5 Şubat 2016 Cuma

Kabir sualleri-Kabirde ne sorulacak-Münker Ve Nekir


Kabir sualleri

Sual: Kabirde ne sorulacak, cevapları nedir?
CEVAP
Kabir sualine cevap olmak üzere şunları öğrenmelidir:
Rabbin kim?
CEVAP
Allahü teâlâ.
Dinin nedir?
CEVAP

İslâm dini.
Hangi Peygamberin ümmetindensin?
CEVAP

Muhammed aleyhisselamın.
Kitabın nedir?
CEVAP

Kur'an-ı kerim.

Kıblen neresidir?
CEVAP
Kâbe-i muazzama.

İtikadda mezhebin nedir?
CEVAP

Ehl-i sünnet vel cemaat.

Amelde mezhebin nedir?
CEVAP

4 mezhepten hangisi ise, mesela Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’den biri söylenir.

Ayrıca aşağıdaki esasları da bilmek lazımdır:

Kimin zürriyetindensin?
CEVAP

Âdem aleyhisselamın.

Kimin milletindensin?
CEVAP

İbrahim aleyhisselamın.

İman nedir? Amentü’nün esasları nelerdir?
CEVAP

İman,Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve beğenmektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.

[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İslam’ın şartları nelerdir?
CEVAP

Şunlardır:
1- Kelime-i şehadet getirmek
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü demek. Manası şudur:
(Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.)
Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.
2- Namaz kılmak
3- Zekât vermek
4- Oruç tutmak
5- Hac etmek


Allahü teâlânın sıfatları nelerdir?
CEVAP

Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye’si altıdır:
1- Vücûd
2- Kıdem
3- Bekâ
4- Vahdaniyyet
5- Muhalefetün-lilhavadis
6- Kıyâm bi-nefsihi

Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir:
1- Hayat
2-
 İlm
3-
 Sem’
4-
 Basar
5-
 İrade
6-
 Kudret
7-
 Kelam
8-
 Tekvîn

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Ölü kabre konulduğunda sâlih amelleri gelir,etrafını çepeçevre sararlar.Başı tarafından azap geldiğinde okuduğu Kur'ân imdadına yetişir. Ayakları tarafından geldiğinde kıldığı namaz, imdadına yetişir. Elleri tarafından gelince, eller derler ki: 'Yemin olsun! O bizi sadaka vermek ve dua etmek için açardı. Bizden taraf ona yol yoktur'. Ağız tarafından gelirse zikir ve oruç imdada yetişir. Böylece sabır ve namaz bir tarafta dururlar. Böylece (azap) der ki: 'Eğer ben ona varacak bir geçit görseydim mutlaka onun arkadaşı olurdum'.

Kabir Ve Kabir Azabı


4750... el-3erâ İbn Âzib'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur.

"Şüphesiz ki müslümana kabirde soru sorulduğu zaman Al-Iah'dan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.)'in Allah'ın el­çisi olduğuna şahidlik etmesi (var ya!). İşte buyruğunda anlatılan hal odur." Aziz ve celil olan Allah'ın "Allah inananları dünya hayatında da âhirette de sağlam sözle tesbit eder."[635] buyurduğu odur."[636]

Açıklama

4753 numaralı hadiste de açıklanacağı üzere kabirde ölüye şu üç soru sorulacaktır:

"Men rabbüke= Rabbin kimdir?

"Ma dînüke= Dinin nedir?

"Mâ hâzerracülüllezi büise fiküm= size peygamber olarak gönde­rilen şu şahıs kimdir?"

Gerçek müminler bu sorulara kelime-i şehadet getirerek rahatça cevap vereceklerdir.

Hadis-i şerifte açıklandığı üzere, yüce Allah, Kur'ân-i Keriminde bu kelime-i şehadetten "sağlam söz" diye bahsetmiş ve insanları bu sözle sa­bit tutacağını beyan buyurmuştur.

Her ne kadar hadiste yüce Allah'ın "sabit söz" diye bahsettiği sözün sadece kabirde sorulan sorulara cevap sadedinde getirilen kelime-i şehâ-detmiş gibi bir ifade varsa da, aslında şehadetin kabirle kayıtlanması bir kayd-ı ihtirazi değildir, kaydı ittifakidir. Binaenaleyh, Allah'ın bu "sabit söz" diye bahsettiği kelime-i şehadete kabirde getirilen şehadet gibi dün­yada getirilen şehadetlerin cümlesi de dahildir.

Kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahkârların kabir azabı görecekleri ve Münker ile Nekir'in sual sorması haktır. Bütün bunlar Kitap ve sünnetle sabit­tir.

Kitapdan delili:

1- "(Kabir azabından biri de) ateşdir ki onlar sabah akşam arz olunacaklardır..."[637]

2- "Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet gününde onu kör olarak hasrederiz."[638] Bazı müfes-sirler bu ayette geçen "dar geçim" tabirine şöyle bir açıklama getirmiş­lerdir:

Bunun böyle olması gerekir. Çünkü biz kâfirleri dünyada rahat bir ya­şayış ve yüksek bir refah içinde görüyoruz. Kâfirlerin kıyamet gününden önce dar ve sıkıntılı bir yaşayışta olmaları icabeder. Bu da kabir azabıdır, kıyamet gününde kör olarak haşr edilme bunun üzerine atıftır.[639]

Sünnetten delili: "İdrardan sakınınız, zira kabirdekilerin çoğunun çektikleri azab bu yüzdendir."[640] hadis-i şerifidir.

Bilindiği kabirde soru sormakla görevli iki melek vardır ki, bunlardan birinin ismi Münker diğerinin ismi ise Nekir'dir. Bunlar ölen kişiye rabbini, dinini ve peygamberini sorarlar. Bu hususta da pek çok hadis-i şerif vardır. Mümin kişi bu sorulara cevap verir, ama kafir veremez. Sözkonusu iki melek ölünün kabrine gelir, Allah ölüyü diriltir ve melekler sorula­rını yöneltirler. Mutezile ve bid'atçilerin çoğunluğu Münker ve Nekir su­alini inkâr etmişlerdir.[641]

Bu mevzuda gelen hadislerden biri şu mealdedir:

"Ölü mezara gömülünce birine Münker diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir. Ona derler ki:

Şu (Muhammed Aleyhisselam denilen) zat hakkında ne dersin? O da şöyle cevap verir:

O Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Ben şehadette bulunurum ki, Al-lah'dan başka ilah yoktur. Muhammed de onun kulu ve rasufüdür. Bunun üzerine melekler:

Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik, derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler Ölüye:

Yat uyu, derler o da:

Aileme gidin de durumu haber verin der..."[642] Münker ve Nekire mezardaki ölüye hiç görmediği bir şekilde görünecekleri için bu isim ve­rilmiştir. Zira bu kelimelerin sözlükteki manası, bilinmeyen, tanınmayan değişik kılık ve kıyafette olan demektir. (Seyyid Ebu Suca "sabi çocuk­lar (mezarda) sorguya çekilir" demektedir. Bazılarına göre Peygamber (s.a.) de onlar gibi hesaba çekilir.[643]

Bezlu'l-Mechud yazarının açıklamasına göre Suyûtî (r.a.) "ed-Durru'1-Hisan" isimli eserinde, ondört sınıf insanın kabirde sorguya çekil­meyeceğini söylemiştir. Bu mevzuda İbn Âbidin (r.a.)'de şöyle demiştir: "Kabirde sekiz nevi müslüman azab görmeyeceklerdir: Şehid, hudud bek­çisi asker, taundan ölen, sabırlı olmak ve sevap saymak şartıyla taun za­manında başka bir sebep ile ölen, sıddik, çocuk, cuma günü veya gecesi ölen ve her gece Mülk suresini okuyanlardır. Bazıları bunlara sure-i Sec­deyi okuyanla Ölüm döşeğinde İhlas suresini okuyanı da katmışlardır. Sa­rih peygamberlerin de ilave edileceğine işaret etmiştir. Çünkü onlar sıddıklardandır.

"Esah olan kavle göre peygamberle müminlerin çocuklarına kabirde sual yoktur" diyen Kemal Ibn Hümamdır. Bunu «el Müsayere" isimli eserinde söylemiştir.[644]

Levâihü'l-Envâri'l-İlâhiyye isimli eserde ise kabir azabının da âhıret azabını hafifletici sebeplerden olduğu ifade edilmektedir.[645]


4751... Enes İbn Malik'clen demiştir ki: "Allah'ın peygamberi bir gün Neccar oğullarının hurmalığına girmişti (orada bulunan kabirlerden kor­kunç) bir ses işitti de korktu. Bunun üzerine:

"Bu kabirlerde yatanlar kimlerdir?" dedi.

"Ey Allah'ın Rasulü, (onlar) cahiliyyc döneminde ölen bir takım in­sanlardır" dediler (Peygamber efendimiz de): «Cehennem azabından ve Deccal'in Fitnesinden Allah'a sığınınız" buyurdu. Bunun üzerine '"Bu da niçin (oluyor), Ey Allah'ın rasulü?" dediler. (Hz. Peygamber de şöy­le) buyurdu:

Muhakkak ki bir mü'min kabrine konduğu zaman ona bir melek gelir ve ona: Sen (dünyada iken) kime ibadet ediyordun? diye sorar.

Eğer Yüce Allah o mü'mine hidayet vermişse;

"Allah'a ibadet ediyordum" der, bunun üzerine kendisine:

"Sen şu (peygamber olarak gönderildiği söylenen) kimse hakkında ne dersin?" diye sorarlar. (O mü'min de): "O Allah'ın kulu ve rasulüdür" cevabını verir. Artık bundan sonra kendisine başka bir soru so­rulmaz. (Ruhen) Cehennemde bulunan evine götürülür ve: "Bu (ev) senin evindir, cehennemde senin için (hazırlanmış) idi. Fakat Allah se­ni korudu ve sana acıdı da onu sana cennette bir evle değiştiriverdi." denir. (O mü'min de): "Beni bırakınız gideyim de ailemi müjdeleye­yim" der. Kendisine: "Hayır olmaz, sen burada kabrinde otur." ce­vabını verirler.

Muhakkak ki kafir kabrine konduğu zaman kendisine bir melek gelip sertçe çıkışır da: "Sen (dünyada) neye tapıyordun?" diye sorar. O da: "Bilmiyorum" cevabını verir. (Melek de ona) "Bilmez ve hakka uymaz ol" der, sonra ona: "Şu (Peygamber olduğunu söylenen) kimse hakkında ne dersiniz?" denir. (O kafir de onun hakkında onu yalanla­yan) "Halkın dediğini derim" cevabını verir. Bunun üzerine (o melek) onun kulakları arasına demirden bir tokmak vurur; (o adam) öyle bir bağırış bağırır ki, insan ve cinnilerden başka onu bütün yaratıklar işitir."[646]


Açıklama

Bazı hadis-i şeriflerde bir cenaze kabre konduğu zaman kendisine soru sormak üzere iki melek geldi­ği ifade edilirken[647] mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte bir meleğin geldiğinden bahsedilmesi, bu hadis-i şerifler arasında bir çelişki olduğu; anlamına gelmez. Çünkü bu durum şahıslara göre değişir.

Allah, kabir sualinin çetin geçmesini istediği kimselere defnedenler gittikten ve ölü yalnız başına kaldıktan sonra, soru sormak üzere iki me­lek birden gelir ve ikisi birden soru sorar. Allah'ın kabir sualinin biraz da­ha kolay geçmesini murad ettiği kimseler, bu iki melek cenazeyi demeden kimse­ler, daha kabrin başından ayrılmadan Önce gelirler. Daha da kolay geçmesini istediği kullara da som sormak; üzere sadece bir melek gelir.

Meleğin ölüye, Hz. Peygambere iman edip etmediğini sorarken açıkça:

Allah'ın rasulü Muhammed (s.a.) hakkında ne diyorsun? demeyip de;

Şu adam hakkında ne diyorsun? demesi imtihanın kuralına riayet etmek, Hz. Muhammed'in gerçekten peygamber olduğunu ona sezdirmemek, bir başka ifadey­le soru içerisinde cevabı da vermekten kaçınarak imtihandaki cevabın gizli kalması esasına uymak içindir.

Metinde kabir sualini muvaffakiyetle atlatan bir mü'minin kabrin­de kıyamete kadar kalacağı ifade edilmektedir. Nitekim Tirmîzî'nin rivayetinde de: "... Sonra o iki melek gelir güveği gibi uyu ki; onu (gelin ve güveyi) ailesinden elbet en çok sevdiği kişi uyandırır, derler. O kişi Allah onu mahşerde yatağında uyandırıncaya kadar (orada uyur)"[648] Duyuruluyor.

Diğer bir hadis-i şerifte ise; "Hiç şüphe yok ki sizden biriniz öldüğü vakit kendisine sabah akşam varacağı yer gösterilir. Cennetlikler -dense cennetlik olacak, cehennenıliklerdense cehennemlik olacaktır. Kendisine: İşte senin yerin burasıdır... denilecektir."[649]

Muhammed Zekeriyya İbn Yahya el-Kandehlevî'nin Bezi üzerine yaz­dığı tahkikte ve Bezi yazarının Bezl'de ifade ettikleri gibi bütün bu hadi­s-i şeriflerden anlaşılan şudur: Ölü kabrinde kıyamete kadar uyur. Orada kaldığı sürece, cennet ve cehennemde bulunan makamı kendisine sabah akşam arz edilir.[650]

İmam-i Kurtubi'nin bu mevzudaki açıklaması da şöyledir:

"Ölülerce cennet ve cehennemin arz edilmesi, ruhendir. Bedenden bir cüzün de buna iştirak etmesi mümkündür. Aslında kabirde kabir hayatın­da gündüz yoktur. Sadece geceden ibarettir, ancak buradaki sabah ve ak­şamdan maksat, dünyadaki sabah ve akşam vakitleridir.

Ancak şehidlerin ruhları için kabir hayatı sözkonusu değildir. Onlar doğrudan doğruya cennete giderler."[651]

Bu mevzuda Buharı şârihi Kamil Miras (r.a.) de şöyle diyor: "Sual melekleri meyyite suallerini sorup gittikten sonra meyyitin vazifesi ne olur?

Cevap: Eğer Said kişi ise onun ruhu cennete gider. Eğer şakî ve günah­kar bir kişi ise onun ruhu da cehennemin kenarında büyük bir taş üzerine gider. İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre bir kısım insanlar da Berzah-'ta bulunurlar ki burası, ne cennettir ne de cehennem. Ashab-ı A'raf kıs­sası da buna delalet eder.

Bazı ulemanın beyanına göre ervah-ı suadâ cennette olmakla beraber kabirleriyle olan alakaları bile kesilmez. Bu alaka, bilhassa cuma gece ve gündüzü ile cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar pek canlı bir suret­te vuku bulur."[652]


Bazı Hükümler

1- Kabir Suali haktır: Bu bakımdan mevzumuzu teşkil eden bu hadis kabir su­alinin hak olduğunu söyleyen Ehl-i sünnetin lehine, aksini iddia eden Rafîzîlerle Haricilerden ve Mutezileden bazılarının aleyhine bir delildir.

2- Kabir hayatı ve azabı haktır. Kabir azabından Allah'a sığınmak gerekir.

3- Deccal çıkacaktır. Onun şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Rasu­lü ekrem efendimiz sözü geçen hususlarda Allah'a şöyle sığınmıştır: "Ya Rab ben, kabir azabından sana sığınırım, Mesih-i Deccal'in fitnesin­den de sana sığınırım. Hayat ve memat fitnesinden de sana sığını­rım."[653]

Sünen-i Ebu Davud'da bu mevzuda Hz. Peygamberin şöyle dua etti­ği ifade ediliyor:

"Ey Allah'ım, cehennem azabından, kabir azabından, Deccal'in fitnesinden, hayat ve ölümün fitnesinden sana sığınırım."[654]


4752... (Şu bir Önceki hadisin) bir benzerini de (yine) aynı senedle Ab-dulvehhab rivayet etti; (Abdulvehhab) dedi ki:

"Bir kul kabrine konup ta arkadaşları undan ayrılıp gittiği zaman, o, (kendisinden uzaklaşmakta olan) arkadaşlarının ayak tıkıltılarını duyar. Hemen arkasından iki melek gelip ona (şöyle) derler..." (Ab-dülvehhab aşağı yukarı bir) önceki hadise yakın şeyler rivayet etti ve bu hadiste (şunları da) söyledi: "Kafirle münafık meleğe (şöyle) derler." (Yani bu hadise bir Öncekinden farklı olarak) "münafık" kelimesini de ila­ve etti (ve rivayetine devam ederek şöyle) dedi: "(Onun çıkardığı) bu fer­yadı ins ve cinden başka ona yakın olan herkes işitir."[655]


Açıklama

Bir önceki  hadis-i  şerifte Münker - Nekir in sorularına doğru cevap veremeyen kimselere meleklerin vurduğu tokmakların seslerinin, insanlar ve cinlerden başka her­kes tarafından işitildiği ifade edilirken burada insan ve cinlerin dışında sa­dece ölüye yakın olan varlıkların işitilebileceğinden bahsedilmesi, bu iki hadisin arasında bir çelişki olduğunu göstermez. Çünkü uzaklık konusun­da âhiret ölçüleriyle dünya ölçüleri birbirlerinden tamamen farklıdırlar. Dünyada en büyük uzaklık olarak kullanılan "şark ile garp arası kadar" ifadesi âhirette bir evin iki duvarı arasındaki mesafe kadar küçüktür. Bi­naenaleyh bu hadiste âhiret ölçüleriyle verilen "Ölünün yakın çevresi" sözünde dünyadaki "Şark ile garp arası kadar uzak" sözü gibi bir son­suzluk ölçüsü ifade ettiğinden bu iki ifade arasında bir çelişki sözkonusu değildir. Binaenaleyh kabirde azab gören kimselerin feryadı insan ve cin­lerin dışında yakın olsun uzak olsun herkes tarafından işitilir. Bu hadisle ilgili açıklamayı bir önceki hadisle (3230) numaralı hadisin şerhinde açık­ladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[656]


4753... Berâ İbn Âzib'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) ile birlikte en-sardan bir adamın cenazesinde bulunarak defnetmek üzere Bakî1 mezarlı­ğına doğru yola çıktık. Daha kabrin kazılması tamamlanmadan kabre var­dık. Rasûlullah (s.a.) oturdu, kabrin etrafına biz de oturduk. Sanki başla­rımızın üzerinde birer kuş varmış gibi (sakin duruyor) idik. (Hz. Peygam­ber) elindeki bir çöple yeri karıştırıyordu. Derken başını kaldırıp iki ya da üç defa: "Kabir azabından Allah'a sığınınız" buyurdu.

Cerir'in rivayetinde burada (şu) ilave vardır:

Ve (Hz. Peygamber şöyle) buyurdu:

"Muhakkak ki (ölü kendisini defnedenler) dönüp giderlerken (soru meleği tarafından) kendisine: "Ey adanı, Rabbin kimdir? Dinin nedir, peygamberin kimdir?" diye sorulduğu sırada (onların) ayak seslerini duyar."

Hennâd (da hadisin bundan sonraki kısmını şöyle) rivayet etti: (Hz. Peygamber sözlerine devam ederek şöyle) dedi: "Ve ona iki melek gelir. Onu oturtarak ona "Rabbin kimdir?" derler:

Rabbim Allandır, der sonra ona:

Dinin nedir? derler:

Dinim İslam'dır, der, sonra:

"Şu size gönderilen adam da kimdir? diye sorarlar.

"Salat ve selam üzerine olsun, O Allah'ın Rasûlüdür, cevabını ve­rir. Sonra bunu: "Sana öğreten nedir?" derler; (o da):

"Ben Allah'ın Kitabım okudum, ona inandım ve (onu) tasdik ettim der." Cerir'in rivayetinde (şu) ilave vardı: "Bu (nu bana öğreten şey) Aziz ve Celil olan Allah'ın (şu) sözüdür: "Allah inananları dünya ha­yatında da ahirette de sağlam bir sözle tesbit eder." (İbrahim (14) 27)

(Bu hadisin bundan) sonra (ki kısmında hadisin ravileri olan Cerir ile

Ebu Muaviye rivayetlerinde) birleşerek hadisin kalan kısmını şöyle riva­yet ettiler: (Hz. Peygamber sözlerine devamla şöyle) buyurdu: "Bunun üzerine gökten bir münadî Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir yer hazırlayınız ve ona cennete (açılan) bir kapı açınız. Hemen arka­sından o kula (cennetin) esintisi ve hoş kokusu gelmeye başlar ve da­ha kabrinde iken ufku gözünün alabildiği kadarınca açılıp genişler. "Kafire gelince..." (Hz. Peygamber hadisin bu kısmında) kafirin ölümü­nü anlattı. (Onun ölümün nasıl zor ve şiddetli olduğunu açıkladıktan son­ra şöyle) buyurdu:

"Muhakkak ki kafirin ruhu da cesedine iade edilir. Sonra ona iki melek gelip onu oturtarak kendisine:

Rabbin kimdir? derler O (korkusundan): hık-mık edip:

Bilmiyorum, cevabını verir. Bunun üzerine

Dinin nedir? derler (yine) hık-mık ederek:

Bilmiyorum der, sonra:

Size gönderilen adam da ne oluyor? derler, (yine) hık-mık edip:

Bilmiyorum cevabını verir. Bunun üzerine gökten bir bir münadi:

Yalan söylüyor, ona cehennemden bir yer hazırlayınız. Cehennem elbiselerinden bir elbise giydirin. Ve ona Cehenneme (açılan kapılardan) bir kapı açınız." diye seslenir. O sırada (cehennemin) sıcağı yakıcı ha­vası kendisine gelmeye başlar. Kabri kendisine (öyle bir) daraltılır (ki) kaburga kemikleri birbirine girer." Cerir'in rivayetinde (şu) ilave vardır:

"Sonra ona yanında demirden bir tokmak olan kör ve dilsiz (bir zebani) musallat edilir. Eğer o (tokmak) dağa vurulsa (dağ) toz haline gelir. (Zebanı) o tokmağı o kafire öyle bir vurur ki, o vuruşu (n sesi­ni) insanla cinden başka şark ve garb arası (nda bulunan tüm varlıklar) işitir. (O kafir de yediği bu darbe ile) toz haline gelir, sonra (azabın de­vam etmesi için o kafirin) ruh(u tekrar) kendisine iade edilir."[657]


4754... (Bir önceki) hadisin bir benzeri Ebu Ömer Zazan'dan rivayet edilmiştir.[658]


Açıklama

Bu hadislerle açıklama (4751) numaralı hadisin şerhinde yapıldığından burada tekrara lüzum görmüyoruz.[659]

[635] İbrahim (14), 27.

[636] Buharî. cenâiz K9: tefsir sure 14/2; Müslim, cenne 73; Tirmîzî, tefsir 15/1; Nesâi, cenaiz, 114; İbn Mace, zühd 32.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/561.

[637] Mü'min (40), 46.

[638] Tâhâ (20) 124.

[639] Bk. Gölcük Doç. Dr. Şerafeddin, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 235-236.

[640] Bk. Tirmîzî. cenâiz 70.

[641] Bk. Gölcük Doç. Dr. Şerafeddin, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 237.

[642] Bk. Tirmîzî, cenâiz 70.

[643] Bk. Uludağ Süleyman, İslam Akaidi, Şerhu'l-Akaid, 251.

[644] Bk. Davudoğlu A.. İbn Abidid Terceme ve Şerhi, III, 399.

[645] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/562-564.

[646] Tirmîzi. cenaiz 70.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/564-565.

[647] Bk. Tirmîzi, cenaiz 70.

[648] Tirmîzî, cenâiz, 70.

[649] Bk. Buharı, cenâiz, 90;; rikâk 42; Müslim, cenne 65, 66; Nesâi, cenâiz 116; İbn Mâce, zühd, 32; Muvatta, cenâiz 48; Ahmed b. Hanbel, II, 51, 11.3, 123.

[650] Bk. Halil Ahmed, Bezlu'l-Mechûd, XVIII. 292.

[651] Bk. el-Mübarekfûri, Tuhfetü'l-Ahvezî, IV. 184.

[652] Bk. Miras Kamil, Tecrid-i Sarih, IV, 644-645,  I. Baskı.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/565-567.

[653] Bk. Müslim, Mesâcid. 129.

[654] 984 no'lu hadis.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/567.

[655] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/567-568.

[656] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/568.

[657] Nesâi, cenâiz 114; İbn Mâce, zühd, 32.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/568-571.

[658] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/571-572.

[659] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/572.
Kabir Azabı. Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla bilinemeyip vahiy yoluyla sabit olan gaybî konulardan biri de kabir azabıdır. Bu hususta bazı âyetlerin işareti ve çeşitli hadislerin açık beyanları mevcuttur. Firavun ve taraftarlarının sabah akşam ateşe arzedildiğini, kıyamet gününde de en şiddetli azaba mâruz bırakılacaklarını (el-Mü’min 40/46), Nûh kavminin suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını (Nûh 71/25) bildiren âyetler Ehl-i sünnet âlimlerine göre kabir azabına ilişkin delillerdendir. Bunların dışında, iyilerle kötülere dünyada ve âhirette yapılacak muamelenin aynı olmayacağını (el-Câsiye 45/21-22), münafıkların iki defa azap gördükten sonra büyük bir azaba mâruz bırakılacağını (et-Tevbe 9/101), kâfir ve münafık olanlara cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabın tattırılacağını (es-Secde 32/21; et-Tûr 52/47) belirten âyetler de kabir azabına işaret eden deliller arasında zikredilir. Hadislerde belirtildiğine göre Resûlullah kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş (Müsned, III, 103, 104; Müslim, “Cennet”, 67-69), kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashaba da Allah’a sığınmalarını söylemiş (Müsned, III, 296; Müslim, “Cennet”, 67), cenaze namazını kıldırdığı ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua etmiş (Müslim, “Cenâǿiz”, 86), ayrıca azap görenlerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir (Nesâî, “Cenâǿiz”, 115). Gıybet ve koğuculuk yapmak (Müsned, I, 225; Buhârî, “Cenâǿiz”, 88, “Vuđûǿ”, 57), ölüye ağıtlar yakarak ağlamak (Buhârî, “Cenâǿiz”, 33; Müslim, “Cenâǿiz”, 16-28), borçlu olarak ölmek (İbn Mâce, “Śadaķāt”, 12), yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek, içki içmek (Buhârî, “Cenâǿiz”, 92; “TaǾbîrü’r-rüǿyâ”, 48) gibi fiillerin kabir azabına sebep teşkil ettiği yine hadislerde bildirilmektedir. Hadislerde kabrin sıkması (Tirmizî, “Cenâǿiz”, 70), kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi (Buhârî, “Cenâǿiz”, 88; Müslim, “Cennet”, 65-66) gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber verilmiştir. Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edeceği,günahı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir.

Kabir azabının insanın bedenine mi ruhuna mı uygulanacağı hususu tartışma konusu olmuştur. Kerrâmiyye ve Sâlihiyye mensupları kabirde ölünün hayat olmaksızın azap veya nimet göreceğini iddia etmiş, azap veya nimetin idraki için hayatın şart olmadığını söylemişlerdir. Âlimlerin çoğunluğu ise hayat olmadan azap veya nimetin idrak edilemeyeceği fikrini benimsemekle birlikte bu hayatın niteliği hakkında farklı görüşler ileri sürmüştür. Selefiyye âlimleri kabir hayatını nitelemenin mümkün olmadığını söylerken bunlardan bazıları kabir hayatının sadece bedenle, bazıları da sadece ruhla yaşanacağını belirtmiştir. İbn Hazm ve İbn Kayyim el-Cevziyye, kabir âleminde azap veya nimeti idrak edecek olanın yalnız ruh olduğunu savunur (el-Uśûl ve’l-furûǾ, s. 144-147; er-Rûĥ, s. 279-290). Ehl-i sünnet çoğunluğuna göre kabirdeki sual, azap ve nimet hem ruha hem bedene yöneliktir, zira bazı hadislerde sual esnasında ruhun bedene iade edileceği bildirilmiştir (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 23). Eş‘arî ve Mâtürîdî âlimlerinin çoğunluğu, ölünün cesedinde azabın acısını veya nimetin lezzetini hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söyleyerek ruhun cesede aynen iade edileceğini ifade etmekten çekinmiş, kabirdeki ölünün hayatına dair kesin bir şey bilinemeyeceğini kaydetmiştir. Ölü üzerinde azap veya nimetin belirtilerini göremeyişin sebebi, duyulara kabir âlemini idrak etme yetisinin verilmemiş olmasıdır. Her ne kadar Eş‘arî, Mu‘tezile’nin kabir azabını inkâr ettiğini söylüyorsa da (el-İbâne, s. 181) Kādî Abdülcebbâr, daha sonra Cebriyye’ye intisap eden Dırâr b. Amr dışında kabir azabını inkâr eden bir Mu‘tezilî âlimin bulunmadığını belirtir.
Ölümden sonraki hâdiselerin birincisi Nekir ve Münker'in ka birdeki sualleridir. Nekir ve Münker, korkutucu ve heybetli iki me lektir. Bu iki melek, kulu, ruh ve cesetle birlikte kabirde oturturlar. Sonrada ona Tevhid ve Risalet'i sorarak 'Rabbin kimdir? Dinin ne dir? Peygamberin kimdir?' derler.2
Bu iki melek, kabrin mihenk taşıdır.3 Onların sualleri ölümden sonraki ilk fitne ve denemedir.4

Kabir Azâbı
İmanın kabul olunması için kabir azabına da inanmak gere kir.5 Kabir azabı haktır. Hem cisme ve hem de ruha uygulanacak ve Allah'ın dilediği bir zamana kadar sürecek olan bu azap adale tin tâ kendisidir.

Mizan
Bu terazi, büyüklük bakımından göklerin ve yer küresinin bü yüklüğüne eşittir. Onunla (Allah'ın kudretiyle) ameller tartılır. Bu terazinin gramları, zerreler ve hardal taneleridir. Gramların bu kadar küçük olması, adaletin tam tecelli etmesi içindir. İyilik say faları bir hasene şeklinde nur kefesine konur ve mizan Allah'ın faziletiyle ve O'nun nezdindeki derecelerine göre ağırlaşır. Günah sayfaları ise, bir günah suretinde zulmet (karanlıklar) kefesine konur ve böylece mizan Allah'ın adaleti hükmünce bunlarla ha-fifleşir,6

Sırat
Sırat, cehennem üzerine kurulmuş, kılıçtan keskin ve kıldan ince bir köprüdür. Allah'ın hükmüyle, kâfirler, bu köprü üzerin den kayarak cehennemin dibini boylayacaklardır. Yine Allah'ın fazlıyla mü'minlerin ayakları bu köprü üzerinde sabitleşir ve böylece karar evi (Dâr'ul-Karâr) olan cennete varılır.7

Kevser Havuzu
Sıratı geçen mü'minler cennete girmezden önce Hz. Muhammed'in (s.a) kevser havuzundan kana kana su içerler. Bu öyle bir içiştir ki, artık bir daha susarnazlar. Bu havuzun eni, bir aylık mesafedir. Suyu, sütten daha beyaz, baldan da daha tatlıdır. Kenarında, gökteki yıldızlar adedince bardak vardır. Havuza açılan iki oluktan devamlı olarak kevser suyu akmaktadır.8

Hesap
Mahlûkâtın hesabı çeşitli durumlar arzetmektedir: Kiminin hesabı şiddetli ve münakaşalıdır. Kimilerine de hesapta müsamaha gösterilir. Bazıları ise hesaba çekilmeksizin cennete girer ki bunlar mukarrebîndir. Bu bakımdan Allah Teâlâ, dilediği peygambere 'Peygamberlik vazifeni yerine getirdin mi?' ve dilediği kâfire de 'Sen peygamberleri yalanladın mı?' diye sual sorabilir. Fakat herkesi sorguya çekmeye mecbur değildir. Sualsiz cennete ya da cehenneme gönderebilir. Sünnetten ayrılan bid'atçılardan bu konuda sual sorduğu gibi, müslümanları da amellerinden dolayı sorguya tâbi tutar.9

Tevhid Ehli'nin Cehennemden Çıkması
Tevhid ehlinin ceza gördükten sonra ateşten çıkacağına iman etmek gerekir. Allah'ın fazlı ile hiçbir muvahhid (Allah'ın birliğine inanan hiçbir kimse) cehennemde ebedî kalmayacaktır. Müslümanın bu inanca sahip olması gerekir.10

Şefaat
Peygamberlerin, sonra âlimlerin, onlardan sonra da şehidlerin ve Allah nezdindeki derecelerine göre sair mü'minlerin şefaatına inanmak gerekir. Şefaatçısı bulunmayan mü'minler de, Allah'ın fazlıyla ateşte ebedî olarak kalmayacak, sonunda çıkartılacaklardır. Kalbinde zerre miktarı iman bulunan herkes, cehennemden mutlaka çıkartılacaktır.11

Sahabe-i kiramın faziletine inanmak, tertiplerini bilmek, yani peygamberlerden sonra insanların en faziletlisinin Hz. Ebubekir, ondan sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve ondan sonra da Hz. Ali olduğuna inanmak gerekir.12

2) Tirmizî, İbn Hibban, (Ebû Hüreyre'den); Tirmizî sahih olduğunu söylemiştir.
3) Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban, (Abdullah b. Amr'dan)
4) Irâkî bu hadîse rastlamadığını söylemiştir.
5) Buhârî, Müslim, (Hz. Âişe'den)
6) Bey hâkî, (Hz. Ömer'den)
7) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
8) Müslim, (Enes'ten)
9) Beyhakî, el-Ba's, (Hz. Ömer'den)
10) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
11) İbn. Mâce, (Hz. Osman'dan)
12) İbn Hâce, (Hz. Ömer'den); Ebû Dâvûd ve Taberânî
Ehl-i Sünnet inancına göre, kabirde Münker ve Nekir’in sual sorması haktır. Bu iki melek kabre girerek ölüye, 

- ‘Rabbin kimdir? Dinin hangi dindir? Peygamberin kimdir?’ diye sorduğunda, mü’min şu cevabı verir: 

- ‘Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Muhammed’dir (s.a.v.).’ 

***

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ölü mezara gömülünce, gözleri mavi olan iki siyah melek gelir. Bunların birine Münker, diğerine Nekir adı verilir. Ona derler ki:

- ‘Şu zat (Muhammed s.a.v.) hakkında ne dersin?’ O da şöyle cevap verir: 

- ‘O Allâh’ın kulu ve resûlüdür. Ben şehâdette bulunurum ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed de onun kulu ve Rasûlüdür.’ Bunun üzerine melekler:

- ‘Biz senin böyle söyleyeceğini zaten bilmekte idik’ derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler; sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır, aydınlatılır. Daha sonra ise melekler ölüye: 

- ‘Yat ve uyu’ derler. O da:

- ‘Âileme gidin de durumu haber verin’ der. Melekler:

- ‘Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et’ derler. 

Ölü münâfık olursa, meleklerin sualine: 

- ‘Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum, başka bir şey bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler de: 

- ‘Böyle diyeceğini zaten biliyorduk’ derler. 

Daha sonra arza, ‘Alabildiğine sıkıştır’ diye hitap edilir. Toprak da başlar adamı cendere gibi sıkıştırmaya... O kadar ki, kemikleri hurdahaş olur. Mahşer gününe kadar mezarda böyle işkence görür.” [Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 70]

***

Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendi silsilesinin 33’üncü ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) buyuruyorlar ki:

“Kabirde mü’minler sevdikleri suretinde “Beşîr-mübeşşir (müjdeleyici)” gelir. [Cennet ve nimetleriyle müjdelerler.] Biz bile misafirlerimize ikram ederiz de, Hz. Mevlâ misafirine ikram etmez mi? O bizim gibi konuklamaz, O’nun ikramı başkadır” [Ali Erol, Hatıratım, s. 88]

Cenab-ı Mevlâ-yi zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri şöyle buyurmuşlardır:

“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.”[Yunus suresi, 64]

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin! derler. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız.Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır. Gafur ve rahim (bağışlaması ve rahmeti-merhameti çok) olan Allah'ın ikramı olarak.”[Fussılet suresi, 30-32]

Rabbim cümlemize, Beşir-Mübeşşir’le karşılanmak ve onların vereceği saadet ve selamet dolu müjdelere mazhar olabilmek nasip ve müyesser eylesin. 
Münker Ve Nekir'in Suâli
Resûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki;
“Kul ölünce ya­nına iki siyah ve gökyüzlü melek gelir. Birine Münker, diğerine Nekîr denir. Peygamber hakkında ne dersin, derler. Eğer mü'min ise Allahü Teâlâ'nın kulu ve Resûlü'dür, şehâdet ederim ki, Allahü Teâlâ birdir. Muhammed (aleyhisselâm) onun Resulüdür, der. Mezarını enine boyuna yetmiş arşın büyütürler. Nûr ile doldururlar. Bir gelin gibi neş'eli uyu, seni en çok sevdiğinden başka hiç bir şey uyandırmaz, derler. Münafık ise bu suâle, bilmiyorum, insanlardan işittim, bir şey'ler söylediler, ben de söylerdim, der, Bunun özerine toprağa, onu sıkıştır, denir. Kaburga kemikleri birbirine geçer, böylece azâb içinde kalır” Resûlullah (sal­lâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anh) buyurdu ki:
“Yâ Ömer, kendini nasıl görüyorsun? Ölünce sana eni bir arşın boyu dört arşın bir mezar kazarlar, sonra seni yıkarlar, kefenlerler, mezara ko­yarlar, sonra doluncaya kadar toprak doldururlar ve dönüp giderler. Münker ve Nekîr gelir. Sesleri gök gürültüsü gibi, gözleri şimşek gibi, sakal­larını yere sürerler, dişleriyle mezarını eşerler, seni hareket ettirirler”. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh):
“Yâ Resûlâllah (aleyhisselâm), o za­man aklım başımda mı olur?” Diye sordu.
“Evet” buyurdu. Öyleyse korkmam, onlara yeterim”, dedi. Hadîs-i şerifte geldi ki:
“Kâfire mezar­da iki azâb meleği musallat ederler. İkisi de kör ve sağır olup, her birinin de elinde demirden, develerin su içtiği kovalar gibi, topuzlar bulunur. Kı­yamete kadar onu döverler, Gözleri yoktur ki, hâlini görüp acısınlar, ku­lakları duymaz ki, acı feryâdlarını işitsinler”. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:
“Resûlüüah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Ka­bir sıkması vardır, ölüyü sıkar. Ondan bir kişi kurtulsa idi Saîd ibn Muâz (radıyallahü anh) kurtulurdu”. Enes (radıyallahü anh) diyor ki:
“Mus­tafa'nın (sallâllahü aleyhi ve selem) kızı Zeyneb (radıyallahü anhâ) vefat etti. Onu mezara koydu, mübarek yüzü çok sarardı. Mezardan çı­kınca yüzü tekrar eski hâline geldi. Yâ Resûlâllah (aleyhisselâm), bu ne haldir? Dedim.
“Kabir sıkmasını ve kabir azabını hatırladım, ona bunla­rın çok az olacağını bana bildirdiler. Bu az kabir sıkması ile beraber onun feryadını bütün âlem duydu”, buyurdu. Yine buyurdu ki:
“Kâfirin me­zardaki azabı, doksan dokuz ejderha iledir. Ejderhanın ne olduğunu bilir misin? Her birinin doksan dokuz başı olan doksan dokuz yılandırlar. Onu sokarlar, emerler ve üflerler. Kıyamete kadar böyle devam eder”. Yine bu­yurdu:
“Mezar, âhiret yolculuğunun ilk konağıdır. Bu kolay olursa son­rakiler daha kolay olur. Zor olursa sonrakiler daha zor ve çetin olur”
Bundan sonra olanların birincisi sûr'a üflendiği zamanki korkudur. Sonra kıyamet günü korkusu, Onun uzunluğu, sıcaklığı çok ve şiddetli­dir. Sonra hesâb ve günâhlardan Sorulma korkusudur. Daha sonra amel defterlerinin sağdan veya soldan verilme korkusudur. Sonra amel defter­lerinde görünen kabahat ve kötülüklerin korkusudur. Sonra terazinin sevap kefesi mi, yoksa günâh kefesi mi ağır gelecek korkusudur. Sonra hakları yenen mazlumların ve onlar için verilecek cevâb korkusudur. Sonra Sırat, Sonra Cehennem, zebaniler, bukağılar, zincirler, zakkum, yılan, akrebler korkusudur.
Susuz çöller yahut şimal kutbu, cenup kutbundaki azap ve­rici yerler, yanardağlar, volkanlar cehenneme alâmet ve remzdir. Oradan çıkan lâvlar cehennem derelerine alâmettir. Kor­kunç denizler cehennemde bulunan ateş denizlerine işarettir. Acı, yenmez meyveler cehennem meyvelerindeki zakkumları, kaynar sular da ma-i hamime işarettir. Binlerce korkunç has­talıklar, cüzzamlar, firengiler, firengiden dökülmüş yüzler, cehennemdeki azaplara işarettir. İnsanda bulunan irinler ve cerahatler cehennemde bulunan derelerden akan pis sulara alâmettir. Dünyadaki körler, kâfirlerin gözlerinin kör edilip cehenneme öylece atılacaklarına işarettir. Dünyada sar'alı, nüzullü olanların hastalıkları, dünyada tefecilik yapan, insan hakkına riayet etmeyenlerin sıfatlarına işarettir. Hapishane cehenneme alâmettir, orada bulunan koğuşlar, derekâtı ce­henneme işarettir. Katiller, hırsızlar, ağır cezalılar, mahkûmlar cehennem ehline işarettir. Hücreler, zincirler, cehennemde olan azap âletlerine işarettir.
Hapishane müdürü, cehennemin baş meleği olan Malik namındaki meleğe, gardiyanlar cehennemde vazife gören zebanî namlı on dokuz meleğe alâmettir. Kur'anı Kerim her memleketin kendi kanununa alâmettir. Kanunları çiğneyen hâkimin huzuruna sevk edilip ceza gördüğü gibi, hakkın ka­nununu çiğneyenin de ceza göreceğine alâmettir. Suçluyu mahkemeye sevk ederken, o memleketin kanununu temsil eden inzibat kuvvetleri, polis ve jandarmalar vazife görürler. Bun­lar Allah’ın emri ile vazife gören meleklere işarettir. Dünya âleminde bazı kimseleri, gizli polis veya millî emniyet, takip edip yaptıklarını tespit eder ve vakti geldiğinde kendilerine yaptıklarından sual sorarlar. İşte bunun gibi insanda da iki melek vardır ki, onlar bizden ayrılmayıp “hayır ve şer” fiillerimizi tespit ederler. Bu melekler de Allah’ın emniyet memurlarıdır. Bizimle beraber olan bu melekler gizli polislere alâmettir. Bunlara (Kiramen Kâtibin) denir. Yaptığımız hayır ve şer işlerimizi yazarlar. Bunları biz görmeyiz. Onlar bizimle beraberdir, bizi takip ederler.
Bir memlekete vardığımız zaman, o memleketin hududuna yaklaştığımızda, bizi hudutta o memleketin polisi karşılayıp pasaport sorduğu gibi, kabre vardığımızda iki melek gelir bizden pasaport sorar. Yani Allahtan, Peygamberden, dinden imandan ve kitaptan sorarlar. Bir memleketten diğer bir memlekete gitmemiz, dünyadan âhirete, memurların pasaport sormaları, meleklerin bize birtakım Sorular soracağına alâmettir. Pasaportta gideceğimiz memleketin sefaretine tasdi ettirmemize alâmet de, hükümet-i ilâhiyyenin sevgili sefir olan Muhammed (s.a.v.)’in imanımızı tasdikidir, Pasaport tasdik mührü yoksa kabul edilmeyişimiz ve icap ederse tevki edilmemiz imansızların kabirde tevkif olunacaklarına işarettir.
Zelzeleler kıyametin şiddetine, ezan sûr'un üflenmesine mahkemeler mahşer yerine, hesap vermeye, hâkimler Allah; müddeiumumiler Nebilere, suçlarımız dosyalara, mübaşiri münadî olan meleklere, mîzan adalete işarettir. Mahkeme olup davayı kazananın sevinmesi, beraat edenin meserre mü'min kulların hesaptan sonraki sürûruna, cennete lâyık olanın beşaretine alâmettir. Mahkeme olup hapiste yahut idam mahkûm olan kimsenin me'yusiyeti, nedameti âh-u figanı cehenneme sevk olunan günahkârın ve cehennemde ebedî kalacak olan kâfirlerin nedamet ve helâkına işarettir.
Ömür bahçesinin gülü solmadan
Uyan hey gözlerim gafletten uyan
Âcil bir gün bize devran dönmeden
Uyan hey gözlerim gafletten uyan
Nice gafletine mağrur olursun
Kervan geçer gider yolda kalırsın
Billahi sonra pişman olursun
Uyan hey gözlerim gafletten uyan
Derviş Yûnus söyler sözü tutulmaz
Senin kumaşın bu yerde satılmaz
Böyle yatmak ile Hakka varılmaz
Uyan hey güzlerim gafletten uyan..
Ey mü'minler!... Ayaklarımız yürürken, hak için yürü­sün. Dillerimiz, hakkı zikr eylesin. Ömür bahçesinin gülleri sol­madan, dillerimiz susmadan, çenelerimiz kilitlenmeden göz­lerimiz gaflet uykusundan uyansın. Zira ömür denilen o aziz nimet çok çabuk gelir, geçer. Cansız binek bir gün olur, kapıya dayanır. Evin, yuvan matemlere boyanır, Son pişmanlık fay­da vermez. Kabrinde, karanlıkta ağlamanın sana hiç fayda­sı olmaz. Geçen ömrün geriye dönmez. Daha dün, çocuktuk. Sonra genç olduk, delikanlı olduk. Bak, şimdi saçımıza, saka­lımıza aklar düştü. Yakında, amel sandığı olan kabire girece­ğiz. Hakka lâyık ne amel işledik? Sonumuz ne olacak, bir düşündük mü? Bu fâni dünya için, mirasçılarımıza mal ve mülk bırakmak için, haram-helâl demeden mal ve para cem' ettik. Âhiretimiz için ise, hiç bir hazırlığımız yok!... Ellerimiz boş, yüzlerimiz kara. belki de bir çok suçu ve günahı beraberimiz­de götürüyoruz. Gelin; tövbe edelim. Hakka rücû edelim. Ömür kuşu uçmadan, fırsat elden kaçmadan, ecel bize gelip çatmadan, hak bizleri rahmet ve mağfiretine çağırıyor. Der­dine deva, marazına şifa bul. Geride bıraktığın zamanlara na­zar eyle, neler oldu? İleriye bak, neler olacak? Akıllı isen, ib­ret al!...
Dinleyin ahbaplar bir mânâ gördüm
Bir yere vardım gömlek biçerler
Bize de varandır diyerek sordum
Dediler bir yakasızda sana biçeriz bir gön
Kabir dünya gibi bol mu sanırsın
Mindersiz yastıksız yere konursun
Eriyip çürüyüp toprak olursun
Karanlık kuyular açarlar bir gün
Kabir diyorlar bu karanlık yere
Girmeden uğrarsın âh ile zâre
Şifası bulunmaz bir derin yâre
Merhemsiz yâreler açarlar bir gün
Ey Aşkî söylersin ibret almazsın
Ahvali mevtadan haber sormazsın
Hakkın rızasına suvar olmazsın
Bu handan elbet göçeriz bir gün.
Ey cenazeye hazır olan imam ve cemaat efendiler! Cenaze namazını kıldığınızda, bunları düşünmeniz lâzımdır. Bunları düşünmezsek, bizlere ölüm yokmuş gibi hareket edersek, gaflette bulunursak ki bir gün de, bu halin bize gelmesi mukad­derdir. Cenaze namazı kılarken yüz bin türlü dalavere düşü­nen kimsede, iman var mıdır, Yok mudur, size sorarım? Böyle gafletle namaz kıldıran imam efendinin, yakın bir zamanda başındaki sarık yılan olup boynuna dolanacak. Onu nâra ilete­cektir. Ey İmam Efendi! Senin azabın hiç bir kimsenin azabı­na benzemez. Sen, Nebi (s.a.a.)’i temsil edensin. Yaptığın cürmün azabı çok büyüktür. İnsafa gel, ölüden ibret al! İnsan olmaya bak. Keçi can kaygusunda, kasap et kaygusunda ka­bilinden hareket etme. O sarık, o cübbe senin gibi çok imamdan kaldı. Daha nicesinden kalacaktır. Bunu böyle bil de ona göre hareket et. Seni irşad ettiğim için bana kızma. Aleyhim­de bulunma. Bunları bana Allah söyletiyor. Söyleyene bakma söyleteni gör. Sana nimeti verene bakma, verdirene nazar et. Sana sopayı vuranı nazar-ı itibara alma, vurduranı anla!
Ey ölümü düşünmeyen, öleceğini hatırına getirmeyen! İyi bil ki, bu ölüm denen korkunç hal senin ve benim de başı­mıza gelecek, sinelerimizde umulmaz yaralar açacak. Sevgi­lilerimiz bizden kaçacak, sevdiğimiz mallarımız sevmedikle­rimize kalacaktır.
Bir gün Resul (a.s.) ashabına nasihat ediyordu. Onun bu tatlı sözlerini dinleyen ashab efendilerimiz, kimi hak kor­kusundan, kimi hak sevgisinden ağlıyorlardı. İçlerinde yalnız Üsame (r.a.) ağlamıyordu. Resûlullah (s.a.) e halinden şi­kâyet etti. Efendimiz onun göğsüne mübarek ellerini koyup:
“(Uhruc ya iblis)” dediler; yani “çık yâ şeytan!” demektir. Üsa­me ağlamaya başladı. Sonra ashabına dönüp şöyle buyurdu­lar: Gözün ağlayamaması kâlb katılığından, kâlb katılığı gü­nahın çokluğundan, günahın çokluğu ölümün unutulmasın­dan, Ölümün unutulması tûlu-u emelden, tûlu-u emelin sebe­bi dünya hayatını fazla sevmekten ileri gelmektedir, buyurdu­lar. Dünyayı İslâm dini, Kur'ani Kerim zemmeyledi; dünya nedir? Dünya mal, mülk, masa, kasa, rütbe, kumaş, evlâd değildir. Her ne şey seni Rabbinden men ederse işte dünya odur. Meselâ, bütün dünyanın her nimetine sahip bir kişi Rabbini unutmaz, ona karşı kulluğunu tam yaparsa bu kişi dünya perest olmayıp, hakkın sevgili kulu, Peygamberimizin üm­metidir. Bir kişi fakir olup dilense o dilenciliği yüzünden Rabbine karşı olan kulluğunu yapmasa, bu kişi dünya peresttir. Hak katında Resûlullah’ın indinde makbuliyyeti yoktur. Sö­zün kısası elin kârda, gönlün yârda olacak. Bütün dünya se­nin olacak, sen Hak'kın olacaksın. Hiç ölmeyecek gibi dün­yaya çalışacaksın, yarın ölecekmiş gibi âhirete hazırlanacaksın. Herkes senden iyilik görecek. Her mahlûka merhametli olacaksın. Adil, sâdık, dürüst, çalışkan ve doğru olacaksın. Böyle olman lâzım. Zira mü'minler böyle olur. Hem Rabbini, hem peygamberlerini hem de insanları memnun eder. Mü'min demek Allaha inanmış, nebilere, kitaplara, meleklere, kıya­mete hayrın ve şerrin, kaderin haktan olduğuna, öldükten sonra dirilip dünya hayatından Allaha hesap vermeğe iman eden kimsedir. Peygamberimiz, Müslüman o kimsedir ki elin­den ve dilinden kimseye zarar vermez, buyurmuşlardır. İyilik edemezsen, hiç olmazsa kimseye zararın dokunmasın. Bu söz­leri söyleyip kalbiyle inanan kimse fiili ile ispat ederse işte o, kâmil mü'mindir. Yalnız dili ile söyleyip kalbi ile de inanıp fiili bu inandığına uymazsa fâsıktır, günahkârdır. Onun affı Allah’ın rahmetine kalmıştır.
Mü'minler! nâr'dan yani, cehennemden çıkmak var diye, bu nâr'a girişe ehemmiyet vermemezlik yapmayalım. Elini bir defa ateşe daldır, ne kadar tahammül edebileceksin? Cehen­nem denilen yer, hamam sıcağı kadar hararetli olsa, ne kadar tahammül edebiliriz? Bir düşünelim. O ateşlerin içerisinde ya­şayan bir takım hayvanlar var ki, bunlar ehl-i nâr-ı sokacak incitecektir. Yaz geceleri sivrisinek, tahtakurusu, pire ve ka­rasinek gibi insanları ta'cîz eden hayvanların iz'acma taham­mülümüz yok, hem de bunlardan kurtulmak elimizde iken, gördüğümüz huzursuzluğu, bir düşünün. Halbuki orada ira­demiz elimizde olmayıp korkunç azaplara nasıl tahammül ede­riz? Hele imansızlar hakkın nimetini yiyip, devletini sürüp, hakka karşı gelen Resulleri tekzip edip, onlara iman etmeyen­ler ebediyyen orada kalacaklar Allanın azabına dayanamayacaklardır. Fakat ne faydası var! Ciltleri yanıp kül olduk­tan sonra tekrar ciltleri meydana gelecek ve bu azabı ebediy­yen tadacaklardır.
İsa aleyhisselâm, bir gün otlakta otlayan bir sürüden bir koyun yakalayarak, kulağına bir şeyler söyledi. Koyun, ot yemez, su içmez oldu.
Birkaç gün sonra, yine aynı otlaktan geçen İsa aleyhis­selâm, çobana o koyunu göstererek:
“Bu hayvan hasta mı? Neden, diğerleri gibi ot yemiyor ve su içmiyor?” Diye sordu. Kendisini tanımayan çoban da:
“Geçenlerde, buradan bir zat geçti ve bu koyunun ku­lağına bir şeyler söyledi. O günden beri, bu hayvana bir durgunluk geldi,” cevabını verdi.
Acaba, Hazreti İsa koyunun kulağına ne söylemişti?
İsa aleyhisselâm, o koyunun kulağına: “(Ölüm var!)” demiş ve hayvan olduğu halde, ölümü işiten koyun yemeden, içme­den kesilmiş ve bu hale gelmişti.
Ya, biz insanlar? Gözlerimizin önünde, en sevdiklerimiz ölüp, göçtüğü halde sanki ölüm sırası bize gelmeyecekmiş gi­bi, gülüp oynuyor, Allaha karşı yüz bin isyandan geri dur­muyoruz. Halbuki, bize hayvanlardan daha fazla yaslanmak, tasalanmak düşer. Çünkü ölüm bize, hesap ve sual de bize­dir. Ölümden ibret almayan, hiç bir şeyden ibret alamaz. Böy­le olanlar da, kendilerini çekip çeviremezler ve Allaha kulluk edemezler. Âkil olan, ölümden ibret alır ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünür. O korkunç gün için hazırlık yapar. Ya­şadığı her günü, Allaha ibadet ve itaatle geçirir. Kıldığı her namazın, belki de son namazı olduğunu hatırına getirir de, Rabbine öylece ibadet eder. Bu şekilde ibadet edenlerden, hiç bir kimseye kötülük gelmez. Çünkü onlar Allah’ın emirlerin­den dışarı çıkmazlar. Allanın menettiği şeylere el uzatmazlar.
Bir düşünelim!... Hani babalarımız? Hani dedelerimiz? Hani firavunlar, hani Nemrud'lar hani o dünyaya sığmayan­lar? Hani, o Allahlıklarını ilân edenler, hiç ölmeyeceklerini zannedenler? Nereye gittiler, nice oldular?
Şimdi, onların hiç yıkılmayacak sandıkları sarayları, kâ­şaneleri örümceklere, yılanlara, akreplere mesken oldu. Ey âşık-ı-sâdık:
Bugün tövbe edeyim, yarın tövbe edeyim diyerek ömür­lerini nevaya verenler, bu nimetlerden mahrum kalırlar. Ya­lancılıkla, düzenbazlıkla, hilekârlıkla nefeslerini ve nefisle­rini tüketenler, ebedî hüsrana uğrarlar. Nefislerine zulmeden­ler o kimselerdir ki, Allahu Teâlâ'yı inkâr ederler, Resullerine tâbi olmazlar, hiç ölmeyeceklerini, dünya yüzünde baki ve ebedî kalacaklarını sanırlar. Bu gibiler, bütün bu nimetlere erişemedikten başka, azap günü gelip çattığında pek korkunç azaba uğrarlar ve o azap içinde ebediyyen kalırlar. Bu azabın dehşet ve şiddetinden kurtulmaya çalışırlar ama bütün bu gayretlen boş ve beyhudedir. Zira onlar bu azaba daha dün­ya hayatında iken istihkak kesbetmişler, ölümleri ânından iti­baren de ebedî azaba mahkûm olmuşlardır.
Ey mü'min:
Ölüm günü gelip çatmadan tövbe et.. Yaptığın bütün kö­tülüklere, fenalıklara, kabahatlere, suçlara ve günahlara töv­be et. Bir daha işlemeyeceğine söz ver, nadim ol, ağla ve gözyaşı dök, bir daha kötülük yapmamağa azm-ü-cezm eyle. Allahu Teâlâ, tövbe eden kullarını sever. Allahu Teâlâ, kötülük­lerden kaçınan, mâ'nen ve maddeten arınmasını bilen temiz ve tâhir kullarım sever. Ebedî saadet ve ni'metlerini de böy­lece tövbe eden, arınan ve kötülüklerden sakınan kulları için hazırlamıştır. Bunu bil, bu gerçeğe inan, Hakkın vâ'dine bağ­lan, gayret kemerini beline kuşan. Tevhidi, tehlüi, temcidi, doğru konuşmayı, hak söylemeyi diline vird edin. Yalandan, gıybetten, boş ve faydasız sözden, seb'den, küfürden, haram yemekten, inciten ve kalp kıran acıt konuşmalardan, şahitliği ketmetmekten dilini temizle ve koru. Gözlerinden gaflet ve hıyanet perdelerini kaldır. Gözlerini, gördüklerinden ibret alır hale getir. İyiyi, güzeli ve doğruyu görmeğe alıştır. Ku­laklarını hak kelâmına ver, Allahu Teâlâ'nın sevmediği söz­lere kulaklarını tıka. Gıybete, kötü söze, boş ve faydasız ko­nuşmalara kulaklarını kapalı bulundur. Ağızdan alınan zehir; vücudu ifna ettiği gibi, kulaktan alman zehirli kelâm da in­sanın ruhunu ifna eder. İki çenen arasındaki et parçası ile iki budun arasındaki et parçasına sahip ol. Ayaklarım da dai­ma doğru yolda bulundur. Sapıkların, azmışların, fısk-ü-fesat yolunda gidenlerin yollarına saptırma. Unutma ki, ölüm bir gün bize de gelecek, bize de yetişecektir. Ölümden kurtuluş yoktur. Bir gün gelecek, bizi de alacaklar, evlât ve ıyalimizi yetim koyacaklar, kabrimize bırakıp savuşacaklardır. Kabir denilen yer, ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehen­nem çukurlarından bir çukurdur. İşte, o çukurda amellerimiz ile baş başa kalacak, ya feci bir azaba uğrayacak veya rahat ve güzel yeni bir âleme kavuşacağız. Orada, bizlere ihsan buyurulacak mükâfatları bekleyeceğiz.
Dünya, âhiretin tarlasıdır. Ebedî hayat, buradan kaza­nılır. Şu var ki, bu ebedî saadeti, bu zevali olmayan baki mül­kü; fâni âleme tercih edenler altını teneke ile değişen gafil­ler gibidirler. Her gün yakınlarından dostlarından, ahbap ve arkadaşlarından ölenleri gördükleri, dünya hayatının fâni ve geçici olduğunu da bildikleri halde, bundan ibret almayanlar, âhiretleri için hazırlık yapmayanlar bu gafletlerini elbette nedametle ödeyecekler ve elbette bu gibilerin âkibetleri iyi ol­mayacaktır.
Allahu Teâlâ, zâlimlerin mü'ini, yardımcısı değildir. Al­lahu, Teâlâ muhsinlerin, müttekilerin yardımcısıdır ve onlarla beraberdir. Nereden gelip nereye gittiğini, ne için gelip ne için gittiğini bilmeyen, ne için halk olunduğunu sezemeyen, hilkatinin sebebini arayıp araştırmayan, nefsinin aczini öğrenemeyen, Allahu Teâlâ'nın izzetine iyman etmeyen kişiler, el­bette baki âlemde sefil ve rezil olacaklardır.
Hakka gönül veren âşıklar ise, sevdikleri ile haşrolacak, sevdikleri ile ebediyyen beraber kalacaktır.
Kafile kalkacak, günler yaklaştı;
Yakında çıkarsın bâb-ı gafletten.
Yarandan, ihvandan göçler sıklaştı;
Uyan ey gözlerim hâb-ı gafletten.
Yaptığın hesaplar bir gün bozulur
Kafile sessizce yola düzülür.
Düşmanın sevinir, dostun üzülür;
Uyan ey gözlerim hâb-ı gafletten.
Çırçıplak ederler, soyarlar seni;
Bembeyaz kefenle boyarlar seni.
Bir tabut içine koyarlar seni.
Uyan ey gözlerim hâb-ı gafletten.
Cansız binek gelir o gün kapıya.
Vârislerin gelir malın yağmaya.
Var mı kimsen sana Kur'an okuya
Uyan ey gözlerim hâb-ı gafletten.
Üç beş dostun ağlar, ağyar sevinir;
Anan saçın yolar, ehlin döğünür;
Sessizlik evinin yolu görünür.
Uyan ey gözlerim hâb-ı gafletten.
“Fe-İzâ câ'e ecelühüm lâ yeste'hirûne sâ'aten ve la yestakdimûn.”[209]
“(Ecel geleli mi, ne bir lâhza geri kalırlar, ne de bir lâhza ileri gedebilirler.)”
Kâfirlerin, zâlimlerin ölümleri çok acı, çok korkunç ve çok fecidir. Kâfirlerin ve zâlimlerin, ölüm ânında çektikleri azabı, Kur'an-ı-kerim şu yolda haber vermektedir. (Allahu Teâlâ'ya sığınırız).
Dünyayı alırsın boynuna
Hiç ölüm korkusu gelmez aynına
Azrail geldiğinde yanına
Hazine dolu paran olsa ne fayda?
Mü'minler ölmezler. Fâni ve geçici dünya evinden, baki ve ebedî olan âhiret evine göç ederler.
“Herkese yaptığı işin karşılığı tastamam verilir. Zaten Hak Teâlâ onların yaptığını en iyi bilendir.”
Allah celle, Hadis-i-kudside:
“İzzet ve celâlime ka­sem ederim ki, kulumun kalbinde iki korkuyu ve iki emniyeti cem'etmem. Benden dünyada kor­kanları ve her işlerinde benim rızamı arayan­ları, kıyamet günü bütün korkularından emin ederim, onu o müthiş gün korkutmam. Dünyada benden korkmayanları ve emin olanları da, kı­yamet günü korkuturum.” buyurmuşlardır.
Bir adam, mescitte namaz kılıyordu. Namazdan çıkınca, bir heybe içinde bıraktığı bin altının yerinde yeller estiğini gördü. Aynı mescitte namaz kılmakta olan Hazret-i Ali (Kerremallahu vechehu) Efendimizin hafidi İmam Cafer sadık efendimize:
“Mescitte ikimizden gayrı kimse yok, paramı ve heybe­mi sen çaldın, diyerek iftira etti. Hazret-i-İmam, her ne kadar:”
“Ben, Evlâd-ı Resuldenim. Böyle şeylere tenezzül etmem,” dediyse de, dinletemedi:
“Mescitte senden başka kimse yoktu ki başkası almış ol­sun,” diyerek diretti. Hazret-i-İmam sordu: “Heybende ne kadar para vardı?”
“Bin altın vardı.”
“Öyle ise gel benimle beraber, diyerek parası kaybolan adamı saadet-hanesine götürdü ve şahsına ait paradan kay­bolduğu iddia olunan bin altını adama verdi. Parasını aldığı halde, küstahlığı elden bırakmayan müfteri:”
“Almadınsa bana bu parayı neden verdin?” Diye Sorunca da:
“Evlâd-ı-Muhammed'e iftira ettiğinden nâra girmeni is­temedim ve bu parayı sana helâl ettim,” buyurarak adamı savdı.
Hazret-i-İmam, bir müslümanı yalancı çıkarmak isteme­mişti. Fakat gelin görün ki, parasının çalındığını iddia eden adam, arkadaşlarının yanına gelince, gülerek kendisine:
“Geçmiş olsun, dediler ve şaka olsun diye kendisi namaz kılarken, içinde bin altın bulunan heybeyi gizlice alıp sakladık­larını söylediler ve heybeyi sahibine teslim ettiler.”
Adamcağız, yaptığı hatayı anlayarak büyük bir üzüntü­ye kapıldı. Parasını kendi arkadaşları alıp sakladıkları halde, hiç suçu olmayan ve mescitte kendisi gibi namaz kılan bir zatı hırsızlıkla itham ettiğinden utandı. Şahsını tarif ederek bu za­tın kim olduğunu sordu. Kendisine:
“O zat, Peygamber-i zişânın amcası oğlu Hazret-i Ali'nin torununun çocuğudur, denilince doğru Hazret-i İmam Cafer Sadık'ın evine koştu, ellerinden öperek affını ve rızasını diledi ve haksız olarak aldığı bin lirayı iade etmek istedi. Hazret-i-İmam kabul etmedi ve adama şöyle buyurdu:
“Bu hane, Evlâd-ı-Muhammed hanesidir. Bu hane, mâ'den-i-nübüvvet, sırrı velayet, vâris-i ulum-u Nebevi hanesidir. Bizim mülkimizden bir şey çıkarsa, tekrar bize avdet etmez. Verdiğimizi geri almak, bizim şânımıza münasip ve lâyık de­ğildir. O altınlar, sana hediyemiz olsun, güle güle harca.
Fânî dünyaya meyleden, dünyası için dinini terk eden, dünya malı için Hak binasını yıkan, ölümden ibret almayan gafil!.. Artık, kötülüklerden elini, eteğini çek. Ölümünü dü­şün... Neler gördün, daha neler göreceksin... İş, ölmekle bit­miyor. Asıl hayat, ondan sonra başlıyor. Şimdi uykudasın; bu gördüklerin rü'yadan başka bir şey değildir. Yalnız şu farkla ki, rü'yada yaptıklarından mes'ul değilsin amma, dünyada yap­tıklarından sorumlusun. Yakında uyanacaksın; bütün insanlar uykuda öldüler mi, uyanırlar diyor Allah Resulü.
Yâ Rab. Bizi, ölmeden uyandır, ibretle bakacak, gerçek­leri görecek bir göze sahip kıl. Haya sahibi bir yüz, ağzımıza tatlı bir dil ihsan eyle.. Bize hayatımızda dua edenleri, mematımızda rahmet ve Fatiha ile ananları iki cihanda aziz ey­le. Âmin diyen dilleri nârından azad eyle. Âmin, bi-hürmeti seyyid-il-mürseliyn vel-hamdü lillahi Rabbil-âlemiyn, kabul-üd-dua el-Fâtiha.
Her şeyin yaratıcısı, ancak Ulu Allah'tır. O'ndan başka yaratma gücüne sahip bir kuvvet yoktur. Yaratıcılık vasfı, sadece Yüce Allah'a mahsustur.
Bu âlemde meydana gelen her şey Yüce Allah'ın bilmesi, dileme ve yaratmasıyla var olur. İşte herhangi bir şeyin, belirli bir şekilde meydana gelmesini Ulu Allah'ın ezelde dilemiş olmasına Kader denir. Ve Ulu Allah'ın dilemiş olduğu şeyi, istediği zaman var etmesine de Kaza denir.
Ulu Allah'ın falan kişiyi, filân günde yaratmayı ezelde dilemiş olması kader'dir. O kişinin takdir edilen günde dünyaya gelmesi de yaratma, bir kaza'dır. Burada kader ile kaza birbirinden ayrı şeylerdir.
Ulu Allah'ın takdir ve kazasının dışında hiç bir şey düşünülmez. Gerçekten inanmak, aynı zamanda razı olmaktır. Ancak, kaza kadere boyun eğmek, bizi Sorumsuzluğa ve miskinliğe sevk edemez. Çünkü insanoğlunun da bir iradesi vardır. Bu irade ve çalışmanın sonucu olan her şeyden insan, sorumludur. Bu sebeple insan, Yüce Allah'ın rızasına uygun hareket ederek, kötü yollara düşmekten kaçınmak zorundadır. Bir insan günah işlemek ister ve iradesini bu yolda kullanırsa, Ulu Allah da o günahı yaratır. Fakat bundan memnun olmaz. Ve müslümanlara yakışan, en doğru hareket şekli, Yüce Allah'ın memnun kalmayacağı emirlerine aykırı olan her şeyi yapmamaktır. Kaza ve kadere inanmanın birçok fayda ve hikmetleri vardır.
Bir kere, kazaya ve kadere inanan kişi, her şeyin tek yaratıcısı hâkimi olarak, sadece Ulu Allah'ı tanır. Böylece, ruhu yükselir. Kabirlik için atar, karakteri ve ahlâkı düzelir. Gene o kişi, hayatta her şeye girişir, başına gelene göğüs gerer. Ömrü boyunca cesaret ve gücünü kaybetmediği için, basardan başarıya ulaşır. Çünkü kaza ve kadere boyun eğen kimse, bir iş de başarısızlığa uğrarsa; “Bunda bir hikmet ocak.” diyerek aynı şeyi başka yollardan başarmaya çalışır, bunu da yapamaz ise: “Allah bana bu kadar güç vermiş, buna da çok şükürler olsun.” der ve tevekkül eder.
Hemen belirtelim ki, kaza ve kader, insanoğlunun mesuliyetine sorumluluğuna engel değildir. İnsanlar, kendi irade ve güçlerine dayanarak çalıştıkları, kazandıkları, kaybettikleri; tek kelime ile yaptıkları her şeyden, Ulu Allah'a karşı sorumludurlar... [210]
Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kul öldüğünde ona siyah renkli, mavi gözlü iki melek gelir. Birinin adı Münker, diğerinin adı Nekir'dir. O iki melek ölüye 'Muhammed hakkında ne diyordun?' derler. Eğer ölü mü'min ise der ki: 'Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidir. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ediyorum'. İki melek 'Zaten bunu söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra o ölü için kabir yetmiş zirâ genişletir, nûrlandırılır. Sonra ona uyu denir. Ölü der ki: 'Yakamı bırakın! Ehlime döneyim. Onlara başımdan geçeni haber vereyim!' Ona 'Uyu!' denir. O, güvey uykusu gibi Allah Teâlâ onu o kabrinden haşre gönderinceye kadar uyur. Eğer ölü münafık ise Münker ve Nekir'in sualine şöyle cevap verir: 'Peygamberi bilmiyorum. Ben halkın bir şeyler dediğini duyar, ben de onu söylerdim'. Bunun üzerine o iki melek derler ki: 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk'. Sonra yere (mezara) denilir ki: 'Bu kişinin üzerine kapan!' Yer onun üzerine, kaburgaları bir birine geçecek derecede kapanır. Münafık, mezarda Allah onu haşre gönderinceye kadar azap görür.158

Atâ b. Yesar, Hz. Peygamberin (s.a) Ömer b. Hattab'a şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ey Ömer! Öldüğünde kavmin seni yıkayıp, kefenleyip kokuladıkları, sonra seni yüklenip o çukura bıraktıkları, sonra üzerine toprağı atıp seni defnettikleri zaman durumun ne olacak? Onlar senin yanından ayrıldıklarında sana Münker ile Nekir gelirler. Onların sesleri şiddetli gökgürültüsü ve gözleri çakan şimşek gibidir. Tüyleri yerde sürünür. Kabri, dişleriyle deşerler (veya teftiş ederler). Ey Ömer! Bu durumda halin ne olacak?159
Hz. Peygamberin bu sualleri karşısında Hz. Ömer sordu:
- Benim şimdiki aklım gibi o zaman da aklım olacak mı?
- Evet olacak!
- Öyleyse (Allah'ın izniyle) ben o zaman senin için onlara kâfi gelirim.

Bu hadîs, aklın ölümle bozulmayacağına ve ancak bedenin bozulduğuna dair açık bir hükümdür. Bu bakımdan ölünün aklı, idraki, elem ve lezzetleri daha önce bildiği gibi bilme hissi sağlam olarak kalır. Onun aklından birşey bozulmaz. İdrâk edici akim bu azalar ile ilgisi yoktur. O idrak, uzunluğu ve eni olmayan bir şeydir. Hatta bölünme kabul etmeyen eşyayı idrâk edici cüz kalırsa, akıl var demektir. İşte ölümden sonra da böyledir; zira ölüm, o idrâk edici parçaya girmez. O yok olmaz.

Muhammed b. Münkedir şöyle diyor: 'Kulağıma geldiğine göre kabirde kâfire kör, sağır, elinde demirden yapılmış ve başında devenin hörgücü gibi topuzu olan ve elinde kamçı olan bir hayvan musallat kılınır. O kamçı ile kıyamete kadar kâfiri döver. Kâfir
ölüyü görmez ve sesini işitmez ki ona merhamet etsin',


Süfyan es-Sevrî der ki: Kişi nasıl kardeşini, ailesini, çocuğunu koruyorsa, sâlih amalleri de kişiyi o şekilde kabirde korurlar. Sonra kişiye şöyle denir: 'Allah senin için kabrini bereketli kılsın! Dostların ne güzel dost, arkadaşların ne güzel arkadaşlardır!'

Huzeyfe şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber ile beraber bir cenazeye gitmiştim. Kabrin başına oturduktan sonra kabre bakıp şöyle dedi:
Mü'min bir kimse kabirde öyle bir sıkıştırılır ki o sıkıştırmada onun göğsünün damarları kesilir.161

Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak kabrin sıkıştırması vardır! Eğer ondan bir kimse kurtulsaydı muhakkak Sa'd b. Muaz ondan kurtulurdu.162

Enes'ten şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamberin kızı Zeyneb vefat etti. O çok hastalıklı bir kadındı. Hz. Peygamber onun cenazesinin arkasından gitti. Hz. Peygamberin hali, bizi üzüntüye garketti. Kabre indiğinde Hz. Peygamberin yüzü iyice sarardı. Kabirden çıkınca yüzü beyazlaşıp normale döndü. Bunun üzerine 'Ev Allah'ın Rasûlü! Sende bir durum gördük. O durumu icabettiren ne idi?' diye sorduk. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Kabrin, kızımı sıkıştın}) azap edeceğini düşündüm. Bana ondan azabın hafifletildiği haber verildi. Yemin, olsun! O öyle bir şekilde sıkıştırıldı ki onun sesini, insan ve cin hariç, yer ile gök arasındaki herşey işitti.163

1 yorum: