyleyeyim: Aşk, altın madenine düşmektir!
• Aşk için altının ne değeri vardır? Aşık, sultanların sultanıdır; aşk, insanlık tacının baştan düşmesine engel olur!
• Derviş, eski püskü bir hırkaya bürünmüştür ama, koltuğunun altında inci vardır! 0, derbederlikten neden sıkılsın?
• Gül bahçesinde bülbüle arkadaş olup el ele vermek, ruhanî dudu kuşları ile şekerler içine dalma zamanı geldi!
• Gönlüm bende değil; ben, onu sana vermişim! Senin yolunda düşmüş düşmüş yıkılmışım! Allah'a yemin ederim ki
ben, düşecek başka bir yer bilmiyorum!
• Kadehi kırdıysam, beni mazur gör! Çünkü ben, senin güzelliğinle mest olmuşum; aklım başımda değil! Elimi tut da,
tehlikelere düşmeme engel ol!

869. Hakk aşıkları, gayb dilberine hayran olmuş kalmışlardır!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mefülü, Mefa'îlün
(c. IV, 1880)
• Gece perdesinin arkasındaki şu küçük zencilere benzeyenleri gör de, onlarla beraber can işreti sofrasına otur!
• Gece olduğu için halkın hepsi de uyumuş ama, aşıklar açılıp saçılmışlar birbirlerine aşk sırları söylemeye
koyulmuşlar! Aşkolsun; bu hal, ne de hos bir hal!..
• Dostlar, Hakk aşıkları coşup köpürmüş; hepsi de candan, gönülden yanıp yakılmışlar! Hepsi de gayb dilberlerine
karşı gönüllerini de, gözlerini de açmışlar, onun güzelliğine hayran olup kalmışlar!
• Senin aşkına kapıldığımdan beri, dünya aşkı bana haram oldu; senin »açların bana tuzak olalı, geceler bana mekan
oldu!
• Gece zencisi mest oldu! Herşey şarap kadehi halini aldı! Şarap kadehi ile her varlığın mest bir hale gelişini, artık o
zencinin gözünden seyret!

870. Sizden önce gelenler, nice akar sular, nice bahçeler terk edip gittiler!
Mefülü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. IV, 1872)
• Ey boş yere kendini gamlara kaptıran, elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil! Kur'an'ı aç da; "Sizden
önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!"-99 ayetini oku!
• Cins atı, süslü eğeri yüzünden öfkelenen, gönlünü hasedle, kinle dolduran, dertlere, gussalara düşen! Yürü git;
"Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• İçin bağırsaklarla, dolayısıyla pisliklerle dolu! Aslında sen, pislik içindesin; bir çeşit pisliksin! Kendini nefsanî
arzularının, kinlerinin hevasına kaptırmışsın! Ey pisliklerle beraber yaşayan, pisliklere bulanan gafil kişi! Git de; "Sizden
önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku! 
• Ey davalarla, dünyaya ait isteklerle dolu şeyh; ey manadan mahrum, gösterişe kapılmış zavallı! Ey yokken var gibi
görünen kişi! Yürü git; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• Padişahlığına, beyliğine bakma; her gün bir parça ölüyorsun! Zaten günü gelince büsbütün öleceksin, bir yığın
toprağın altına gireceksin! Onu düşün de, git; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!"
ayetini oku!
• 0 güzel yüz, o güzel gözler, o işveler, nazlar, o benlikler, o kendini herkesten üstün görmeler nerede kalmış?.. Bütün
beden çürüyüp dağılmış; o güzel gözlerin oyuklarına toprak dolmuş!.. Aklını başına al da, git; "Sizden önce gelen insanlar
nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• Yanağını güzellerin yanağına pek koyma, sonunu düşün; yanağın, yüzün çürümüş gitmiş, onu hayal et! Yürü git;
"Sizden önce gelen inşanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• İstersen çok zengin ol, bağın bahçen olsun; isterse konağın, sarayın bulunsun; bunlar ölüme karşı nedir ki?..
Bunlara dayanabilir misin, bunlarla ölümü yenebilir misin? Yürü git; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice
bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• Nerede Firavun gibi, İskender gibi, Cengiz gibi memleketler alanlar, dünyayı ele geçirenler? Nerede binlerce insanın
kanlarını döken zalimler? Onlar halka, insanlara ne hizmette bulundular? Aklını başına al da, git; "Sizden önce gelen
insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!
• Ey insanların tabutlarını uzaktan görüp de ders almayan, hatta ölümü düşünmeyerek gülen zavallı; ey gözleri
açılmayan gafil! Yürü git; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!" ayetini oku!

Beyitlerin sonunda tekrar edilen cümlelerde, Duhan Süresi, 44/25. ayetten iktibas vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder