5 Şubat 2016 Cuma


Ölümü hatırlamanın fazileti



Sual: Ölümü hatırlamanın fazileti nedir? Ölüm nedir, ölümden korkmalı mıdır?
CEVAP Her müslüman, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, Akıllı kimse,kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)
Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Yanında ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz,(Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder)buyuruyor. Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma 8)

Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan kimse, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Bir kimseye sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, tıraş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüm için hazırlık yapmaktadır.

Ebu Süleyman Darani hazretleri, saliha bir hanıma, (Ölümü sever misin?) dedi. O da (Hayır sevmem) dedi. Sebebini sorunca, (Birine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahü teâlânın huzuruna çıkmayı sevebilirim?) dedi.

Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler.

Hazret-i Mevlana
 da Azrail aleyhisselama, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) demiştir. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini şiddetli şekilde arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar.

Hazret-i Huzeyfe 
ölüm döşeğinde iken, (Dost ani bir baskınla geldi, pişmanlık fayda vermez. Ya Rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölüm yolunu bana kolaylaştır) diye dua etmiştir. Müslümanlar da böyle dua etmelidir.

Her zaman, iyi ve kötü hallerde de ölümü hatırlamanın fazileti çoktur. Çünkü dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü ana ana dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünyanın külfeti, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ölümü anmak, günahlardan korur.) [İbni Ebiddünya]

(Ölümü anmak sadaka vermek gibi sevaptır.) [Deylemi]

(Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.)
[Deylemi]

(Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.)[İbni Lâl]

(En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.)
 [Taberani]

(Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen, lüzumsuz işten, israftan kaçar kanaatkâr olur.) 
[İ. Hibban]

(Allah’tan utanan, ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez, zinadan kaçar, dilini, gözünü ve kulağını haramlardan sakınır, öldükten sonra çürüyeceğini düşünür.) 
[Taberani]

(Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan 
[Allahü teâlânın rızasına mani olan her şeyden] alıkoyar.) [İbni Ebiddünya]

(Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.)
[Beyheki]

“Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur. Ölümü unutup günahlara dalan kimse kabri de Cehennem çukuru olur." (Süfyan-ı Sevri)

Bir zatı çok övdüler. Orada bulunan Resulullah efendimiz, (O kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. (Ölümden söz ettiğini duymadık) dediler. (Ölümü anmayan değerli olmaz) buyurdu. (İ.Ebiddünya)

Cennet Nimetlerini ve Cehennem Azabını Düşünmek; Ölümü Hatırlamak:
  Cennet, mutluluklar diyarıdır. Acıların dindiği yerdir. Mü’minlerin son konaklama mekânıdır. Nefsin, karşılıksız fedâkârlıkta bulunmama, çalışmama ve sebat etmeme özelliği yaratılışındandır. Bu karşılık ona zorlukları kolaylaştırır. Yolundaki engelleri ve güçlükleri küçük gösterir. Alacağı mükâfatı bilene çalışmanın zorluğu kolay gelir. Yolunda yürürken sebat göstermezse, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete girme fırsatını kaçıracağını bilir. Sonra nefis, kendisini topraklıktan yükseltip ulvî âleme çekecek etkenlere muhtaçtır. Peygamberimiz, sahâbîlerinin inancını sağlamlaştırmada cenneti hatırlatma faktörünü kullanırdı. Yâsir, babası Ammar ve annesi Sümeyye Allah yolunda işkence görürken Rasûlullah (s.a.s.) onların yanına uğrar ve şöyle der: “Sabredin ey Yâsir ailesi! Çünkü gideceğiniz yer cennettir.” (Hâkim, Müstedrek, 3/383; Hadis, hasen-sahihtir. Tahrici için bkz. Fıkhu’s-Siyre el-Elbâni tahkiki, s. 103). Yine, Rasûlullah (s.a.s.) Ensâr’a şöyle derdi: “Benden sonra zulüm göreceksiniz. Havz başında bana kavuşuncaya kadar sabredin.” (Buhârî ve Müslim ) Ayrıca; kabirdeki iki grup insanın halini, haşrı, hesaba çekilmeyi, mizanı, sırâtı ve diğer âhiret duraklarını düşünmek sebat açısından da çok faydalıdır. Ölümü hatırlamak, müslümanı kötülük ve günahlara karşı korur ve onu Allah’ın sınırları önünde durdurur; onları çiğnetmez. Çünkü o, ölümün kendisine ayakkabısının bağından daha yakın olduğunu ve birkaç dakika sonra vaktinin gelebileceğini bilirken, nefsi onu yanlış yapmaya ya da hatada ısrar etmeye nasıl sürükleyebilir? Bu gerekçelerle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “(Haram) Lezzetleri yok eden (ölümü) çokça hatırlayın.” (Tirmizî, 2/50)
Ölümle zalimlerin ve zorbaların boyunlarını büken, kis-râların bellerini kıran, kayserlerin emellerini boşa çıkaran Allah'a (c.c) hamdolsun.
Bu zalim kimselerin kalpleri ölümü hatırlamaktan hep nefret etmiştir; fakat Allah'ın (c.c) hak olan vaadi gerçekleşmiş ve onları helak çukurlarına yuvarlamıştır. Onlar, saraylarından alınıp mezarlara konulmuş, rahat yataklarının aydınlığından lahitlerin karanlıklarına bırakılmışlardır. Câriye ve hizmetçileri ile oynaşmakta iken baykuşlara ve böceklere yem olmaya terkedilmişlerdir. Lezzetli yiyecek ve içeceklerle sürdürdükleri hayatlarından koparılıp toprak altında kıvranmaya bırakılmışlardır. Dostlarıyla beraber iken yalnızlığa itilmişler, yumuşak, atlas yataklarından felâketin kucağına atılmışlardır.
Bir bak! Onlar kendilerine ölümün gelmesini engelleyecek bir sığınak ya da bir kurtarıcı bulabilmişler mi? Kendilerini ölümden gizleyecek bir perde veya onu kendilerinden uzaklaştıracak bir koruyucu bulabilmişler mi? Bak yüce Allah ne buyuruyor:
"Sen, onların herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya on/ara ait cılız bir ses olsun işitiyor musun?"1
Meryem 19/97.ölüm olayının, ölümden önceki ve sonraki hallerin, kulun devamlı hatırlaması ve tekrar etmesi gereken âhiret, kıyamet, cennet ve cehennem ile ilgili konuların üzerinde duracağız. Sürekli ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir. Gerçekten ölümden sonrası için vakit ve kervan yaklaştı; ömürden az bir şey kaldı; fakat yüce Allah'ın, İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler"3 âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler.
Ölüm ve ölümle ilgili meseleleri iki kısımda ele alacağız.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/251; Mün-zirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4916. Enbiyâ 21/1.
İbrahim-i Teymî şöyle der: "İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ'nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek."
Rebî' b. Huseym evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve, "Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur" derdi.
Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: "Şu ölüm var ya, servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız."
Ömer b. Abdülaziz, Anbese'ye şunları söylemiştir: "Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder."
Ebû Süleyman Dârânî (rah) anlatıyor: Ümmü Harun'a (rah), "Ölümden hoşlanır mısın?" diye sordum. O, "Hayır, hoşlanmam" dedi. "Niçin?" diye sordum, "Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah'a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki!" diye cevap verdi.
Ölümü hatırlamanın kalbe fayda sağlamasının en tesirli yolu, senden önce göçen akranlarını ve emsallerini çokça anman, onların ölümlerini ve yıkılıp toprak altına girdikleri durumlarını hatırlaman, makam ve mevkilerindeki güzel şekillerini gözünün önüne getirmenle olur. Sonra, toprağın onların güzel suretlerini nasıl çürüttüğünü düşünmen, kabirlerinde âzalarının nasıl birbirinden ayrıldığını hayaline getirmen, kadınlarını dul; çocuklarını nasıl yetim bıraktıklarını, mallarını terkettiklerini görmen; onların mes-cidlerde ve meclislerdeki boş kalan yerlerine ibretle bakmanla olur.
insan biraz düşünse, ölümün belli bir vaktinin olmadığını; genç, olgun, ihtiyar, yaz, kış, sonbahar, ilkbahar, gece, gündüz ayrımı yapmadığını bilir ve ona hazırlık yapmakla meşgul olurdu. Fakat bu gibi şeylerden cahil olması, dünyaya olan sevgisi onu uzun hayaller kurmaya çağırması ve yakın olan ölümü hatırlamaktan gafil kalması nedeniyle o kimse devamlı ölümün kendisinden çok ötede olduğunu zanneder. Bir gün ölümün başına gelip kendisini pençesine alacağını düşünmez.
Son nefeslerini vermek üzere olan Cüneyd-i Bağdâ-dî'ye, "Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulunduklarında Cüneyd, "Ben O'nu unutmadım ki hatırlamaya çalışayım!" demiştir.
KABİR ZİYARETİ ve ÖLÜLERE DUA
Erkek kadın herkese, ibret almak, ölümü hatırlamak maksadıyla kabirleri ziyaret etmek müstehaptır. Allah'ın velî kullarının kabirlerini, hem teberrük hem de ibret almak maksadıyla ziyaret etmek de böyledir.
Ölümün Mukaddimeleri ve Sûr'un Üfürülüşüne Kadar Ölümden Sonraki Ahvâl
Birinci Kısım
Dünyaya dalan, dünyaya aldanan, şehvetlerine köle olan bir kimsenin kalbi, şüphesiz ki ölümün zikrinden gaflet gösterir. Ölümü hatırlamaz. Kendisine ölüm hatırlatıldığında bunu hoş karşılamadığı gibi ölümden nefret eder. Onlar o kimselerdir ki Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur:
De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır! Sonra hem gizliyi, hem de aşikârı bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.(Cuma/8)

İnsanlar, ya dünyaya dalan veya tevbe edip başlayan veyahut da sonuna varan bir âriftir.
Dünya'ya dalan kimse ölümü hatırlamaz. Eğer hatırlarsa, elinden kaçırdığı dünya için üzüldüğünden dolayı hatırlar. Onun zemmiyle meşgul olur. Bu kimseyi, ölümü hatırlaması Allah'tan daha da uzaklaştırır.

Tevbe edene gelince, o kalbinde korkunun kabarması, tevbesinin tamamlanması için ölümü çokça hatırlar. Bazı zamanlar tevbesi tamam olmadan önce kendisini kapıp götürmesinden korktuğu için ölümden hoşlanmaz. O ölümü hoş karşılamamakta mazurdur. Bu durum, şu hadîsin kapsamına girmez.

Kim Allah'ın mülâkatından hoşlanmazsa, Allah da onun mülâkatından hoşlanmaz.2

Zira bu kimse, ölümden ve Allah'ın mülâkatından hoşlanmıyor değildir. Kusurundan ötürü Allah'ın mülâkatının elden kaçmasından korktuğu için ölümü istemez. Bu kimse, tıpkı dostunu razı edecek bir şekilde onu ağırlamak için hazırlık yapmakla meşgul olduğu için dostu ile buluşmaya geciken bir kimse gibidir. Bu kimse, dostuyla buluşmaktan hoşlanmıyor değildir. Böyle davranmasının sebebi, ölüme hazırlık yapması ve ölümden başka bir meşguliyetinin olmamasıdır. Aksi takdirde dünyaya dalan kimselerin safına iltihak etmiş olur.

Amacına ulaşan ârif, daima ölümü hatırlar! Çünkü ölüm, dostuyla buluşma zamanıdır. Dost, dostuyla buluşma zamanını asla unutmaz! Arif kişi, çok zaman ölümün geciktiğini düşünür. Onun gelmesini ister ki günahkârların evinden kurtulsun, âlemlerin rabbinin komşuluğuna intikal etsin!

Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir: 'Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldi. Gelmesinden pişman olan kurtulmasın. Yârab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım'.

Bu bakımdan tevbe eden bir kimse ölümü hoş karşılamamak hususunda mazurdur. Ârif kişi ise, ölümü sevip mazurdur. Rütbe bakımından bu ikisinden de daha yüksek olan kimse, işini Allah'a havale eden kimsedir. Kendi kendine ne ölümü, ne de hayatı seçmez. Onun için en sevimli olan şey, Allah katında en sevimli olan şeydir. İşte bu kişi, sevgi ve teslimiyetin aşırılığından, teslimiyet ve rıza makamına varmıştır. Bu makam, varılacak makamların sonuncusudur. Her durumda ölümün anılmasında sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünyaya dalan bir kişi bile, ölümün zikrinden ötürü dünyadan uzaklaşır; zira onun nimeti, ölümün anılmasından ötürü bulanır, lezzetinin berraklığı karışır. İnsan için lezzet ve şehvetleri bulandıran her şey, kurtuluş sebeplerindendir.

2) Müslim ve Buhârî
Ölümü çok hatırlamak lâzımdır:

Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtü vesselâmın lâl ü güher beyanları içinde, lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikretmek gerekir. Bundan maâda, yine Efendimiz bizzat kabirleri ziyaret etmiş ve ziyaret tavsiyesinde bulunmuşlardır. İnsan, ölümün hakikatına inandığı gibi, onu his, duygu ve aklına nakşederek, hayâl ve düşünce dünyasına da hakim kılar ve kıyamete kadar sürecek olan kabir hayatına da kendini ikna ederse, bu takdirde dünyaya ve ukbaya bakışı ve davranışları farklılaşır ve değişik olur. Onun içindir ki, söz Sultanı, “Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmuşlardır.

Ölüm düşüncesi, insanın mânevî damarlarında meydana gelebilecek ülfet ve vesveseyle birlikte, şeytanın süslü gösterdiği günah virüsünün ve benzeri mikropların en azından tesirlerini ve zararlarını giderecek bir antikor gibidir. “Madem öleceğim ve öldükten sonra da hesaba çekileceğim; öyleyse, şu fani dünyânın elemli lezzetlerine kapılıp, günah işlemenin ne manâsı var!” düşüncesi içinde ölüm, bir yönüyle güçlü bir vazgeçirici, bir yönüyle de coşturucu bir tesire sahiptir. Fakat, eğer mânevî damarlarımız, antikorların hiç fayda temin etmeyeceği ölçüde günahlarla, dünyânın haram lezzetleri olan mikroplarla dolmuş ve artık vücudun her yanında bir hücre anarşisi meydana gelmiş ve ölüm antikorlarının bile tesir edemeyeceği bir duvar teşekkül etmişse, o zaman ne ölüm, ne de ölüp gidenler ruhta hiç bir şey uyandırmayacak ve yakınlarımızın birer birer göçüp gidişi, bizde sadece bir kaç günlük geçici bir elem hasıl edecektir. Sonra da, “Canım, ölenle ölünmez ki! Hepimizin yeri de orası; Allah iman, Kurân nasip etsin!” şeklindeki klişeleşmiş teselli ve temennilerle bütün göz ve gönüller yeniden gaflete gömülüp gidecektir.

Niçin hatırlanmaz ölüm? Nefsin hoşuna giden pek çok haram lezzetleri acılaştırarak ağzın tadını kaçırdığı, keyfi bozduğu, insanı nefsanî isteklerden vazgeçmeye, bir kısım bedenî haz ve alışkanlıklardan kopmaya zorladığı, peşin lezzetlere rağmen ruha öteler hesabına zâhidlik aşıladığı, dünyaya bakan yönüyle kalbi daralttığı ve düşünceyi buğulandırarak süslü, toz-pembe dünyâları kararttığı içindir ki, ölüm hatırlanmak istenmez.

a) Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak, ölümü unutturur: 
Ölüm neden tesir etmez? Tevehhüm-ü ebediyetten.. hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmaktan ve yaşamak için yaşamaktan.. çocuk oyuncakları mesabesindeki peşin ücretlerle avunmaktan.. kalb ve fikrin geçmiş ve geleceğe dönük gözlerini kapamaktan...

Bir insan düşünün; her tarafı altı cihetten de komple endam aynalarıyla kaplı bir odaya giriyor. Bulunduğu istikamette geriye dönüp bakıyor; gerilere doğru upuzun uzayıp giden iç içe bir aynalar koridoru, yani yaşanmış koca bir ömür.. evet, şu kadar yaşamıştım, şu kadar görmüş-geçirmiştim duygularıyla kanatlı hâtıraların atlas iklimlerinde dolaşma... Bir de ileriye dönüp bakıyor; aynı şekilde o kadar da ileriye doğru uzayıp giden bir ömür. “Yaşım ne ki, daha gencim! Emsallerime göre fena da sayılmam! Malım mülküm var; gelirim yerinde; eşim, dostum ve çevrem.. makamım.. mesleğim...” Esasen, küçücük bir odada, dört duvar arasında sıkışıp kalmış bulunmasına rağmen, kendini dev aynalar arasında, renkli bir hayatın içinde görüyor ve yüzü soğuk olduğundan ölüme soğuk bakıyor; onu görüyor, ona uzak duruyor. Bunun da ötesinde, ölüm düşüncesini günlük düşünceleri arasında boğmak ve öldürmek için nice çılgınlıklar yapıyor; akla hayâle gelmeyen yiyecek, giyecek çeşitlerinde teselli arıyor; içki âlemlerine, müzik çılgınlığına, moda ve model dünyalarına, uyuşturucu alemlerine sığınıyor..

Bizim müslümanca hayatımızda edîbâne, nezihâne ve dünyâ ve ukba adına çok faydaları tekeffül eden iki bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban Bayramları. Şimdi bir bunlara, bir de meselâ Almanların bir yıl içinde kutlamaya çalıştıkları -biz bayramlarımızı tesîd ederiz- eğlence günlerine bakınız! İki hafta, hattâ bir ay geçer, bilmem ne yortusu; bir ay sonra bir faşing, arkasından bir başkası, arkasından bir diğeri... Bu insanların her birini tek tek psikolojik bir tahlil ve tetkikten geçirecek olsanız görürsünüz ki, hepsi birer eğlence insanı ve sanırsınız ki, son derece neşeliler.. gülmek ve gülüşmek için yaratılmışlar... Oysa ki bu ve benzeri hâdiseler, ölümü öldürme düşüncesi ve onu unutmaya çalışma gayretinden başka bir şey değildir. Evet, müslümanın da kendi çizgileri içinde ve meşrû dairede dünyâ adına bir sevinç ve neşe hayatı vardır; ne var ki, onun neşe dünyasında bile ölüm ve ölüm ötesine ait ürpertici, fakat aynı zamanda imrendirici esintiler, manâlar ve buğular bulunur. Sonra, müslümanın iç dünyâsı ve ruhî saadeti, dünyalık eğlencelere ihtiyaç bile hissettirmez.

b) Ebedi saadet saraylarının kapısı ölümle açılır: 
Ölümün alnından öperiz biz: “Sen ne mübârek arkadaş ve refakatçisin” deriz ölüme. Varsın, başkaları sana dikenli nazarıyla baksın, sen gülün ta kendisisin. Bırak, bazıları sana “kara yüz” yakıştırmasında bulunsun, sen, bizim için bizi aydınlık ülkelere uçuran ötelerden iki ışık kanatsın. Bakma sana “soğuk yüz” dediklerine; sen bizim için, müjde çiçekleriyle kar gibi beyaz ve berraksın. Onlar sana “çukur” derler, “dehliz” derler; fakat biz, “ebedî saadet saraylarına açılan koridorsun” deriz. “Ayıran” da derler sana; fakat sen, haddizatında, ebedî âlemlere intikal etmiş binlerce ahbaba, dost ve yârâna kavuşturansın. Başta, sîmalarına meleklerin hayran olduğu nebîlere, sonra Sahâbeye, salihlere, hısım ve akrabaya bizi ulaştıransın. Cemalullaha yaklaştıransın!...

Evet, ayıransın da, fakat, elemli, sıkıntılı ve ayrılık hasreti yüklü şu dünyâ talimgâhından, hayatların en hası hakiki hayata intikal ettiren bir terhis tezkeresisin! Sen, bizi Gönderene dönme anında, cismimizi nura garkedecek bir ebed şerbetisin! Ve sen, bir son değil, sonun sonusun; sonsuzluğa eş ve baş olabilecek son bir sonsun. Son ile sonsuzluğu dudak dudağa getiren bir ufuk ve Cemale açtığın gözlere çekilen bir sürmesin.. Ve yine sen, dertli bir neslin dert yüklü Tercümanına, “Eyvah, bugün yine ölmemişim” dedirtensin. İşte ölümün iki yanı: Önce terhib düşüncesiyle ölüm, sonra da terğib düşüncesiyle ölüm...

Ölüm düşüncesi, arzettiğimiz gibi hem caydırıcı, hem de teşvik edici yönleriyle bir yandan seyyiatımız, mesuliyet hissimiz ve Rabbimize karşı yaptıklarımızdan hesap verme endişesiyle bizi iki büklüm ederken, bir yandan da ümit-reca münasebeti içinde kalbimizi hoplatıp bizi canlandırmakta, şahlandırmakta ve kalbimizle beraber duygularımız ve düşüncelerimizle beraber davranışlarımız üzerinde müsbet tesir icra etmektedir. Rabıta-ı Mevt denilen ölümü sürekli hatırlama ameliyesiyle, kabirleri ziyaret ve hastalarla sakatlardan ibret almakla -İnşaallah- ülfetten kurtulmuş, iç gerilimimizi ve canlılığımızı muhafaza etmiş ve şeytan ve günahların zararından korunmuş olacağız.
Ölümü çok hatırlayın!
Büyük Velilerden Seyyid Taha-yı Hakkâri “kuddise sirruh” hazretlerine, bir gün uzun emelli olmaktan sordular.

Cevaben;
- Uzun emel, dünya zevklerine düşkün olmaktan, ölümü unutmaktan ve sıhhatine, gençliğine aldanmaktan olur, buyurdu.

Ve ekledi:
- Uzun emel hastalığından kurtulmak için, bu sebepleri yok etmek lazımdır. Mesela ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, uzun emel sahibi olmanın zararlarını ve ölümü hatırlamanın faydalarını öğrenmelidir.

Ve ilave etti:
- Hadis-i şerifte; (Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günah işlemekten korur ve ahirette zararlı olan şeylerden sakınmaya sebep olur) buyuruldu.

Ölüm, yok olmak değil

Bir gün de ölümden sordular.
Cevabında;
- Ölüm, yok olmak demek değildir, buyurdu. Ölüm, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, ruhun, bedenden ayrılmasıdır.

Ve daha açıkladı:
- Ölüm, insanın bir halden, başka bir hale dönmesi, bir evden, bir eve göç etmesi gibidir. Ömer bin Abdülaziz; (Sizler, ancak ebediyyet, sonsuzluk için yaratıldınız. Lakin bir evden, bir eve göç edersiniz) buyurmuştur.

Şöyle devam etti:
- Ölüm, mümine hediyedir, nimettir. Günahı olanlara musibettir. İnsan ölümü istemez. Halbuki ölüm, fitneden hayırlıdır. İnsan yaşamayı sever. Halbuki ölüm, ona hayırlıdır.

Ve ekledi:
- Salih olan mümin, ölüm ile dünyanın eziyet ve yorgunluğundan kurtulur.

Sordular:
- Zalimin ölümü de hayırlı mıdır efendim?
- Evet. Zalimlerin ölümü ile memleketler ve kullar rahata kavuşur.
İMÂM-I GAZÂLÎ (Rahmetullahi Aleyh)

ÖLÜMÜ HATIRLAMAK
İmâm-ı Gazâlî’den, “Ölüm”ü sordu bir zât.
Cevâben o kimseye şöyle etti nasîhat:
Bir mü’min bilirse ki “Muhakkak ölecek”tir.
Kabir, mahşer, mîzânı, Sıratı görecektir.
Ebedî kalacak yer, ya Cehennem, ya Cennet.
Ya ebedî bir azap, ya da sonsuz seâdet.
Bunu iyi bilir ve inanırsa bir kişi,
"Ölüm"ü düşünmekten, olamaz mühim işi.
Nitekim Resûlullah buyurdu: “Aklı olan,
Ölüm'ü hatırlayıp, hazırlanır durmadan.”
Kim hazırlık yaparsa mahşer için bu günde,
“Cennet bahçesi” olur mezarı öldüğünde.
Ve her kim de ölüm'ü etmezse hiç tasavvur,
Olur onun kabri de, “Cehennemden bir çukur.”
Zîrâ buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
“Lezzetlere son veren ölüm'ü yâd ediniz.”
Yine “Ölüm” hakkında buyurdu: “Ey insanlar!
Ölüm'ü, sizin gibi bilse idi hayvanlar,
Bir lokmacık yağlı et, aslâ yiyemezdiniz.
Zîrâ kederlerinden olurlardı hiç etsiz.”
Biri suâl etti ki Allahın Resûlünden:
“Şehitlik rütbesine olur mu hiç yükselen?”
Cevâben buyurdu ki: “Kim ölüm'ü, bir günde,
Yetmiş kez hatırlarsa, şehîddir öldüğünde.”
Yine buyurdular ki Resûlullah bir ara:
“Ölüm, vâiz olarak kâfidir insanlara.”
Başka gün de, methini yaptılar bir kişinin.
Buyurdu ki: “Kalbinde ne vardır ölüm için?”
Dediler ki: “Ölüm'den bahsetmez hiç o kimse.”
Buyurdu: “İyi adam değildir öyle ise.”
Bir gün, Resûlullaha sordu biri Ensar’dan:
“En akıllı kimlerdir acabâ insanlardan?”
Buyurdu ki: “Ölüm'ü en çok yâd edenlerdir.
Ve hazırlık yapmakta acele edenlerdir.”
Bir velî buyurdu ki: “Kalbim sıkıldığında,
Ölüm'ü hatırlayıp, rahatlarım ânında.”
“Ömer bin Abdülazîz”, toplayıp âlimleri,
“Ölüm” ve “Âhiret”ten konuşurdu ekseri.
O kadar ağlardı ki sonra da kederinden,
“Cenâze çıkmış” gibi olurdu evlerinden.
“Hasan-ı Basrî” dahî otursaydı bir yere,
“Ölüm” ve “Âhiret”ten bahsederdi ilk kere.
“Hazret-i Âişe”ye suâl etti bir hanım.
Dedi ki: “Kalbim katı, acabâ ne yapayım?”
“Ölüm'ü çok hatırla, yumuşar” dedi ona.
Dediği gibi yapıp, kavuştu murâdına.
“Rebî bin Heysem” dahî, bir mezar kazdı evde.
Çoğu vakitlerini geçirirdi o yerde.
Derdi ki: “Az bir zaman unutsam ölüm'ü ben,
Kalbimin karardığı belli olur hâlimden.”
Ömer bir Abdülazîz buyurdu ki bir zâta:
“Ölüm'ü düşünürsen, kavuşursun rahata.”
Resûlullah gördü ki bir gurup insanları,
Çalıp oynamak ile geçiyor zamanları.
Yaklaşıp buyurdu ki: “Siz, bu toplantınızda,
Lezzetleri bozanı hatırlayın biraz da.”
“O nedir ki?” deyince, buyurdu ki: “Ölüm'dür.
O, bütün lezzetleri, temelinden götürür.”



Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokça bahsedin!
Hadîsin mânâsı: 'Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsin. Dolayısıyla Allah'a yönelmiş olasınız!'

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Eğer hayvanlar, ölüm hakkında ademoğlunun bildiğini bilseydiler, insanlar onlardan semiz bir et yiyemezlerdi.3

Hz. Âişe (r.a) şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Şehidlerle beraber hoşrolunacak bir kimse var mı?' Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi:

Evet! Yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!4

Bütün bu faziletlerin sebebi; ölümün anılmasındandır. Ölümün anılması da aldanış evinden uzaklaşmayı ve ahiret için hazırlıklı bulunmayı gerektirir. Ölümden gaflet ise; insanı, dünya şehvetlerine dalmaya davet eder.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Mü'minin hediyesi ölümdür.5

Bunu şu hikmete binaen söylemiştir: 'Dünya mü'minin hapishanesidir'.6

Çünkü mü'min,dünyada nefsinin şiddetinden,şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından ötürü sıkıntıdadır. Bu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktır. Kurtuluş ise, onun hakkında hediyedir;

zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ölüm her müslüman için kefarettir.7

Buradaki müslümandan, hak yönünden müslüman, doğruluk yönünden mü'min olanı kasdetmiştir. Bu öyle müslümandır ki müslümanlar onun elinden ve dilinden emindirler. Onda müminlerin ahlâkı görünür. O, günahların sadece küçükleriyle kirlenir. Büyük günahlardan korunup farzları yerine getirdikten sonra ölüm onun küçük günahlarını temizler ve kefaret olur.

Atâ el-Horasanî8 şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) bir meclisin yanından geçti. O mesliste kahkaha sesi yükseldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Meclisinizi, lezzetleri bulandıranın anılmasıyla katıştırın!
- Lezzetleri bulandıran nedir?
- Ölüm!9

Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahları siler. Dünyayı gözünüzde küçülterek kıymetsiz kılar.10

Ayırt edici olarak ölüm kâfidir!11 Vâiz olarak ölüm yeter!12

Hz. Peygamber (s.a) mescide çıktı. Bir grubun konuşup güldüklerini gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:
Ölümü hatırlayın! Nefsimi. kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız.13

Hz. Peygamberin yanında bir kişiden övgüyle bahsedildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle sordu:
- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldır?
- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik!
- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir.14

ibn Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz, Peygamberin yanıma geldim. O esnada Ensar'dan bir kişi Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Ölümü en fazla ananlar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardır. İşte onlar akıllıların ta kendisidirler. Onlar dünyanın şerefini ve ahiretin kerametini elde etmişlerdir.15

Ashab'ım ve Alimlerin Sözleri
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölüm, dünyayı rezil etti! Hiçbir akıllıya, onunla sevinmeyi bırakmadı!'

Rebî b. Hayseme şöyle demiştir: 'Mü'min kişinin beklediği hiçbir meçhul Onun için ölümden daha hayırlı değildir'.
Yine şöyle demiştir: 'Kimseyi benden haberdar etmeyiniz! Beni Rabbime doğru bir çekişle çekiniz'.

Hukemadan biri ihvanından bir kişiye şunları yazdı: 'Ey kardeşim! Ahirete varıp orada ölümü temenni etmeden önce, şu dünya evinde ölümden sakın!'

Ebû Bekir Muhammed 'İbn Sîrin'in yanında ölümden bahsedildiğinde onun azalan dumura uğrardı' demiştir.

Ömer b. Abdülazîz her gece fakîhleri bir araya getirir, ölümün, kıyamet ve ahiretin müzakeresini yapar, sonra sanki önlerinde bir cenaze varmış gibi ağlardı.

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'İki şey vardır ki benden dünya lezzetini kestiler: Ölümün bahsi, Allah Teâlâ'nın huzurunda hesap için durmak!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Kim ölümü tanırsa onun için dünyanın musibet ve üzüntüleri kolaylaşır!'

Mutarrıf16 şöyle diyor: Rüyamda, birinin Basra camiinin ortasında şöyle dediğini gördüm: 'Ölümün anılması, Allah'tan korkanların kalplerini parçaladı. Allah'a yemin ederim onları sersemlemiş olarak görüyorum'.

Ebû Hânî Eş'as17 şöyle demiştir: 'Hasan Basrî'nin huzuruna giriyorduk. Bu bakımdan o huzur ancak ateş bahsi, ahiret emri ve ölümün zikri idi!'

Safiyye18 (r.a) şöyle diyor: "Bir kadın Âişe'ye kalbinin katılığından şikayet etti. Âişe şöyle dedi: 'Ölümü çokça zikret! Ölümü çokça zikret! Kalbin rikkate gelir'. Kadın da Âişe'nin dediğini yaptı ve kalbi rikkate geldi. Sonra gelip Âişe'ye (r.a) teşekkür etti".

Hz. İsa'nın yanında ölümden bahsedildiğinde onun derisinden sanki kan damlardı.

Hz. Davud'un yanında ölüm ve kıyametten bahsedildiğinde mafsalları birbirinden ayrılacak dereceye gelinceye kadar ağlardı. Rahmeti andığında kendisine gelirdi!

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölümden sakınmayan ve ölüm için üzülmeyen akıllı bir kimse görmedim'.

Ömer b. Abdülazîz bir âlime 'Bana nasihat et!' dediğinde, o âlim 'Sen ilk ölecek halife değilsin!' dedi. Ömer 'Daha fazlasını söyle' dedi. Âlim 'Aba ve ecdadından Âdem'e varıncaya kadarölümü tatmayan hiç kimse yoktur. Senin sıran da geldi!' dedi. Bunun üzerine Ömer hüngür hüngür ağladı.

Rebî b. Hayseme evinde bir mezar kazmıştı. Her gün o mezara birkaç defa gireryatardı. Böylece ölümü anmayı devam ettirirdi. O derdi ki: 'Eğer ölümün zikri kalbimden bir saat ayrılırsa, kalbim fesada uğrar'.

Mutarrıf b. Abdillah b. Şuhayr dedi ki: 'Muhakkak bu ölüm, nimet ehline nimeti bulandırmıştır. Bu bakımdan içinde ölüm olmayan bir nimet arayınız!'

Ömer b. Abdülazîz, Anbese'ye hitaben 'Ölümü çokça an! Zira eğer geniş maişetli isen, ölümün anılması, senin için onu daraltır. Eğer dar maişetli isen genişletir demiştir.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle diyor: Ümmü Harun'a 'Ölümü sever misin?' diye sordum. Cevap olarak 'Hayır' dedi. 'Neden?' dedim. 'Eğer bir insana isyan edersem onunla bir araya gelmekten hoşlanmam. O halde Allah'a isyan ettiğim halde O'nunla buluşmaya nasıl razı olayım?' dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder