5 Şubat 2016 Cuma

Kabir



Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya
cehennem çukurlarından bir çukurdur.

Hadis-i Şerif
Kabir azabı haktır

Sual: Kabir azabı gerçekten var mı?
CEVAPKabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir:
İmam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimde (Onlar, sabah-akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, "Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!" denilecek) buyuruldu. (Mümin 46)
Sabah-akşam görecekleri azap, Kıyametten öncedir. Âyetin devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi ise Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet-i kerime kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya)
Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyet-i kerimesinde geçen Feüdhılukelimesindeki F harfi, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar)demektir. (El-Kavl-ül fasl)
Al-i imran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [şehitleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyet-i kerimesi de, kabir hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Taha suresinin 124. âyet-i kerimesindeki "Me'îşeten danken" kabir azabını bildiriyor. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır. "Feinne lehü me'îşeten danken" âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir. 99 tinnin kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi]

Tekasür suresinin 3. âyetindeki, bu övünmenizin kötü akıbetini "İleride bileceksiniz!" demek, "Ölürken" demektir. 4. âyetindeki "Yine ileride bileceksiniz" ise "Kabirde" demektir. (Celaleyn, Medarik, M.Tezkire-i Kurtubi)
Bekara suresinin, (Ölü iken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen, ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefi de bu âyetin kabir azabı ve nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsiri Şeyhzade)

İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:
Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki "Orada"dan maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade)
İmam-ı Nesefi buyurdu ki:
Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyetinde, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade), Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101. âyetindeki azabın biri kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)
İmam-ı Süyuti hazretleri, "Kabir azabı" ile ilgili Şerhussudur isminde müstakil bir eser yazmıştır. Buhari ve Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki kabir azabı ile ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur.

Hazret-i Âişe validemiz, (Ya Resulallah, bu ümmet, kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hali ne olacak?) diye sual edince, Resulullah, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette de sabit sözlerinde sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar), Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu, müminlere kavl-i sabit ihsan edildiği bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)
İslam âlimleri, kabir hayatının ahiret hayatından olduğunu, kabir azabının da ahiret azaplarından olduğunu bildirmişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani)Yukarıda âyet-i kerimelerle kabir azabının hak yani gerçek olduğunu bildirdik. Şimdi de kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazılarını bildiriyoruz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır.)[İ.Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni]

(İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.)[Taberani]

(Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.) 
[Taberani]

(Dün gece rüyamda, bir kimseyi kabir sıkarken gördüm. Namazı gelip onu kabir azabından kurtardı.) 
[Hâkim]

(Cuma gecesi 
"Fâtiha" ve 15 kere "İzâ zülzilet" okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur.) [Deylemi]

(Fisebilillah gözcü olarak vefat eden kabir azabı görmez.) 
[İ. Ahmed]

(Allah’ım, kabir azabından Sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hâkim, Harâiti]

(Allah’a yemin ederim ki, 99 tinnin Kıyamete kadar, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya’la, İbni Hibban, Tirmizi]

(Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Gece-gündüz onu yakar. Bir tinnin, her namaz vaktinde onu sokar.)
 [Kurretül-uyun]
[Tinnin isimli yılan, dünya yılanı değildir. Kâfire ve günahkâra azap etmesi için Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.]

Resulullah efendimiz, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, Müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azabı çekiyorlar) buyurdu. (İbni Mace)

Eshab-ı kiramdan Ya’la bin Mürre hazretleri, bir kabirde azap olduğunu işitip, Resulullah efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz de, (Ben de işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için, azap yapılmaktadır) buyurdu. (Beyheki)

Peygamber efendimiz, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti. Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler. Bunlar gıybet ve idrardan dolayı azap görmektedir) buyurdu. (İ.Mace)

(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan dolayı, Cehennemdekiler rahatsız olur. Bunlardan biri, ateşten kapalı bir tabut içinde, biri bağırsaklarını sürür, biri de kan ve irin kusar, öteki ise kendi etini yer. Tabuttaki, borçlu olarak ölmüştür, üzerinde kul borcu vardır.
 [Geriye mal da bırakmadığı için borcu ödenmemiştir.]Bağırsakları sürünen, idrardan sakınmamıştır. İrin ve kan kusan, müstehcen konuşmuştur. Kendi etini yiyen de, gıybet ve kovuculuk etmiştir.) [Taberani]

Peygamber efendimiz bir cenazede, (Ya rabbi bunu kabir azabından koru) diye dua etmiştir. (Müslim, Nesai, Tirmizi)

Ehl-i sünnetin ve hanefi mezhebinin reisi olan imam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
(Kabirde ruhun cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır.) [Kavl-ül faslİslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, (Kabrin bedeni sıkması vardır) buyurdu. (Mektubat-ı Rabbani 3/17)

Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Gazali hazretleri de, (Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya-i ulümiddin)

Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade edilmesinden sonra olur. [Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91]

Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da, her ikisine birden yapılacaktır. (El-Müstened) 
İmam-ı Süyuti hazretleri (Şerh-us-Sudur), Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri (Ehvâl-ül-kubur) kitabında, İmam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)

Özetini aldığımız hadis-i şerifin metninde Ebu Cehil'in İbni Ömer hazretlerinden su istediği de yazılıdır. Demek ki, Ebu Cehil'in sadece ruhuna değil, bedenine de azap yapılmaktadır. Cehennemde de, çürüyen vücut yerine yeni bir vücut yaratılacak, Cehennemdekilerin böylece hem ruh, hem de bedenleri azap görecektir. Azabı gören ve çürüyen beden değildir. Ruhun tasarrufu altında olan beden azap görecektir.

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)

Günahları ikisi birlikte işlediği için, yalnız ruha azap yapılması, hikmete ve ilahi adalete uygun değildir. Beden kabirde çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Allahü teâlâ, ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi, bedene de azap yapmaya gücü yeter. Allahü teâlâ her şeye kadirdir, Onun kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat)

Yanıp ölene kabir azabı

Günümüzde aklını dinde ölçü kabul eden bazı kimseler, yanarak ölene kabir suali ve kabir azabı olamaz sanıyor.

Mumyalanıp hep dışarıda kalan yahut hiç defnedilmeyen ölüye ve yanıp kül olan kimselere de kabir suali olur. (Sirac-ül-vehhac ve Camiussagir şerhi)
Meşhur Emali şerhinde de, (Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense, yahut ateşte yansa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur) buyuruldu.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid'at sahibi olur. (Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez) diyen kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 3/17- 31)

Aklın almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır.
Akıl, göz gibi, din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmediği şeylere "Yok" diyemez. Akıl da, maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için Allahü teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. O halde akıl, din ışığı ile ancak manevi şeyleri anlayabilir.

Ölen kimse acı duyar
Amerika’daki vahşilerin, oklarının uçlarına sürdükleri, "Kürar" ismindeki zehir, sinirlerin uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez. Ağrı yapmadığından insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamaz, yere yıkılır, taş gibi kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp bağıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü, acı duyar, fakat kıpırdayamaz.

İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın vücudu, bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ, ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır.

Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar.

İnsan ruhu sayesinde vardır
Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir.

Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir. Mümin ise Cennete, kâfir ise Cehenneme gider. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba maruz kalır.

Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insan yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Hâlbuki kabir azabının olduğunu dinimiz açıkça bildiriyor. Bu konudaki âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri yukarıda bildirdik.

Yargısız infaz mı?
Sual:
 Bazıları, (Kıyametten önce azap yoktur. Ahirette günahlar sevaplar belli olmadan, suçlar meydana çıkmadan kabirde azap çektirmek, Yargısız infaz olur. Mahkemeye çıkmadan karakolda dayak atmaya benzer. Bu ise ilahi adalete aykırıdır) diyorlar. Kabir azabı hak değil midir?
CEVAPBöyle konuşmak, dini hiç bilmemek demektir. Çünkü kimin ne suçu işlediğini, kimin Cennete kimin Cehenneme gideceğini Allahü teâlâ elbette bilir. Hatta insanlar doğmadan önce de biliyordu. Hafaza melekleri, insanların iyi kötü amellerini tespit ediyor. Kimin suçu ne ise bellidir. Kabirde yargısız infaz yapılmıyor. Günahlarına karşılık azaba maruz bırakılıyor. Kabirde sıkıntı çeken müminin günahları azalır, hesap yerine günahsız gidebilir.

Aklı ölçü alan Mutezile fırkası, kabir hayatını ve kabir azabını inkâr etti. Ehl-i sünnet âlimleri ise, kabir azabının hak olduğunu vesikalarla bildirdiler.

Her ölüye kabir suali olur
Sual: İbni Sebeci bir tanıdığım, (Kabir azabı olmaz. Bu, mahkemeye çıkmadan karakolda, dayak atmaya benzeyen yargısız infazdır. Hem de çürüyüp toprak olmuş ölüye kabir azabı olmaz) dedi. Başka bir tanıdık da, (Mumyalanan veya yanıp kül olan ölüye de kabir suali ve azabı olmaz) dedi. Kabir suali ve azabı hak değil midir?
CEVAPSapık fırkalardan Mutezile kabir azabına inanmaz. İbni Sebeciler de, Mutezile itikadında oldukları için kabir azabını inkâr ediyorlar. Ehl-i sünnet itikadında kabir suali ve kabir azabı haktır. Kabir azabı ruh ve bedene birlikte olur.

Bazı âlimlere göre, kâfire kabir suali olmadan azap yapılır. Bazı Müslümanlara da ikram olması için kabirde sual sorulmaz.

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Defnedilmeyen ölü de, kabir hayatını yaşar. Fakat hareket ve titreme olmaz. (3/36) Kabir azabı vardır, kabir bedeni sıkar. (3/17)

Yanıp kül olan, denizde çürüyen, kurt veya benzeri vahşi hayvanlarca yenmiş olan kimseye kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur. (Emali şerhi)

İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: Kabirde ruh cesede iade edilir ve kabir azabı haktır. (Kavl-ül fasl)

İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır. (İhya)

İmam-ı Muhammed Şeybânî hazretleri buyurdu ki: Kabir azabı, hem ruha, hem bedene olacaktır. (Akaid-i Şeybaniyye)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Ölen kişi mümin ise, kabri genişletilir, diriltilene kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insan hariç, her canlı işitir.)[Buhârî, Müslim]

(Kabir azabı vardır, haktır.) [Buhârî]

(Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizî]

(Namaz kılmayanın kabri ateşle doldurulur.) [Kurret-ül Uyun]

(Şehit, kabir azabından emindir.) [İbni Mâce, Beyheki, imam-ı Ahmed]

(Kabir azabından Allah’a sığının!) [Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe]

(Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için Allah’a dua ederdim.) [Buhârî, Müslim]
“Karın bölgesinden öldürücü bir hastalığa yakalanıp sabrederek iman üzere ölen kimse kabir azabı görmez.” 

(Nesâî, Cenaiz: 111) 
Kabir Azabı

Bera bin Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Ensardan bir adamın cenazesinin peşinden, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte kabre kadar gittik. Henüz daha kabri açılmamıştı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kıbleye doğru oturdu, biz de Onun etrafında oturduk. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) elinde yere vurduğu bir değnek vardı. Bir göğe, bir yere bakmaya başladı. Gözlerini üç defa kaldırıp indirdi. İki ya da üç defa:

“Kabir azabından Allah’a sığınınız!” dedi.

Sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Allah’ım! Şüphesiz ki ben, kabir azabından Sana sığınırım!” dedi ve bu sözlerini üç defa tekrarladı.

Daha sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Mü’min bir kulun dünya ile alakası kesilip, ahirete yönelmeye başladı mı semadan yüzleri güneşi andıran beyaz yüzlü melekler iner. Beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet kokularından bir koku bulunur. Nihayet melekler o kişiden gözün görebildiği kadar uzak bir mesafede otururlar.

Sonra ölüm meleği gelir ve o kişinin başının yanında oturup, şöyle der:

−‘Ey hoş ve mutmain olan nefis! Allah’tan bir mağfirete ve bir hoşnutluğa gitmek üzere çık!’ Onun canı su kabından damlanın akması gibi akarak çıkar. Ölüm meleğide o canı alır. Nihayet canı çıktı mı sema ile yer arasındaki bütün melekler ona dua ederler. Semanın kapıları ona açılır. Bütün kapılarda bulunan melekler, yüce Allah’a ruhuyla yükselmesi için dua ederler. Ölüm meleği onun canını aldığı zaman melekler, bir göz açıp kapatacak bir süre kadar dahi olsa onu asla bırakmazlar! Hemen onu alır ve canını cennet kefenine koyarlar.

İşte bu, yüce Allah’ın:

−“Nihayet birinize ölüm gelse, elçilerimiz onun ruhunu alırlar. Onlar eksik de yapmazlar!” En’am Suresi 61. ayet bunu anlatmaktadır. Yeryüzünde bulunan en güzel misk kokusundan daha hoş olarak ruhu çıkar. Melekler onun ruhunu alıp yükselirler.

Meleklerden bir topluluğun yanından geçtileri zaman mutlaka melekler:

−‘Bu hoş ve temiz ruh kimindir derler?’

Onlara:

−‘Bu filan oğlu filandır’ diyerek dünyada iken ona verilen isimlerin en güzelini söylerler. Nihayet bu ruh ile dünya semasına ulaşırlar. Onun için kapının açılmasını isterler ve kapı açılır. Herbir semadan o semanın mukarreb olan melekleri bir sonraki semaya uğurlarlar. Nihayet onu yedinci semaya ulaştırırlar.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

−“Kulumun kitabını İlliyyin’de yazınız! İlliyyin’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? O yazılmış bir kitabtır. Mukarreb olanlar onu müşahede ederler.” Onun kitabı İlliyyin arasında yazılır.

Sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

−“Kulumu tekrar yeryüzüne götürünüz! Çünkü ben onlara şunu vadettim. Ben onları oradan yarattım, onları oraya iade edeceğim ve ikinci bir defa daha onları oradan çıkartacağım!”

Bunun üzerine, yere geri döndürülür ve tekrar ruhu onun cesedine geri verilir. O arkadaşlarının onu bırakıp gittikleri vakit ayakkabılarının sesini işitir. Onlar geri dönmekte iken bu sefer ona şiddetle bağırıp çağıran (Münker ve Nekir ismi) iki melek gelir ve ona şiddetle bağırırlar ve onu oturtarak ona şöyle derler:

−‘Rabbin kimdir?’

O kişi:

−‘Rabbim Allah’tır’ der.

Melekler ona:

−‘Dinin nedir?’ diye sorarlar.

O kişi:

−‘Dinim İslam’dır’ der.

Melekler ona:

−‘Size gönderilen bu adam kimdir?’ diye sorarlar

O kişi:

−‘O, Allah’ın Rasulüdür’ der.

Melekler ona:

−‘Amelin nedir?’ diye sorarlar.

O kişi:

−‘Allah’ın Kitabını okudum, ona iman ettim ve onu tasdik ettim’ der.

Melek ona şiddetlice:

−‘Rabbin kimdir? Dinin nedir? Rasulullah kimdir?’ diye sorar. İşte bu mü’minin karşı karşıya kalacağı son fitne olacaktır.

İşte bu, Allah Azze ve Celle’nin:

−“Allah, iman edenleri dünya hayatında da, ahiret hayatında da sabit bir sözle (tevhid sözüyle) sabit tutar…” İbrahim Suresi 27. ayetinde anlatılan budur.

O kişi:

−‘Rabbim Allah’tır, dinim İslam’dır, Rasulüm Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir’ der.

Mü’min kulun sorgusu esnasında verdiği bu cevaplar üzerine Allah gökten, onun cevaplarını tasdik eder ve kabrinin genişletilmesini, kendisine cennet yataklarından bir yatak hazırlanmasını, cennetten elbiseler giydirilmesini, cennetten kabrine güzel kokular ve ılık rüzgarlar esmesi için kabri ile cennet arasına bir kapı açılmasını emreder. Buna müteakiben kabri 70 zira yani 35 metre genişletilir ve aydınlatılır.

Daha sonra yüzü güzel, elbiseleri güzel ve kokusu hoş bir adam ona gelir ve der ki:

−‘Seni sevindirecek şeyleri sana müjdeliyorum. Allah’tan bir rıza ve içinde ebedi nimetlerin bulunduğu cennetlerin müjdesini sana getirdim. İşte bu sana vaadolunan günündür.’

Mü’min kişi ona şöyle der:

−‘Allah sana da hayırlı müjdeler versin, sen kimsin? Senin yüzün hayırlı şeylerle gelen kimsenin yüzüne benziyor.’

O kişi de ona:

−‘Ben senin dünyada işlemiş olduğun salih amelinim der. Allah’a yemin ederim ki ben seni şöyle bildim. Allah’a itaat hususunda çabuk davranan bir kimse idin. Allah’a masiyet hususunda ağırdan alırdın. Bundan dolayı Allah seni hayırla mükâfatlandırdı.’

Sonra ona, cennette açılan bir kapı ve cehenneme açılan bir kapı açılır ve denir ki:

−‘Eğer Allah’a isyan etmiş olsaydın, gideceğin yer bura olacaktı! Allah onun yerine sana bunu verdi.’

O kişi cennette olanları görünce şöyle der:

−‘Rabbim! Kıyametin kopmasını çabuklaştır ki ben aileme ve malıma kavuşayım!’

O kişiye:

−‘Sen burada kal!’ denilir. O kişi yeniden diriltilene kadar cennetteki makamını seyreder durur. Ruhu ise, yeniden bedene döneceği kıyamet gününe kadar cennet ağacına tutunmuş bir kuş olduğu halde temiz ruhların arasında bulunur.

Kâfir veya facir bir kişi dünya ile alakası kesilip, ahirete yöneldi mi, ona semadan kaba ve güçlü kuvvetli yüzleri siyah melekler semadan iner. Beraberlerinde cehennem ateşinden kaba elbiseler vardır! Nihayet melekler o kişiden gözün görebildiği kadar uzak bir mesafede otururlar.

Sonra ölüm meleği gelir ve o kişinin başının yanında oturup, şöyle der:

−‘Ey murdar! Nefis, Allah’tan bir gazab ve öfkeye doğru çık!’ Ölüm meleğinin bu sözü üzerine, o kişinin ruhu cesedinde dağılır. Dalları budakları çok, demir çubuğun ıslak yünden çekilmesi gibi onun ruhunu çekip alır. Bu hal ile birlikte damarları ve sinirleri paramparça olur. Gök ile yer arasındaki herbir melek ve semadaki bütün melekler ona lanet ederler. Semanın kapıları kapanır. O kişinin ruhu Allah’a çıkmaması için dua etmeyen hiçbir melek kalmaz! Ölüm meleği o ruhu, bu bedeni ezmek maksadıyla ve Allah’ın nimetlerinden yararlanmamak amacıyla, bedenin üzerine giyilen kıldan dokunmuş elbiselere gir! der.

Melekler göz açıp kapatacak kadar bir zaman kadar dahi olsa, onun elini bırakmazlar! O kişiyi hemen o getirdikleri kaba elbiselere sararlar. O kişiden, yeryüzünde görülmüş en kötü kokan leşin kokusu gibi bir koku çıkar.

Melekler onu alıp yükselirler.

Meleklerden bir topluluğun yanından geçtiklerinde mutlaka melekler:

−‘Bu murdar ruh kimdir?’ derler.

Onu götüren melekler de:

−‘Bu, filan oğlu filandır’ diyerek dünya hayatında ona verilen en kötü ismiyle onu anarlar. Nihayet o, dünya semasına getirilir. Ona kapının açılması istenir ama ona kapı açılmaz!

Bera bin Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Daha sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Araf Suresi 40. ayeti okudu:

−“Ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı büyüklenenlere hiç şüphesiz gök kapıları açılmayacaktır! Onlar deve, iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler!..”

Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle der:

−“Onun kitabını Siccin’de, yerin en alt tabakasında yazınız! Kulumu tekrar yeryüzüne götürünüz! Çünkü ben onlara şunu vaat etmiştim. Ben onları oradan yarattım, onları oraya iade edeceğim ve ikinci bir defa daha onları oradan çıkartacağım!”

Bu sefer o kişinin ruhu semadan savrulup atılarak kovulur ve cesedine döndürülür nihayet gelip cesedine düşer!

Bera bin Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hac Suresi 31. ayeti okudu:

“…Kim, Allah’a ortak koşarsa o sanki gökyüzünden düşüp, kuşların kaptığı yahut rüzgarın kendisini uzak bir yere attığı kimseye benzer.”

Nihayet o kişinin ruhu cesedine iade edilir. O arkadaşlarının kendisini bırakıp gittikleri vakit ayakkabılarının sesini işitir. Bu halde iken şiddetle bağırıp çağıran ve azarlayan iki melek gelir ve onu oturturlar.

Melekler o kişiye şöyle derler:

−‘Rabbin kimdir?’

O kişi:

−‘Ah! Ah! Bilmiyorum’ der.

Melekler ona:

−‘Dinin nedir?’ diye sorarlar.

O kişi:

−‘Ah! Ah! Bilmiyorum’ der.

Melekler ona:

−‘Bu size gönderilen adam hakkında ne dersin ve onun hakkında nasıl şahitlik edersin?’ diye sorarlar.

O kişi, kendisine sorunan kişinin kim olduğunu anlıyamaz ve:

−‘Hangi adamı soruyorsunuz?’ der.

Melekler de ona:

−‘Muhammed’ diye hatırlatırlar.

Bunun üzerine o kişi:

−‘Ah! Ah! Bilmiyorum, insanlar (Muhammed hakkında) bir şeyler söylüyorlardı, ben de onların söylediği gibi söylüyordum. der.

Bu cevap üzerine melekler de ona:

−‘Hay bilmez olasın! ve hiçbir şey söyleyemez olasın!’ derler.

Bu cevaba müteakiben Allah-u Teâlâ, o yalan söylemiştir! Ona cehennem ateşinden bir yatak serilmesini, sıcak ve kavurucu rüzgarın girmesi için cehennemden onun kabrine bir kapı açılmasını emreder. Cehennemin ateşinin sıcağı ve deri gözeneklerinden işleyen sıcak havasıda ona ulaşır. Onun cehennemdeki mekanı kendisine gösterilir ve:

−‘Bu senin mekânındır’ denilir.

O kişiye cennetten de bir yer gösterilir ve:

−‘Eğer Allah’a itaat etmiş olsaydın burası senin olacaktı, denilir.’ O kişi kazandığı ve kaybettiği yerleri görünce acısı ve ızdırabı katlanır. Sonra o adamın kabri, o kadar daraltılır ki, kaburgaları birbirine geçer! İşte bu, Allah’ın vaat ettiği sıkıntılı ve sıkıcı hayattır!

Bera bin Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Buna müteakiben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ta-Ha Suresi 124. ayeti okudu:

Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Herkim Benim zikrimden/Kur'anım’dan yüz çevirirse, şüphesiz ki onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşrederiz!”

Sonra o adama yüzü ve elbiseleri çirkin, kötü kokan bir adam gelir ve ona şöyle der:

−‘Ben sana hoşuna gitmeyecek şeyleri bildiriyorum. İşte bu sana daha önce vaadolunan günündür,’ der ve onu Allah’ın azabı ile müjdeler.

Oda şöyle der:

−‘Sana da Allah hayır sözü işittirmesin! Sen kimsin? Yüzün kötü şeylerle gelen kimsenin yüzüne benziyor.’

O adam şu cevabı verir:

−‘Ben senin kötü amelinim. Allah’a yemin ederim ki; Ben seni Allah’a itaatte işi ağırdan alan, Allah’a isyana hızlıca koşan bir kişi olarak biliyorum. Allah sana kötülüğünün karşılığını versin.’

Sonra ona gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve konuşmayan, elinde bir balyoz bulunan bir kişi görünür. Bu balyozu bir dağın üzerine indirecek olsa o dağ toprak olur. Ona bu balyozla öyle bir darbe indirir ki bu darbe ile o kişi kabrinde toprağa döner!

Daha sonra, Allah Azze ve Celle onu tekrar eski haline getirir ve ona musallat edilen kişi ona bir daha vurunca, o öyle bir feryad eder ki doğu ile batı arasındaki insanlarla cinlerden başka her şey o feryadı işitir. Sonra ona cehennem ateşine giden bir kapı açılır ve cehennemden ona yaygılar yayılır.

O adam:

−‘Rabbim! Kıyamet kopmasın!’ der.

Allah onu tekrar diriltinceye kadar o kişi kabrinde azap görmeye devam eder.”

Buhari 1/243, 3/1260, 1294, Müslim 905/11, 2870/70, Malik Muvatta 1/188, 189, İbni Hibban 3120, Ebu Davud 4753, Terğib ve Terhib 7/67, 77, Nesei 2059, İbni Mace 4269, 4271, Ahmed bin Hanbel 4/287, 288, No: 17803, 18733, 18815, Hâkim 1/37, 40, Tayalisi 753, Acurri eş-Şeria 367, 370

Muhammed Nâsıruddin el-Albânî (Rahmetullahi Aleyh), Ahkâmu’l-Cenâiz isimli kitabında şöyle demiştir:

“Hadiste geçen Meleku’l-Mevt: Kur’an ve Sahih Sünnette adı budur yani ölüm meleğidir. İnsanların, Onu Azrail diye isimlendirmesine gelince, israiliyattan olma ihtimali vardır.”

Önemli Uyarı: Ehli Sünnet’e göre kabir azabı ve nimeti hak ve gerçektir. Ayet ve Sahih Hadisler kabir azabının olduğunu bildirmektedir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“…Firavun’un ailesini, kötü azap kuşattı. Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. (Dünya durdukça azap böyle devam eder.) Kıyamet saati geldiğinde de ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!’ (denilir.)”

Mü’min 46

Kabir azabı ve nimetlerinin keyfiyetiyle ruhun ölüye dönüşünün keyfiyetine gelince, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sahih olarak rivayet edilen hadislerin dışına çıkmak doğru değildir. Tahavi akidesinin şârihi İbni Ebi’l-İz bu hususta şöyle demektedir:

“Kabrin azap ve nimeti, iki meleğin gelip ölüye bir şeyler sorması Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den mütevatir olarak rivayet edilmiştir. Dolayısıyla onlara îtikat etmek gerekmektedir. Nasıllığı ve niceliği hakkında konuşmak doğru değildir. Bilakis ruhun cesede dönüşü bizim keyfiyetini bilmediğimiz bir tarzdadır. Kabir azabı berzah azabıdır.

Ölüp kabir azabına müstahak olanlar şüphesiz onu tadacaktır. Onlar ister bir kabre defnedilsin, ister suda boğulup cesedi kaybolsun, ister kurda kuşa yem olsun aynıdır. Azap defnedilenlere ulaştığı gibi bunlara da ulaşır.”

Tahavî Şerhi 399, 400

Bunu rüyasında azap ve işkence gören veya saadet içerisinde mutluluktan uçan biriyle örneklendirelim. Rüyasında azap içerisinde inleyen kimse, azabı sadece cisminde mi görmektedir, yoksa ruhunda mı? Sadece cisminde dense, uyuyan kimse vücudunda yara ve bere gibi bir şey görmemektedir.

Sadece ruhunda azap görür dense, azap anında yatağında kıvranması terleyip çığlık atması cismiyle alakalı bir şeydir. Netice olarak kabir azabı diye bildiğimiz ahiretten önce, öldükten sonra vuku bulan azap ve nimet, berzah azabı ve nimetleridir. Keyfiyeti bizce malum değildir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Sahih Hadislerinde gelen kabir azabı ve nimetleriyle ilgili haberlere inanıp onlarla yetinmek ve keyfiyetini araştırmamak en doğru yoldur.
Taberani el-Kebır'de Hakim-i Tirnıizi Nevadir el-Usul'de Isbehani Tergib'de Abdurrahman bin Semurete (Radıyallahû anh) 'den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

Bir gün Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem,) yanımıza gel­di. Buyurdu ki:

Dün akşam acaip bir şey gördüm. Ümmetimden, ruhunu almak için kendisine melek*ül-mevt gelen bir adam gördüm. Onun, ana babasına yaptığı iyilikler, o meleği çevirdiler.

Ve ümmetimden, kabir azabına kapılmış bir adam gördüm. Onun aldığı abdestler gelip o azaptan onu kurtardılar.

Ve ümmetimden bir adam gördüm, şeytanlar etrafını sarmıştı­lar. Onun Allah'a yaptığı zikir geldi, onu onların arasından kurtardı.

Ve ümmetimden, azap meleklerinin etrafını sardığı bir adam gördüm. Namazı gelip onu, onların elinden kurtardı.

Ve ümmetimden bir adam gördüm, susuzluktan ağzını açmıştı. Vardığı her havuzdan kovuluyordu. Sonra orucu gelip ona su verdi, onu doyurdu.

Ve ümmetimden bir adam gördüm; yanında peygamberler hal­ka halka oturmuştular. O adamın, yaklaştığı her halka onu kovu­yordu. Sonra cenabetten yıkanması geldi, elinden tutup onu yanı­ma oturttu.

Ve ümmetimden bir adam gördüm, önü karanlık, arkası karan­lık, sağı karanlık, solu karanlik, altı karanlık, üstü karanlık O karanlıklar içinde şaşırmıştı, sonra Hacc ve Umresi gelip onu o karan­lıklardan kurtardılar. Etrafını nurlarla doldurdular

Ve ümmetimden bir adam gördüm, müminlerle konuşur. Onlar onunla konuşmazdı. Sıla-i rahim geldi, «Ey müminler cemâati! onun­la konuşun» deyince onunla konuşmaya başladılar. 

Ve ümmetimden birisini gördüm, eliyle ateşin alev ve kıvılcım­larını yüzünden kovuyordu. Sonra, verdiği sadakalar geldi, yüzüne bir örtü, başında gölgelik oldular.

Ve ümmetimden, birisini gördüm, her taraftan gelen zebaniler onu yakalamıştılar. Adamm yaptığı emr-i bi'1-mâruf nehy-i ani'l-münker gelip onu onların ellerinden kurtardılar, rahmet melekle­rinin ellerine teslim ettiler,

Ve ümmetimden, bir adam gördüm, dizleri üzerine çömelmiş. Allah ile onun arasında bir perde vardı. Güzel ahlâkı geldi, elinden tuttu. Onu Allah'ın huzuruna bıraktı.

Ve ümmetimden sahifesi, sol eline verilmiş bir adam gördüm. Onun Allah'dan korkusu geldi, sahifesini sağ eline verdi.

Ve ümmetimden terazisi hafif kalmış bir adam gördüm. Yaptığı iyilikteki aşırılıklar gelip terazisini ağırlaştırdı.

Ve ümmetimden, cehennem kenarında olan bir adam gördüm. Allah korkusu gelip onu kurtardı. Adam ordan geçti.

Ve ümmetimden bir adamı ateş içinde gördüm. Dünyada Al­lah korkusundan akan göz yaşları gelip onu ateşten çekti.

Ve ümmetimden bir adam gördüm. Sırat köprüsü üstünde dur­muş, hurma yaprağının titrediği gibi titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü zannı geldi. Titremesi durdu. Adam köprüden geçti.

Ve ümmetimden, sırat köprüsü üstünde bir adam gördüm. Ba­zen yavaş yürür. Bazen sürünürdü. Bana olan salavatlan geldi, elin­den tutup onu ayağa kaldırdılar ve adam geçti.

Ve ümmetimden bir adam gördüm. Cennet kapılarına varmış, fakat kapılar ona kapalı... Lâilaheillallah şehadeti geldi, ona kapı­ları açtı ve onu cennete koydu.

Ve dudakları makaslanan bir halk yığını gördüm. «Yâ Cibril kimdir bunlar?» dedim. O, dedi ki:

«Bunlar halk arasında koğuculukla gezen insanlardır.»

Ve dillerinden asılmış, erkekler gördüm. «Kimdir bunlar» de­dim. Cibril dedi ki:

«Bunlar, mümin, kadın ve erlere haksız olarak iftira atanlardır.»

Kurtubi dedi ki, bu büyük bir hadistir. Resûlullah (Sallaliâhû Aleyhi ve Sellem), özel ve korkunç hallerden kurtaran özel amelleri onda zikretmiştir.

Tirmizi ve ibn-i Mâce, Mikdam bin Madikerib'den rivayet et­tiklerine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurmuştur :

Şehidin Allah katında, altı hasleti vardır. İlk önce kanının dö­külmesinden dolayı mağfiret edilir... Cennetteki yeri ona gösterilir... Kabir azabından kurtulur. Kıyametin korkunçluğundan emin olur.., Herbir yakutu dünya ve içindekilerine değer bir taç başına konu­lur. Hurilerden yetmiş iki hanımla evlendirilir... Akrabalarından yet­miş kişiye şefaat etme yetkisi verilir.

Tirmizi (hasen gördüğü bir rivayetle), İbn-i Mâce ve Beyhaki, Selman bin Sard ve Halid bin Arkata (Radıyallahû anhüma)'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim ki, karın ağrısından ölürse, kabrinde azap görmez.»

Ebu Ivfüaym, Selmân-ı Farisi (Radıyallahû anh)'den rivayet et­tiğine göre; ehl-i kitapdan bâzıları İsa (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'m şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir:

«Namazda kıyamın uzatılması, sırat köprüsünden kurtulmak­tır. Ve secdenin uzatılması kabir azabından kurtulmaktır.»

Âbid, Müsnfed'inde, ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhümaVdan ri­vayet ettiğine göre, bir adama:

Onunla çok sevineceğin bir hadisi sana bağışlayayım mı demiş. Adam, «evet» demiştir.

İbn-i Abbâs (Radıyallahû anh) «Tebâreke sûresini oku, ailene, çoluk çocuğuna ve komşularına öğret. Çünkü o (kabir azabından) kurtarır. Mâcadele suresi ise, kıyamette Allah huzurunda okuyu^ cusunu müdafaa eder, onu ateşten kurtarmak ister. Onu okuyan kişi, onunla kabir azabından kurtulur.» 

Halef bin Hişam, Fezâilü'l-Kur'an'da, ve Hâkim, sahih gördü­ğü bir rivayette ve Beyhaki, ibn-i Mesûd (Radıyallahû anh)'dan ri­vayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: 

«Tebâreke sûresi, koruyucudur. Kabir azabından kurtarır. Azap, kabirde onu okuyanın baş ucuna gelir. Baş der ki, benden geçemez­sin, çünkü, bu başta Tebâreke suresi okunmuştur. Azap ayak ucun­dan gelir. Ayaklar da benden geçemezsin, bu ayaklar Mülk sûresi için çok dikilmişlerdir,» derler.

Nesai, ibn-i Mesud (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine; gö­re, şöyle demiştir: «Kim Tebâreke sûresini her gece okusa, Allah onunla onu ka­bir azabından korur. Biz Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) zamanında, bu sûreyi «koruyucu» diye isimlendirdik.

İbn-i Asakir «Tarih»inde zayıf bir senedle Enes (Radıyallahûanh) 'dan rivayet' ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurmuştur:

Bir adam öldü, Allah'ın kitabından beraberinde, Tebâreke sû­resinden başka bir şey yoktu. Kabrine konuldu. Melek geldi. Sûre, ona karşı kükredi. Melek, sen Allah'ın kitabındansm. Sana karşı gel­mek istemem. Ne sana, ne ona, ne de kendime, ne kâr, ne de zarar verebilme yetkisinde değilim. Eğer onu kurtarmak istiyorsan, Al­lah'a çık, ona şefaat et» dedi.

Sure Allah'a çıktı; «Yâ Rabbi bu kulun, kitabmdan bana dayanıp beni öğrendi, okudu, Ben onun içinde iken onu ateşe yakıp azap ve­rir misin? Şayet bunu yapacak olursan beni kitabından imha et,» dedi.

Allah «görüyorum kızmışsın, onu sana bağışladım. Seni ona şefaatçi kıldım» buyurdu. Bunun üzerine Melek, cenazeden bir şey sökemedi diye gönlü kırık olarak çıkar.

Sûre gelir, ağzmı ölünün ağzına kor. «Merhaba ey ağız, beni çokça okudun. Merhaba ey kalp beni çokça dinledin. Merhaba ey ayaklar, beni çok taşıdınız» der. Kabrinde vahşete karşı ona ün-siyet verir.

Ravi dedi ki, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem.) bu hadisi buyurduktan sonra;

Ne küçük ne büyük, ne hür ne köle hiç kimse kalmadı, illa bu sûreyi öğrendi. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) bu sûreye «Münciye» (Kurtarıcı) ismini verdi.

Ebû Ubeyde «Fedail» adlı kitabında, Beyhaki «Delâil»de ibn-i Mesûd (Radıyallahû. anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiş­tir:

Meyyit, öldüğü zaman her taraftan ateş yakılır. Onu yakmaya başlar. Eğer ona mani olacak ameli yoksa...

Bir adam öldü. Kur'an'dan yalnız Tebâreke sûresini okumuştu. Azap baş tarafından geldi, sûre, «o beni okurdu» dedi. Ayak ucun-

dan geldi, sûre «onlar beni çok taşıdılar,» dedi. Göğüs tarafmdan gelmek istedi, sûre «o beni çok bellerdi» dedi ve onu kurtardı

Daremi «Müsned»inde Halid bin Madan'dan rivayet etliği­ni göre, şöyle demiştir :

Bana ulaştı ki, secde sûresi, kabirde sahibini korur. «Ya Rabbi eğer ben senin kitabından isem, beni ona şefaatçi kıl, eğer kitabm­dan değil isem beni ondan imha et» der. Kuş şekline girer, kanad-larmı açıp ona şefaat eder, onu, kalan azabından kurtarır.

Ravi Tebâreke suresi içinde aynı şeyleri söylemiş. Onun için, Ha­lid, onları okumadan uyumazdı. 

Yine Daremi ve Tirmizi, Câbir (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Secde sûresi ile Mülk sûrelerini okumadan uyumazdı.

Rafii'nin de rivayet ettiğine göre;

Yemenli salih kullardan biri, bir Ölüyü defnetmiş. Halk ayrıldı­ğında, o, kabirden şiddetli bir vuruş seslerini işitmiş. Sonra, kabir­den, siyah bir köpek çıkmış. O salih, «helak olasın, nesin sen?» de­miş. O demiş ki:

«Ben Ölünün ameliyim» Şeyh:

«O vuruşlar sâna mıydı, ona mıydı?» demiş. O:

«Hayır bana idi, yanmda Yasin ve benzeri sûreleri gördüm,, be­nimle onun araşma girdiler. Böylece dövüldüm ve kovuldum.» |

îsbehâni, «Tergib»de, İbn-i Abbâs (Radıyallahû anhüma)'dah rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöy­le buyurmuştur:

Kim, Cuma gecesi akşam namazından sonra iki rek'at namaz kılıp, her bir rek'atta, Kur'an Fatihasını bir sefer, «İza zülzüeti'1-ard» sûresini onbeş sefer okusa, Allah ona Ölüm sekeratım kolaylaştırır. Onu kabir azabından kurtarır. Kıyamet gününde, Sırat köprüsü üs­tünden de geçmeyi ona kolaylaştırır.

Ebû Yala' Enes Radıyallahhû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Re­sûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim Cuma günü ölse kabir azabından korunur.»

Beyhaki, îkrime bin Halid el-Mahzumi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

«Kim Cuma günü veya Cuma gecesi ölse iman üzere hayatına hitam verilir. Ve kabir azabından korunur.»

Beyhakfcfen;' ibn-i Recep şöyle demiştir:

Enes bin Malik (Radıyallahû anh) 'dan zaif bir senedle; «Ramazan ayında ölüler üzerinden kabir azabı kaldırılır,» diye rivayet edilmiştir.

Yafii «Ravz er-Reyyahin»de Veli birisinden rivayet ettiğine gö­re şöyle demiştir:

«Ben Allah'dan kabirdekilerin makamlarını bana göstermesini istedim. Bir gece kabirlerin varıldığım gördüm. Bâzılarının en a'Ia kumaş üstünde, bâzılarının ipek üstünde bâzılarının çiçekler üstün-

de bâzılarının koltuklar üstünde, yattıklarını; bâzılarının ağladığı­nı, bâzılarının güldüğünü gördüm.

Ben, Yâ Rabbi, eğer isteseydin, ikramda aralarını eşit tutardın, dedim. Birden kabirden bir ses:

Yâ filan, bunlar amellerin dereceleridir.

İşte atlas kumaşta yatanlar güzel ahlâk sahipleridir, tpek üs­tünde yatanlar, şehidlerdir. Reyhan çiçekleri üstünde yatanlar, oruç tutanlardır. Tahtlar üstünde yatanlar ise, Allah yolunda birbirini se­venlerdir. Ağlayanlar ise, günahkârlardır. Gülenler ise tevbe eden­lerdir, dedi. [29]
Kabir azabı kimlere olacak?
Büyük Velilerden Ebu Said-i Ebül Hayr “rahmetullahi aleyh” hazretlerine, bir gün bazı tanıdıkları gelerek;
- Efendim, kabir suali bütün müminlere de olacak mı? diye sordular.

Cevabında;
- Evet, buyurdu. Müminlerin günahlı ve günahsız olanlarının hepsine kabir suali vardır.

Sordular:
- Ya kabir azabı efendim?
- Kabir azabı, günahları affedilmemiş müminler ile kâfirlerin hepsine olacaktır.

- Hangi müminlere kabir azabı olur efendim?
- Müslümanlar arasında laf taşıyanlara ve helada üzerine idrar sıçratanlara olur.

Ve ilave etti:
- Şunu da bilmelidir ki, kabir azabı yalnız ruha değil, hem ruha, hem de cesede birlikte olacaktır. Buna kesin olarak inanmalı, aklımızın ermediği şeyleri akıl ile çözmeye kalkışmamalıyız.

İslamiyet, ilaç gibidir

Bir gün de;
- İslamiyet, faydalı ilaç gibidir. Kim içerse şifa bulur. İslamiyet’in emirlerini inanarak tatbik edenler, dünyada da faydasına kavuşurlar, ahirette de.

Ve ekledi:
- İnanmayanlar ise bu emirlere uydukları nisbette dünyada faydasını görürler. Ama ellerine bir şey geçmez. Çünkü Cennete girmek, ancak iman ile mümkündür.

Kimlere feyz gelmez?

Bir gün de;
- Efendim, insana büyüklerden feyz gelip gelmediği nasıl anlaşılır? diye sordular.

Cevabında;
- Haramlardan nefret ediyor, ibadetlerden lezzet alıyorsa, feyz geliyor demektir buyurdu.

Ve ilave etti:
- Aksine haramlar tatlı geliyor, ibadetlerden zevk almıyorsa, feyz gelmiyor demektir.
Güzel sanatlardan birini öğreten hoca hanım, hem işini yapıyor hem sohbet ediyormuş. Söz kabir hayatına, kabir azâbına gelince “İnanmayın böyle şeylere, gidip de dönen mi var?” deyivermiş. Bunun üzerine bir tartışma başlamış.

Üzüntüsünü dile getiren hanım kızıma hoca değiştirmelerini tavsiye ettim. Dinimizin önemli esaslarını ve iman konularını, öyle bilir bilmez kişilerle konuşmanın inançlarına zarar verebileceğini söyledim.

Kabir gözümüzün önünde ama, içinde ne kıyametler koptuğundan haberimiz yok. Çünkü Allah Teâlâ orada olup bitenleri işitmemizi uygun görmemiş; ama kabir hayatına ve kabir azâbına inanmamızı istemiş ve Peygamber Efendimiz’e bu konuda açıklama yapma yetkisi vermiş.

Bazıları kabir azâbı hakkındaki sahih hadisleri yeterli görmeyerek bu konuda âyet aramış, her nasılsa bulamamış, bulamayınca da bu konuyu bir iman meselesi olmaktan çıkarmak istemiş, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi Kur’an’da bildirmediğini, bazı konuları açıklama yetkisinin sevgili Peygamberimiz’e bıraktığını ne yazık ki görmezden gelmiş.

Kabir azâbı konusunda âyet arayanlara işte bir âyet:

“Firavun soyu acı bir azabın pençesine düştü.

Onlar devamlı surette ateşin karşısına dikilir, öylece bekletilirler.

Kıyamet kopunca da ‘Atınız şu Firavun soyunu en şiddetli azabın içine’ denir” (Mü’min 40/45-46).

Zâlim Firavun ve soyu yıkılıp gitti. Âyet-i kerîmede, dünya durdukça onların cehennemin karşısına dikilecekleri ve kendilerini bekleyen feci azaba bakarak tir tir titreyecekleri, asıl işkencenin ise kıyamet kopunca başlayacağı bildirilmektedir.

Kabir azâbı hakkında bu âyetle yetinmeyenlere, Allah’ın Resûlü’nün bu konuda verdiği doyurucu bilgilere inanmayanlara ne yapılabilir ki…

Duymadığımızı Duyan Var

Nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, dostlarımızı kara toprağın bağrına gömdük. Orada ne yaptıklarını, başlarına neler geldiğini bir türlü öğrenemedik. Kabirde yaşananlar hakkında Peygamber Efendimiz’in öğrettiği kadar bilgi sahibi olabildik.

İşte onun bu konuda bize verdiği pek çok bilgiden ibret dolu bir örnek:

Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına ait bir bahçedeydi; O sırada biz de yanındaydık. Bindiği katır birden yönünü değiştiriverdi; hayvan az kalsın Hz. Peygamber’i yere düşürüyordu.

Orada altı veya daha az kabir bulunduğunu farkettik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

- “Bu kabirlerin kime ait olduğunu bilen var mı?” diye sordu. Oradakilerden biri:

- “Ben biliyorum” dedi. Hz. Peygamber:

- “Bu kimseler ne zaman öldü?” diye sordu. Adam da:

- “İslâmiyet’ten önceki şirk döneminde öldüler” dedi.

O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

- “Bu kabirlerde bulunan kimseler imtihan oluyorlar.

Eğer olup biteni duyduktan sonra birbirinizi defnetmeyi bırakmayacağınızdan emin olsaydım, benim şu anda işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için mutlaka Allah’a dua ederdim.”

Bu sözlerden sonra Resûl-i Ekrem yüzünü bize döndü ve:

- “Cehennem azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahâbîler:

- “Cehennem azâbından Allah’a sığınırız” dediler.

- “Kabir azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Kabir azâbından Allah’a sığınırız” dediler.

- “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınırız” dediler.

- “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınırız” dediler (Müslim, Cennet 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 190).

  Bu hadîs-i şerif sevgili Peygamberimiz’in bizim görmediğimizi gördüğünü, duymadığımızı duyduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü onun sırdaşı Cebrâil aleyhisselâm’dı. Onunla her zaman görüşür, konuşur, ama bunu kimseler görmez, duymazdı.

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz:

- “Âişe! Bak, Cebrâil sana selâm söylüyor” buyurdu.

Efendimiz’in sevgili eşi, buna çok sevindi ve:

- “Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi onun üzerine de olsun, Yâ Resûlellah! Sen bizim görmediklerimizi de görüyorsun” dedi (Buhârî, Bed'ü'l-halk 6, Edeb 111, İsti’zân 16, 19).

Annemizin ifade ettiği gibi, görmediklerimizi gören Peygamberler Sultanı bize bilmediğimiz âlemlerden taze nefesler sunduğunda, onu tâ ciğerimizin içine çekmeliyiz. Yeni bir şeyi daha öğrendik diye düğün bayram etmeliyiz. Hadîs-i şeriflerin, Kur'ân-ı Kerîm’den sonra bizim en büyük servetimiz olduğunu iyi bilmeliyiz.

Peygamber Efendimiz yukarıdaki hadîs-i şerifte insanı bekleyen dört tehlikeye işaret etmekte, bunların cehennem azâbı, kabir azâbı, ortaya çıkan ve çıkmayan fitneler ve deccâl fitnesi olduğunu söylemekte ve bunlardan Allah’a sığınmamızı emretmektedir. Kendisi de pek çok duasında bu tehlikelerden Cenâb-ı Hakk’a sığınmıştır. Onun bir duası şöyledir:

 “Allahım!

Cehennem azâbından,

kabir azâbından,

hayat ve ölüm fitnesinden,

kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım” (Müslim, Mesâcid 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64).

Resûlullah Efendimiz’in sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah İbni Abbas’ın söylediğine göre, Allah’ın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi (Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz 115) ne kadar düşündürücüdür.

İşte bu meseleler bu kadar önemlidir.

Korkunç Manzara

Sonsuz âhiret hayatının ilk istasyonu olan kabir bizi düşündürmelidir. Özene bezene güzelleştirmeye çalıştığımız şu iğreti evlerimizden, orada daha uzun süre kalacağımız iyi bilinmelidir. Asıl orayı güzelleştirip sevgili Peygamberimiz’in deyişiyle, “cennet bahçelerinden bir bahçe” haline getirmemiz gerektiği unutulmamalıdır.

Ne yazık ki kabirlerden, kabristanlardan ders almıyoruz; gördüklerimiz üzerinde yeterince düşünmüyoruz. Çok duyarlı biri olduğumuzu söylesek bile, yeterince duyarlı davranmıyoruz.

Peygamberimiz’in dikkatli öğrencileri olan ashâb-ı kirâm efendilerimiz bizim gibi değildi:

Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Efendimiz’in baldızı olan Esmâ anlatıyor:

Bir gün Allah’ın Resûlü kabirde insanın başına gelecek hallerden söz ediyordu. Onun anlattıklarını duyan Müslümanlar öyle bir çığlık kopardılar ki, Allah’ın elçisinin ne buyurduğunu anlayamadım. Herkes susunca, bana en yakın olan adama Hz. Peygamber’in sözünü nasıl tamamladığını sordum. O da Resûl-i Ekrem’in:

- “Allah bana şunu vahyetti: Siz kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceksiniz” buyurduğunu söyledi (Buhârî, Cenâiz 86; Nesâî Cenâiz 115).

Kabir azâbı hakkındaki bu söz, ashâb-ı kirâmı kendilerinden geçirmeye yetti.

Hz. Osman bir kabrin başında durunca, gözyaşları sakalını ıslatacak derecede ağlardı. Biri ona:

- “Cennetten, cehennemden söz edince ağlamıyorsun da, kabri görünce neden ağlıyorsun?” diye sordu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Hz. Osman ona şunları söyledi:

- “Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

‘Kabir, âhiret duraklarının ilkidir.

İnsan orada yakasını kurtarırsa, gerisi kolaydır.

Eğer orada yakasını kurtaramazsa, daha sonrası çok daha kötüdür.’

Peygamber aleyhisselâm sözünü şöyle tamamladı:

“Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim” (Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64).

 İşte bizim Efendimiz, insanların bilmediğini bilir, görmediğini görür, duymadığını duyardı. Kâinâtın Rabbi ona böyle bir imtiyaz vermişti. Bu sebeple biz gönlümüzü onun eşiğine bağlamalı, hayatımıza onun buyruklarına göre yön vermeli, onun izinde yürümeye gayret etmeliyiz.

Yüce Rabbim bizi onun yolundan ayırmasın (Âmîn, yâ Rabbe’l-âlemîn). ¸üzel sanatlardan birini öğreten hoca hanım, hem işini yapıyor hem sohbet ediyormuş. Söz kabir hayatına, kabir azâbına gelince “İnanmayın böyle şeylere, gidip de dönen mi var?” deyivermiş. Bunun üzerine bir tartışma başlamış.

Üzüntüsünü dile getiren hanım kızıma hoca değiştirmelerini tavsiye ettim. Dinimizin önemli esaslarını ve iman konularını, öyle bilir bilmez kişilerle konuşmanın inançlarına zarar verebileceğini söyledim.

Kabir gözümüzün önünde ama, içinde ne kıyametler koptuğundan haberimiz yok. Çünkü Allah Teâlâ orada olup bitenleri işitmemizi uygun görmemiş; ama kabir hayatına ve kabir azâbına inanmamızı istemiş ve Peygamber Efendimiz’e bu konuda açıklama yapma yetkisi vermiş.

Bazıları kabir azâbı hakkındaki sahih hadisleri yeterli görmeyerek bu konuda âyet aramış, her nasılsa bulamamış, bulamayınca da bu konuyu bir iman meselesi olmaktan çıkarmak istemiş, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi Kur’an’da bildirmediğini, bazı konuları açıklama yetkisinin sevgili Peygamberimiz’e bıraktığını ne yazık ki görmezden gelmiş.

Kabir azâbı konusunda âyet arayanlara işte bir âyet:

“Firavun soyu acı bir azabın pençesine düştü.

Onlar devamlı surette ateşin karşısına dikilir, öylece bekletilirler.

Kıyamet kopunca da ‘Atınız şu Firavun soyunu en şiddetli azabın içine’ denir” (Mü’min 40/45-46).

Zâlim Firavun ve soyu yıkılıp gitti. Âyet-i kerîmede, dünya durdukça onların cehennemin karşısına dikilecekleri ve kendilerini bekleyen feci azaba bakarak tir tir titreyecekleri, asıl işkencenin ise kıyamet kopunca başlayacağı bildirilmektedir.

Kabir azâbı hakkında bu âyetle yetinmeyenlere, Allah’ın Resûlü’nün bu konuda verdiği doyurucu bilgilere inanmayanlara ne yapılabilir ki…

Duymadığımızı Duyan Var

Nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, dostlarımızı kara toprağın bağrına gömdük. Orada ne yaptıklarını, başlarına neler geldiğini bir türlü öğrenemedik. Kabirde yaşananlar hakkında Peygamber Efendimiz’in öğrettiği kadar bilgi sahibi olabildik.

İşte onun bu konuda bize verdiği pek çok bilgiden ibret dolu bir örnek:

Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına ait bir bahçedeydi; O sırada biz de yanındaydık. Bindiği katır birden yönünü değiştiriverdi; hayvan az kalsın Hz. Peygamber’i yere düşürüyordu.

Orada altı veya daha az kabir bulunduğunu farkettik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

- “Bu kabirlerin kime ait olduğunu bilen var mı?” diye sordu. Oradakilerden biri:

- “Ben biliyorum” dedi. Hz. Peygamber:

- “Bu kimseler ne zaman öldü?” diye sordu. Adam da:

- “İslâmiyet’ten önceki şirk döneminde öldüler” dedi.

O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

- “Bu kabirlerde bulunan kimseler imtihan oluyorlar.

Eğer olup biteni duyduktan sonra birbirinizi defnetmeyi bırakmayacağınızdan emin olsaydım, benim şu anda işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için mutlaka Allah’a dua ederdim.”

Bu sözlerden sonra Resûl-i Ekrem yüzünü bize döndü ve:

- “Cehennem azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahâbîler:

- “Cehennem azâbından Allah’a sığınırız” dediler.

- “Kabir azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Kabir azâbından Allah’a sığınırız” dediler.

- “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınırız” dediler.

- “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınınız” buyurdu.

- “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınırız” dediler (Müslim, Cennet 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 190).

  Bu hadîs-i şerif sevgili Peygamberimiz’in bizim görmediğimizi gördüğünü, duymadığımızı duyduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü onun sırdaşı Cebrâil aleyhisselâm’dı. Onunla her zaman görüşür, konuşur, ama bunu kimseler görmez, duymazdı.

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz:

- “Âişe! Bak, Cebrâil sana selâm söylüyor” buyurdu.

Efendimiz’in sevgili eşi, buna çok sevindi ve:

- “Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi onun üzerine de olsun, Yâ Resûlellah! Sen bizim görmediklerimizi de görüyorsun” dedi (Buhârî, Bed'ü'l-halk 6, Edeb 111, İsti’zân 16, 19).

Annemizin ifade ettiği gibi, görmediklerimizi gören Peygamberler Sultanı bize bilmediğimiz âlemlerden taze nefesler sunduğunda, onu tâ ciğerimizin içine çekmeliyiz. Yeni bir şeyi daha öğrendik diye düğün bayram etmeliyiz. Hadîs-i şeriflerin, Kur'ân-ı Kerîm’den sonra bizim en büyük servetimiz olduğunu iyi bilmeliyiz.

Peygamber Efendimiz yukarıdaki hadîs-i şerifte insanı bekleyen dört tehlikeye işaret etmekte, bunların cehennem azâbı, kabir azâbı, ortaya çıkan ve çıkmayan fitneler ve deccâl fitnesi olduğunu söylemekte ve bunlardan Allah’a sığınmamızı emretmektedir. Kendisi de pek çok duasında bu tehlikelerden Cenâb-ı Hakk’a sığınmıştır. Onun bir duası şöyledir:

 “Allahım!

Cehennem azâbından,

kabir azâbından,

hayat ve ölüm fitnesinden,

kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım” (Müslim, Mesâcid 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64).

Resûlullah Efendimiz’in sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah İbni Abbas’ın söylediğine göre, Allah’ın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi (Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz 115) ne kadar düşündürücüdür.

İşte bu meseleler bu kadar önemlidir.

Korkunç Manzara

Sonsuz âhiret hayatının ilk istasyonu olan kabir bizi düşündürmelidir. Özene bezene güzelleştirmeye çalıştığımız şu iğreti evlerimizden, orada daha uzun süre kalacağımız iyi bilinmelidir. Asıl orayı güzelleştirip sevgili Peygamberimiz’in deyişiyle, “cennet bahçelerinden bir bahçe” haline getirmemiz gerektiği unutulmamalıdır.

Ne yazık ki kabirlerden, kabristanlardan ders almıyoruz; gördüklerimiz üzerinde yeterince düşünmüyoruz. Çok duyarlı biri olduğumuzu söylesek bile, yeterince duyarlı davranmıyoruz.

Peygamberimiz’in dikkatli öğrencileri olan ashâb-ı kirâm efendilerimiz bizim gibi değildi:

Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Efendimiz’in baldızı olan Esmâ anlatıyor:

Bir gün Allah’ın Resûlü kabirde insanın başına gelecek hallerden söz ediyordu. Onun anlattıklarını duyan Müslümanlar öyle bir çığlık kopardılar ki, Allah’ın elçisinin ne buyurduğunu anlayamadım. Herkes susunca, bana en yakın olan adama Hz. Peygamber’in sözünü nasıl tamamladığını sordum. O da Resûl-i Ekrem’in:

- “Allah bana şunu vahyetti: Siz kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceksiniz” buyurduğunu söyledi (Buhârî, Cenâiz 86; Nesâî Cenâiz 115).

Kabir azâbı hakkındaki bu söz, ashâb-ı kirâmı kendilerinden geçirmeye yetti.

Hz. Osman bir kabrin başında durunca, gözyaşları sakalını ıslatacak derecede ağlardı. Biri ona:

- “Cennetten, cehennemden söz edince ağlamıyorsun da, kabri görünce neden ağlıyorsun?” diye sordu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Hz. Osman ona şunları söyledi:

- “Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

‘Kabir, âhiret duraklarının ilkidir.

İnsan orada yakasını kurtarırsa, gerisi kolaydır.

Eğer orada yakasını kurtaramazsa, daha sonrası çok daha kötüdür.’

Peygamber aleyhisselâm sözünü şöyle tamamladı:

“Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim” (Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64).

 İşte bizim Efendimiz, insanların bilmediğini bilir, görmediğini görür, duymadığını duyardı. Kâinâtın Rabbi ona böyle bir imtiyaz vermişti. Bu sebeple biz gönlümüzü onun eşiğine bağlamalı, hayatımıza onun buyruklarına göre yön vermeli, onun izinde yürümeye gayret etmeliyiz.

Yüce Rabbim bizi onun yolundan ayırmasın (Âmîn, yâ Rabbe’l-âlemîn).
5456 - Hâni Mevlâ Osmân İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh, bir kabrin üzerinde durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine: "Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" dediler. Bunun üzerine: "Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir."
Hz. Osman devamla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü de nakletti:
"(Ahiret âleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!"
Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Hâni der ki: "Hz. Osman radıyallahu anh'ın şu beyti irşad ettiğini işittim:
"Eğer ondan necat buldunsa, büyük musibetten kurtuldun, Aksi halde senin kurtulacağını hayal etmem."
Tirmizi, Zühd 5, (2309).
5457 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet ininceye kadar kabir azabından şüphelenmeye devam etmiştik. (Meâlen): "Sayınızın çokluğuyla övünmek sizi oyaladı. Öyle ki, kabirleri ziyaret ettiniz."
Tirmizi, Tefsir Tekâsür, (3352).
5458 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek:
"Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Aişe de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki:
"Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ı namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim."
Buhâri; Cenâiz 89; Müslim, Mesâcid 123, (584); Nesâî, Cenâiz 115, (4,104,105).
5459 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) iki kabre uğradı ve:
"(Bunlarda yatanlar) azab çekiyorlar. Azabları da büyük bir günahtan değil" buyurdular. Sonra sözlerine şöyle devam ettiler:
"Evet! Biri, nemîmede (lâf getirip götürmede) bulunurdu. Diğeri de idrar sıçrantısına karşı korunmazdı." Aleyhissalâtu vesselâm sonra yaş bir hurma dalı istedi, ikiye böldü. Birini birinin üzerine dikti, birini de öbürünün üzerine dikti. Sonra da:
"Belki bunlar yaş kaldıkça azapları hafifler!" buyurdular."
Buhâri, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, 89, Edeb 46, 49; Müslim, Tahâret 111, (292); Tirmizi, Tahâret 53, (70); Ebu Dâvud, Tahâret 11, (20, 21); Nesâî, Tahâret 27, (1, 28-30).
5460 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine:
"Allah seni Kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!" denilir."
Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikâk 42; Müslim, Cennet 65, (2866); Muvatta, Cenâiz 47, (1, 239); Tirmizî, Cenâiz 70, (1072); Nesâî, Cenâiz 116, (4, 107).
5461 - Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bizimle birlikte, Benî Neccâr'a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir vardı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam:
"Ben biliyorum!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ne zaman öldüler?" dedi. Adam:
"Şirk devrinde!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm;
"Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim" buyurdular ve sonra şunları söylediler: "Kabir azabından Allah'a sığının!" Oradakiler:
"Kabir azabından Allah'a sığınırız!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Cehennem azabından da Allah'a sığının!" dedi
"Cehennem azabından Allah'a sığınırız" dediler.
"Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah'a sığının!" dedi.
"Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah'a sığınırız!" dediler.
"Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığının!" buyurdu.
"Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınırız!" dediler."
Müslim, Cennet 67, (2867).
5462 - Ebu Eyyub el-Ensârî radıyallahu anh anlatıyor: "Güneş battıktan sonra, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkmıştı, bir ses işitti: "Bu, kabirlerinde azab çeken yahudiler(in sesidir)!" buyurdular."
Buhâri, Cenâiz 88; Müslim, Cennet 69, (2869); Nesâi, Cenâiz 114, (4, 102).
5463 - Nesâi. Hz. Enes radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?" buyurdular.
"Cahiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve:
"Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua ederdim" buyurdular."
Müslim, Cennet 68, (2868); Nesâî, Cenâîz 114, (4, 102).
Kabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir:
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: Mümin suresinin (Onlar, sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, “Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!” denilecek) mealindeki 46. âyet-i kerimesindeki sabah akşam görecekleri azap, Kıyamet’ten öncedir. Âyetin devamında, onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi ise Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)

İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet-i kerime kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya)

Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyet-i kerimesinde geçen Fe-üdhılu kelimesindeki Fe edatı, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar) demektir. Bu da kabir azabının varlığını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl)

Al-i İmran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [şehidleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyet-i kerimesi de, kabir hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl)

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Taha suresinin 124. âyet-i kerimesindeki (Mâişeten danken) ifadesi, kabir azabını bildiriyor, çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın on dördü gibi aydınlatılır. “Feinne lehü mâişeten danken” âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir. 99 “tinnin”, kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi]
[Tinnin isimli yılan, dünya yılanı değildir. Kâfire ve günahkâra azap etmesi için Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.]

Tekasür suresinin 3. âyetindeki, (Bu övünmenizin kötü akıbetini ileride bileceksiniz!) demek, (Ölürken bileceksiniz) demektir. 4. âyetindeki (Yine ileride bileceksiniz) mealindeki ifade ise, (Kabirde bileceksiniz) demektir. (Celaleyn, Medarik, Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi)

Bekara suresinin, (Ölüyken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefi de, bu âyet-i kerimenin kabir azabına ve kabir nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsiri Şeyhzade)

İmam-ı Nesefi hazretleri buyurdu ki: Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki orada kelimesinden maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade)

Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyeti, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade)

Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101. âyetindeki azabın birisi kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)

İmam-ı Süyuti hazretleri, kabir azabı ile ilgili Şerh-us-sudur isminde müstakil bir eser yazmıştır. Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki kabir azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur.

Hazret-i Âişe validemiz, (Yâ Resulallah, bu ümmet kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hali ne olacak) diye sual edince Resulullah efendimiz, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette de sabit sözlerinde sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar)

Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)

İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimede, müminlere ihsan edildiği bildirilen sabit sözün, kelime-i tevhid olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerimedeki, dünyadaki sabit sözden maksat, kabirdeki suale verilen cevaptır, âhirettekinden maksat ise kıyamet günündeki hesaptır. (Cami-ul-ahkâm)

İslam âlimleri, kabir hayatının âhiret hayatından olduğunu, kabir azabının da âhiret azaplarından olduğunu bildirmişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani)

Kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kabir azabı haktır.) [Buhari]

(Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi]

(Kabir azabının çoğu, elbiseye idrar sıçratmaktan olur.) [İ.Mace, Nesai, Hâkim, D.Kutni]

(İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.) [Taberani]

(Kovuculuk kabir azabına sebep olur.) [Beyheki]

(Şehid, kabir azabından emindir.) [İbni Mace, Beyheki, imam-ı Ahmed]

(Dün gece rüyamda bir kimseyi kabir sıkarken gördüm. Namazı gelip onu kabir azabından kurtardı.) [Hâkim]

(Cuma gecesi Fâtiha suresi ve 15 kere Zelzele suresi okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur.) [Deylemi]

(Allah yolunda gözcü olarak vefat eden, kabir azabı görmez.) [İ. Ahmed]

(İç hastalıklarından ölen kabir azabı görmez. ) [Tirmizi]

(Allah’ım, kabir azabından sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hâkim, Haraiti]

(Kabir azabından Allah’a sığının.) [Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe]

(Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için dua ederdim.) [Müslim, İ. Ahmed, Nesai]

(Tebareke sûresini okumak kabir azabına engeldir.) [İbni Mürdeveyh]

(Ölüye uygunsuz şekilde ağlanınca kabirde azap görür.) [Buhari]

(Allah’a yemin ederim ki, 99 tinnin, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya’la, İbni Hibban, Tirmizi]

(Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Bir tinnin, her namaz vaktinde onu sokar.) [Kurretül-uyun]

Resulullah efendimiz, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, Müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azabı çekiyorlar) buyurdu. (İbni Mace)

Eshab-ı kiramdan Ya’la bin Mürre hazretleri, bir kabirde azap olduğunu işitip Resulullah efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz de, (Ben de işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için azap yapılmaktadır) buyurdu. (Beyheki)

Resulullah, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti. Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler. Bunlar gıybet ve idrardan dolayı azap görmektedir) buyurdu. (İ. Mace)

Peygamber efendimiz bir cenazede, (Yâ Rabbi, bunu kabir azabından koru) diye dua etmiştir. (Müslim, Nesai, Tirmizi)

Ehl-i sünnetin ve Hanefî mezhebinin reisi olan İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
Kabirde ruhun cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır. (Kavl-ül fasl)

İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kabrin bedeni sıkması vardır) buyurdu. (3/17)

Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan İmam-ı Gazali hazretleri de, (Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya-i Ulumiddin)

Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade edilmesinden sonra olur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91)

Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da her ikisine birden olur. (El-Müstened)

İmam-ı Süyuti, Şerh-us-Sudur, Abdurrahman ibni Receb Hanbeli Ehvâl-ül-kubur kitabında, İmam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı’nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, (O gördüğün kimse Ebu Cehil’dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir hâlde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)

Günahları ikisi birlikte işlediği için, azab da her ikisinedir. Beden kabirde çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi, bedene de azap yapmaya gücü yeter. Çünkü O, her şeye kadirdir, Onun kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat)

Bu kadar vesikaya rağmen, kabir azabı yoktur demek süper mezhepsizlik olur.

Yanıp ölene kabir azabı
Reformcu diyor ki: (Yanmış ceset kül olduğuna göre kabir azabı göremez.)
CEVAP
Bir ölü tabuta konsa, hiç defnedilmese, dışarıda kalsa, çürüse veya çürümese, ateşte yansa yine kabir suali olur. Ehl-i sünnet itikadını bildiren meşhur Emali kasidesi şerhinde, (Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense yahut ateşte yansa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur) buyuruldu.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, âhiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid’at sahibi olur. (Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez) diyen ise kâfir olur. (3/17, 3/31)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder