5 Şubat 2016 Cuma

İmanla ölmek için neler gerekir?


İmanla ölmek için

Sual: İmanla ölmek için neler gerekir?
CEVAP
İmanla ölmek için, doğru iman sahibi olmaya, salih ameller yapıp, salih arkadaşlar edinmeye çalışmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kulun Kıyamet günü ilk hesaba çekileceği ameli namazdır.Eğer o düzgün çıkarsa,diğer amelleri de düzgün olur. Eğer o bozuk çıkarsa diğer amelleri de bozuk olur.) [Taberani]
(“Sübhanallah” demek mizanın sevap kefesinin yarısını doldurur. “Elhamdülillah” demek ise tamamını doldurur. Tekbir getirmek gökle yer arasını doldurur.) [Tirmizi]
(Mizanda en ağır gelen şu beş kelimedir: "Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber" ve kendinden evvel ölen salih evlat sebebi ile beklediği ecirdir.) [Nesai]

(Yemin ederim ki, yer ve gök arasındakiler getirilse, mizanın bir kefesine konulsa."Lâ ilâhe illallah" ise diğer kefeye konulsa, muhakkak onlara ağır basar.) [Taberani]

(80 yaşına gelen Müslüman, mizana getirilmez, sorguya çekilmez ve kendisine hadi Cennete gir denir) [Ebu Nuaym]

(Cebrail aleyhisselam, haber getirdi ki: "Dilediğin kadar yaşa elbette öleceksin. İstediğini sev nihayet ondan ayrılacaksın. İstediğini yap nihayet onun hesabını vereceksin.") [Taberani]

(Herkes bir an bile biri ile arkadaşlık etse, arkadaşlığının hesabını verecektir.) [İbni Cerir]
İmansız ölmenin sebebi

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Önemli olan sondur, yani imanla ölmektir. İmansız ölmenin sebeplerinden biri de, imansız ölmekten korkmamaktır. Korkmayan imansız ölür. Allah saklasın, sonsuz azap ne büyük tehlikedir. Dünyada müebbet hapse mahkûm olup hücreye giren kimse çıldırır, peki sonsuz ateşe insan nasıl dayanır?

Âhir zamandayız. Bu asırda, kendini kurtulmuş gibi görmek, göğsü kabarık yaşamak ahmaklıktır! Çünkü zamanımızda günahtan çok küfür tehlikesi vardır. İnsan bir sözle, bir işle kâfir olabilir, çünkü bu zamanda günah çok kolay işleniyor. Mesela kolayca gıybet yapılıyor. Din kitaplarında, yapılan gıybet için, (Ben doğruyu, olan şeyi söylüyorum, bu gıybet değil) demenin küfür olduğu bildiriliyor. Çünkü harama helâl denmiş oluyor.

Ev halkının işlediği bir günah için veya başka bir haram için, (Bu zamanda böyle olur, başka türlü olmaz) veya (Zaman sana uymazsa, sen zamana uy) gibi şeyler söyleyerek günahı beğenen veya hafife alan kâfir olur. Bu kişi, ister dine hizmet etsin, ister zikir çeksin, yani ne yaparsa yapsın, işlediği küfrüne tevbe etmezse, Allah korusun kâfir olarak ölür.

Bu zamanda çok korkmak ve imanı kurtarmak için çok gayret sarf etmek lazımdır. Günahkâr ölenin kurtulması o kadar zor değildir, çünkü imanlı olmak şartıyla, büyük günah işleyenlere peygamberler, Ehl-i sünnet âlimleri, şehitler ve daha başkaları şefaat edecektir. Yani günahkâr için şefaat çoktur, imansız ölene ise hiç şefaat yoktur.

Mücevherleri olan, çaldırmamak için açığa koymaz. En gizli yere saklar, belki üstünde yatar. İman bundan daha mı az kıymetli? Her an, benim imanıma bir zarar gelir mi gelmez mi diye, imanı düşünmek gerekmez mi?

Zamane insanları zahire çok kıymet veriyorlar. Onun için büyükler,(Zahir mamur, bâtın harap) buyurmuşlardır. Bâtını mamur etmek gerekir. İşin başı namazdır. Müslümanın aklı fikri namazda olur. İnsanların kimi ateşe, kimi puta, kimi de Allah’a tapar. Peki namaz kılmayan kime tapar? Dinsiz midir, paraya mı, nefsine mi tapar? Belli değildir.

O halde, eşimizi, oğlumuzu, kızımızı haramlardan korumalı, onlara mutlaka namazı öğretmeli, kılmaları sağlanmalı. Namaz varsa, her şey vardır. Namaz yoksa, felaket çoktur.
İmansız ölmeye sebep olan şeyler çoktur. Haramları işlemek ve farzları yapmamak, imansız ölmeye sebep olur. Bunlardan bazısı şöyledir:
1- İmansız ölmekten korkmamak ve Müslümanlığı öğrenmemek. [O halde, imansız ölebilirim diye çok korkmalı ve dinimizi iyice öğrenip tatbik etmeye çalışmalıdır.]
2- Bid’at ehli olmak yani itikadı bozuk olmak.[O halde, önce itikadımızı düzeltmemiz gerekir. İtikadımız düzgün değilse, yaptığımız ibadetlerin, kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların hiç kıymeti olmaz.]
3- Namaza önem vermemek. Beş vakit namazı vaktinde kılmamak. [O halde beş vakit namazı hiç kaçırmamalıdır.]
4- İnsanlara ve hayvanlara eziyet etmek. [Eziyet. sıkıntı vermek, zulmetmek demektir. Hiç kimsenin kalbini kırmamalıdır. Buna önem vermiyenin akıbeti tehlikeli olabilir.]
5- Allaha şükretmemek ve iyilik edene teşekkür etmemek. [Allaha şükretmek demek, onun yasak ettiklerinden kaçmak ve emrettiklerini eksiksiz yapmaktır. Yani İslamiyete uymak şükürdür. Uymayan şükretmemiş olur. Sadece Ya Rabbi şükür demekle şükredilmiş olmaz. Şükrün gereğini de yapmak gerekir.
6- Kibirli olmak, yani kendini beğenmek. [Kendini beğenen başkalarını beğenmez. Cennetlik olduğumuzu bilmeden kendimizi beğenmemizin ne önemi vardır? İş, neticeye göre değerlendirilir. Netice bilinmeden öğünmek boşadır. Kibirlenmek çok tehlikelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Büyüklük, üstünlük bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)
(Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez.)
7- Para, makam ve şöhrete düşkün olmak.
8- Büyük günahlara devam etmek.
9- Fuhuş söz söylemek, fuhşu yaymak.
10- Mahrem akrabayı ziyareti terk etmek.

Bunda da bir hayır var
İnsanın başına, büyük küçük bir sıkıntı, bir bela gelince veya işi ters gidip beklediği neticeye kavuşamayınca, (Hakkımızda hayırlısı böyleymiş. Vaki olanda hayır vardır) deniyor. Bu müminin başına gelen her bela faydalı olduğu için öyle söyleniyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman için Allahü teâlânın her hükmü hayırlıdır. Allahın kazası, herkes için hayırlı değil, sadece Müslüman için hayırlıdır.)
(Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.)
(Belayı nimet saymayan, kâmil mümin değildir.)
Müslüman Allahın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Belki de bu bela bizim iyiliğimizedir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
Şu halde, olmasını şiddetle arzu ettiğimiz bir şey bizim zararımıza olabilir. Aksine olmaması için uğraştığımız bir şey de yararımıza olabilir. Bir şeyde lüzumsuz ısrar etmemeli, hayırlı ise olsun diye dua etmelidir. Hz. Ömer buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız birşey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.
Güzel Ölüm Alâmetleri

(1) Ölüm esnasında ‘La İlahe İllallah’ demek.

(2) Alnı terleyerek ölmek.

(3) Cuma günü ya da Cuma gecesi ölmek.

(4) Savaş meydanında şehid düşmek.

(5) Allah yolunda gaza ederken ölmek.

(6) Taun hastalığı sebebiyle ölmek.

(7) Karın ağrısından ölmek.

(8) Boğularak ölmek.

(9) Yıkıntı altında kalarak ölmek.

(10) Kadının lohusa iken ölmesi.

(11) Yanarak ölmek.

(12) Zatu’l-cenb diye bilinen hastalık sebebiyle ölmek. (Karaciğer zarı iltaplanması)

(13) Verem’den ölmek.

(14) Gasbedilmek istenen bir mala karşı savunma yaparken ölmek.

(15) Dini uğrunda ölmek.

(16) Canını korumak uğrunda ölmek.

(17) Allah yolunda sınır koruyuculuğu yaparken ölmek.

(18) Salih bir ameli işlerken ölmek.

(19) Mescidi Aksayı korurken ölmek.
İmanla ölmek için
Büyük Velilerden Hâcegi Muhammed Emkenegi “kuddise sirruh” hazretleri, bir sohbetinde;
- Kardeşlerim, kıyamet gününde Allahü teâlânın rahmeti, Müslümanlardan iyi huylu ve yarar işli olanlara mahsustur, buyurdu.

Ve daha izah etti:
- Müslümanların zerre kadar imanı olanların hepsi, çok zaman Cehennemde kaldıktan sonra bile, merhamete kavuşacaktır. Fakat bir şartla.

Sordular:
- O şart nedir efendim?
- Ölürken iman ile gitmektir. Ama günahları işlemekle kalb kararınca ve Allahü teâlânın emirlerine ve haramlarına önem verilmeyince, son nefeste iman ile ölmek nasıl mümkün olabilir?

- Olmaz mı efendim?
- Çok zor. Çünkü büyüklerimiz; (Küçük günaha devam, büyük günaha sebep olur. Büyük günaha devam da insanı kâfir olmaya sürükler) buyuruyorlar.

En büyük ibadet

Bir gün de nasihat istediler bu büyük Veliden.
Cevap olarak;
- Nasihatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitaplarında bildirdiklerine göre, itikadı düzeltmektir, buyurdu.

Sordular:
- Neden ehl-i sünnet âlimleri efendim?
- Çünkü bu âlimler, kitaplarında Eshab-ı kiramdan işittiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbir şey yazmamışlardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlere tâbi olanlardır.

Ve devam etti:
- İtikadı,imanı düzelttikten sonra, fıkıh kitaplarının bildirdiği ibadetleri öğrenmek, yapmak ve yasak ettiklerinden kaçınmak lazımdır.

- En büyük ibadet nedir efendim?
- Beş vakit namazdır. Namazları, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve tadil-i erkana dikkat ederek kılmalıdır.
İMANLA ÖLMEK İÇİN

İmanla ölmek için
Ali Galib-i Vasfi, âlim ve evliyadır.
Kalpleri aydınlatan nasihatları vardır.
Ona bir gün sordular: (Ahirette, azaba,
Duçar olmamak için, ne yapmalı acaba?)
Buyurdu ki: (Dünyada kurmayın uzun emel.
Çünkü hep yaklaşıyor arkadan size ecel.
Böyle hep ilel ebed sürmeyecek bu ömür.
Öyle ise ölümü eyleyin çok tefekkür.
Şu anda vaki olsa şiddetli bir zelzele,
Hepimiz ölürüz de, sağ kalmaz bir fert bile.
Ne kadar çok olsa da para pul, tapu senet,
Hiçbirinin, orada faydası olmaz elbet.
Kim yaptıysa dünyada iyi iş, güzel amel,
Ahiretteki hali, olur iyi, mükemmel.)
Biri sordu: (Efendim, iman ile dünyadan,
Gitmek için, acaba ne yapmalı müslüman?).
Buyurdu: (Bunun yolu, en son Allah demektir.
Son söz Allah olmazsa, o zaman felakettir).
Adam bunu öğrenip, gidiyorken evine,
Çağırdı o kimseyi yanına tekrar yine.
Buyurdu ki: (Peki sen, öğrendin cevabını.
Ne zaman diyeceksin bu Allah kelamını?)
Dedi: (Ömrüm bitip de, son nefesim gelince,
Her şeyi bırakarak, Allah derim hemence.)
Buyurdu ki: (Evladım, ne zamandır son nefes?)
Dedi ki: (Allah bilir, başka kimse bilemez.)
Buyurdu: (Şu anda da gelebilir mi yani?)
Dedi: (Hiç belli olmaz, bazan da gelir ani.)
Buyurdu ki: (Son nefes belli değil diyorsun.
Niçin Allah demeyi, sona bırakıyorsun?
Bugün, hatta şu anda, an Rabbinin adını.
Belki ölebilirsin, ne beklersin yarını?
Ecel, öyle aniden gelebilir ki evlat,
Bir kez Allah demeye, bulunmaz belki fırsat.
Öyleyse sen şimdiden, başla Allah demeye.
Belki olmaz zamanın, son anda söylemeye.)
Bir gün de buyurdu ki: (Bu dünya, iş yeridir.
Ücret alınacak yer, elbette ahirettir.
Salih, iyi işleri yapmaya uğraşınız.
Allah’ın beğendiği amelleri yapınız.
Bu ameller içinde en üstünü, (Namaz)dır.
Namaz, dinin direği, müminin miracıdır.
Namazı, doğru dürüst kılarsa eğer insan,
Kurtulur tamamiyle her günah ve haramdan.
Müminun suresinin başındaki âyette,
Buyuruldu: (Müminler, kurtulacak elbette.)
Âyetin devamında, şöyle buyurmaktadır:
(Onlar, namazlarını huşuyla kılanlardır.)
Beş asır ateşe taptı son nefeste iman etti  Musa aleyhisselâm, bir gün yolda giderken, iki büklüm olmuş, belinde zünnar bağlı ve ateşe tapan bir ihtiyar görür. Yanına yaklaşarak sorar: 
- Ey pîr! Ne kadar zamandan beri bu ateşe taparsın? Yaşlı adam şöyle cevap verir:
- Beş asra yakındır bu ateşe taparım. Musa aleyhisselam üzülerek şöyle sorar:
- Ateşe tapmaktan yüz çevirip tövbe etmeyi hiç düşünmedin mi? Gel, Melik-i Cebbar olan Hak teâlâya inan ve yalnız O’na ibadet et! “Beni kulluğa kabul eder mi?”
Beş yüz sene gibi uzun bir ömür süren ihtiyar bu soruya da şöyle cevap verir:
- Ya Musa! Eğer ateşe tapmaktan vazgeçersem, Hak teâlâ beni kulluğa kabul eder mi? Hazreti Musa, iman alameti olan bu cevaba sevinerek şöyle der:
- Niçin kabul etmesin? O Hak teâlâ hazretleri “Ekremü’l-Ekremîn”dir. 
İşte o anda, pişmanlık içindeki ihtiyarın dilinden şu güzel sözler dökülür:
- Ya Musa! Mademki Hak teâlâ, benim gibi kendinden kaçanları da kabul ediyor, o halde bana İslâm’ı öğret!
Bunun üzerine Hazreti Mûsa o ihtiyara hemen İslâm’ı öğretir. Fakat adam, îmanın kendisine verdiği ferahlık ve sevinçten dolayı feryad ederek kendinden geçer. Hazreti Musa, kendine gelmesi için onun elini ve ayağını ovar ancak nasipli ihtiyar, bir müddet sonra tertemiz bir mümin olarak ruhunu teslim eder. 

“Bu kuluna neler ihsan ettin?”
Musa aleyhisselâm, ihtiyar müminin techîz ve tekfinini yaparak defneder. Sonra da kabrinin başında, Hak teâlâ hazretlerine şöyle tazarrû ve duada bulunur: 
- Ya Rabbi! Bu ihtiyar kuluna, bir defa “Kelime-i tevhîd” söylediği için neler ihsan eyledin?
Cebrail aleyhisselâm hemen gelerek haber verir: 
- Ya Musa! Rabbinin sana selâmı var. (Bir kimse “Kelime-i Tevhîd”i, bir defa ihlas ile söylese, biz onu kapımıza yakın edip, izzet ve keramet hil’atimizi giydirerek, rahmet deryamıza gark ederiz) buyurdu. 
Hazreti Musa, bu kıssayı ümmetine haber vererek buyurdu ki: 
- Hak celle ve âlâ hazretleri, beş asır ateşperest olarak yaşayan o ihtiyarın günahlarını söylediği bir “Kelime-i Tevhîd” hürmetine affeylemiştir...
Önce ölenin suçu

Sual: (Hazret-i Âdem zamanında ölen biri, şimdiye kadar kabir azabı çekti. Şimdi ölen ise, ona göre daha az azap çekecektir. Bu Allah’ın adaletine uygun mu?) deniyor. Önce ölmek suç mudur?
CEVAPÖnce ölmek niye suç olsun ki? Allahü teâlâ, hiç kimseye fazla ceza vermez. Hattâ günahların çoğunu da affeder. Hadis-i şerifte, (Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur) buyuruluyor. Hazret-i Âdem zamanında ölen biri sâlih ise, hep Cennet bahçesindedir, kabirde çok kalmasının onun için hiç mahzuru olmaz. Ölen kâfir ise, kabirde çeşitli azaplara maruz kalır. Kabir azabı, Cehennem azabı yanında çok hafiftir. Ölen günahkâr Müslüman ise, çektiği kabir azabı günahlarına kefaret olur. Kabirde çok kalır da, çektiği azap sebebiyle günahı kalmazsa, dirilirken günahsız olarak dirilir.

Azap kimine çok hafif, kimine çok ağır yapılabilir. Hazret-i Âdem zamanında ölen birine çok hafif azap yapılsa, mesela birine pire ısırır gibi azap olsa, diğerine iğne sokulur gibi olsa, dün ölene de bıçak saplar gibi, kılıçla doğrar gibi azap olsa, hangisi daha çok sıkıntı çeker? Hiç kimse günahından çok azap çekmez. Hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz. Birine her gün bir sopa vurulsa, ötekine de her saat başı sopa vurulsa, aynı gün ölmelerine rağmen ikisi farklı azap çeker. Demek ki, kabirde çok kalmak, çok azap çekmeyi gerektirmediği gibi, az kalmak da, azap çekmeye mâni olmuyor. Herkes günahı kadar ceza çekiyor.

Kabir azabına inanmayan bazıları da, (Hesap görülmeden ceza verilmez. Verilmesi, mahkemeye çıkmadan karakolda dayak atmaya benzer) diyorlar. Bunlar hâşâ Allahü teâlânın, onların suçlarını bilmediklerini mi sanıyorlar? Hiç mizan kurulmasa da, yine cezaları bellidir. Kiramen kâtibin denilen melekler, amellerimizi, nasıl olduğunu bilmediğimiz şekilde, sanki kamera gibi bir alete kaydediyor. Bütün uzuvlarımız, işlediğimiz suçlara şahitlik yapacaktır. Hiç kimse suçunu inkâr edemeyecektir.
Ölüm alameti

Sual: Bir kimsenin öldüğü nasıl anlaşılır? Ölünce, ne yapmak gerekir?
CEVAP
Sertleşme, soğuma ve kokma, ölüm alametidir. Soluğun kesilmesi, ağzına tutulan aynanın buğulanmamasıyla; kalbin durduğu, nabızla anlaşılır. Ölüm anlaşılınca, gözlerini kapamak ve çenesini bağlamak sünnettir. Çenesi, geniş bezle başı üstüne bağlanır. Gözlerini kaparken, (Bismillahi ve alâ milleti Resulullah. Allahümme yessir aleyhi emrehü ve sehhel aleyhi mâ ba’dehü ve üs’ıd’hü bilikâike, Vec’al mâ harece’yhi hayran mimmâ harece anh)duasını okumak sünnettir.

Manası, (Allah’ın adıyla ve Resulullahın dini üzere, yâ Rabbi bunun işini kolaylaştır! Sonunu âsan eyle! Sana kavuşmakla kendisini bahtiyar kıl! Varacağı yeri, çıktığı yerden daha hayırlı eyle) demektir.

Soğumadan önce, el parmaklarını, dirseklerini, dizlerini açıp kapayıp, kollarını ve bacaklarını düz bırakmak sünnettir. Böylece, yıkaması ve kefene sarması kolay olur.

Soğumadan önce, elbisesi çıkarılıp, geniş, hafif bir çarşafla örtülür. Çarşafın bir ucu başının altına, diğer ucu ayakları altına sokulur. Karnı üzerine, çarşafın üstüne veya altına, bir bıçak, demir gibi bir ağırlık konup, şişmesi önlenir. 
Kâfirlerin ölümü

Sual: Kâfirlerin ölümü nasıl olur?
CEVAPBir kâfir öleceği zaman, gözünden perde kaldırılır. Cennet gösterilir. Melek ona, (Ey kâfir! Yanlış yoldaydın. Hak olan İslam dinini beğenmezdin. İmansız olduğun için Cennete giremezsin. Cennete ancak Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâdan getirdiği bilgilere inanan gidecektir) der. Cennetteki nimetleri görür. Cennet hurileri de, (İman eden, Allahü teâlânın azabından kurtulur) derler. Biraz sonra şeytan, bir papaz şeklinde görünür. (Ey filân oğlu filân! O gelenler yalan söyledi. O gördüğün nimetler, hep senin olacaktır) der. Sonra Cehennem gösterilir. Ateşten dağları, katırlar gibi akrepleri, çıyanları vardır. Hadis-i şeriflerde bildirilen azapları görür. Cehennemdeki Zebani denilen azap melekleri, ateşten çomakla vururlar. Ağızlarından alevler çıkar. Boyları minare gibi, dişleri öküz boynuzu gibidir. Gök gürültüsü gibi seslenirler. Kâfir bunların sesinden titreyip yüzünü şeytana çevirir. Şeytan, korkusundan dayanamayıp kaçar. Melekler yakalayıp şeytanı yere vururlar. Bu kâfire gelip (Ey kâfir, dünyada Resulullah’a inanmadın. Şimdi de meleklere inanmadın, melun şeytana yine aldandın)derler.

Boynuna ateşten zincirler takıp, ayaklarını başından aşırıp, sağ elini sol böğrüne, sol elini sağına sokup, arkadan çıkarırlar. Bağırır, dünyadaki yaltakçılarını çağırır. Zebaniler, (Ey kâfir, ey Müslümanlarla alay eden ahmak! İmdat isteme zamanı geçti. Artık iman ve dua kabul olmaz. Küfrünün cezasını çekme zamanı geldi) derler. Dilini ensesinden çekerler. Gözlerini çıkarırlar. Türlü türlü çok acı azaplar yaparak, habis ruhunu alır, Cehenneme atarlar. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın dininde ve yüce Peygamberin dinini doğru bir şekilde bizlere ulaştıran Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı itikada uygun can vermemizi nasip eylesin! Âmin.(Cennet Yolu İlmihali)
Müslüman kadının ölümü

Sual: Müslüman kadının ölümü nasıl olur?
CEVAPBir Müslüman kadın, lohusa veya hâmileyken veya bulaşıcı bir hastalıktan yahut iç hastalıklardan ölmüşse veyahut yabancı erkeklere açık saçık görünmemişse ve kendisinden kocası razı olmuşsa, o kadına, ölürken Cennet melekleri gelip karşısında, saf saf durarak ona izzet ve ikramla selam verip şöyle derler: (Allahü teâlânın sevgili, şehit kulu, gel çık, ne durursun bu viranede? Senden Allahü teâlâ razı oldu ve senin bu hastalığını bahane edip, günahını bağışladı, sana Cennet ihsan etti, gel emanetini teslim et!)

O kadın, bu ihsanı görüp, ruhunu vermek istediğinde, etrafına bakıp, (Arkadaşlarımı da rahmetle yargılasın, sonra ruhumu teslim edeyim) der. Melekler onun bu ricasını arz edince, Cenab-ı Hak, (İzzetim hakkı için, kulumun ricasını kabul ettim) buyurur. Melekler bu müjdeyi ona söylerler. Sonra, ölüm meleği, 120 rahmet meleğiyle gelir. Yüzlerinin nuru Arşa çıkmıştır. Ellerinde, Cennet yemişleri, kokuları misk gibi gelerek, izzet ve ikramla selam verip, (Allahü teâlâ, sana selam söyler ve Cennet verip, habibi Muhammed aleyhisselama komşu ve hazret-i Âişe’ye arkadaş eyler) derler. Bu imanlı kadın, bu sözleri işitince, gözlerinin perdesi açılır, ehl-i iman kadınları görür. Bunlardan, günahkâr olup, azap olunanları görünce, (Onların günahlarını da bağışla Rabbim!) diye dua eder. Cenab-ı izzetten, (Ey kulum! Arzularını yerine getirdim, ver emanetini, Habibimin hanımı ve kızı seni bekliyorlar) diye bir ses gelir.

Hemen bu hitabı işitince, canı titrer, ayakları atılır, terler döker ve can vermek üzereyken, iki melek gelir. Ellerinde ateşten bir çomak vardır, sağ yanında biri, sol yanında biri durur.

Şeytan da koşup gelir ve (Gerçi bundan bize fayda yok, ama ben yine görevimi yerine getireyim) diyerek, elinde bir cevherli çanak içinde buzlu su vardır, bu sûretle gelip, suyu gösterir. O melekler, o habisi görünce, ellerindeki çomaklarla vurarak, elindeki çanağı kırıp, kendisini kovarlar. O Müslüman kadın bunu görünce güler. Sonra, o huriler, ona cevherli kâseyle Kevser şarabı verirler, içer. Cennet şarabının lezzetinden canı sıçrayıp kadehe yapışır ve ölüm meleği canını o kadehten alır. Melekler, (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn)derler. Canı alıp, gökleri seyrettirip, Cennete götürürler ve oradaki makamını gösterip, derhal yine, ölünün başucuna getirirler.

Ne zaman ki, elbiselerini çıkarıp, saçını çözdüklerinde, ruhu hemen cesedinin başucuna gelip, (Ey yıkayıcı! Yavaş ol! Çünkü Azrail pençesinden can yarası yemiştir. Tenim de gayet zahmet çekmiştir ve sarsılmıştır) der. Teneşire geldiğinde, (Suyu çok sıcak etme! Tenim pek zayıftır. Tez beni elinizden kurtarın ki, rahat olayım) der. Yıkayıp kefene sarılınca bir miktar durur, yine der ki:
(Bu dünyayı son görüşümdür. Hısım ve akrabalarımı göreyim, onlar da beni görsünler ve ibret alsınlar. Onlar da bir gün benim gibi öleceklerinden, ardımdan feryat etmesinler. Beni unutmayıp, Kur’an-ı kerim okuyarak sevabını göndersinler. Her gün yapamasalar da, cuma ve bayramlarda beni hatırlayıp hayır hasenat yapsınlar. Benim mirasım için, aralarında çekişmesinler ki, kabirde azap görmeyeyim.)

Sonra, musalla üzerine konulduğunda ise, (Rahat kalın, ey oğlum ve kızım, anam ve babam! Bunun gibi ayrılık günü yoktur. Görüşmemiz kıyamete kaldı. Elveda olsun sizlere, ey ardımdan gözyaşı dökenler!) der. Namazı kılınıp, omuza alındığında da (Beni yavaş yavaş götürün! Eğer kastınız sevab kazanmaksa, bana zahmet vermeyin! Sizden Allahü teâlâya hoşnutluk götüreyim!) der. Kabir kenarına konulduğunda ise şu nasihati yapar:
(Görün benim hâlimi de, ibret alın! Şimdi beni, karanlık yere koyup gidersiniz. Ben amelimle kalırım. Bu anları görüp vefasız, yalancı dünyanın hilesine aldanmayınız!)

Definden sonra salih bir kimse, sünnet olan telkini yapmasını bekler. Kabrine konunca can, ölünün başucuna gelir. Allahü teâlânın emriyle, ölü, kabirde uykudan uyanır gibi uyanır ve görür ki, bir karanlık yerdedir. Yakınlarına seslenip, ışık yakmalarını söyler, ama ses gelmez.

Kabir yarılıp, iki sual meleği [Münker ve Nekir] görünür. Bunların ağızlarından yalın ateşler ve burunlarından, siyah dumanlar çıkmaktadır. Bu hâlde, ona (Rabbin kim, dinin ne ve Peygamberin kim?) derler. Bunlara doğru cevap verirse, o melekler, onu Hak teâlânın rahmetiyle müjdeleyip giderler. Hemen o anda kabrin sağ tarafından bir pencere açılır ve bir ay yüzlü kişi çıkıp yanına gelir. Bu imanlı kadın ona bakıp sevinir. (Sen kimsin?) diye sorar. (Ben senin, dünyada, sabrından ve şükründen yaratıldım. Kıyamete kadar, sana yoldaş olurum) diye cevap verir. (Cennet Yolu İlmihali)
Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak ölmeye çalışmalıdır.



Sual: (Tahkik etmeden, körü körüne inanmak iman değildir) deniyor. İman gayba olmaz mı?
CEVAP
Akılla, tahkikle yani araştırmakla, iman kuvvetlenmez, hattâ aksine şüphelerin artmasına sebep olabilir. İbni Sakka isimli bir âlim, her şeyi akılla ispata kalkardı. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delille ispat ederdi. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı, şüpheleri arttı. Yusuf-i Hemedanî hazretleri, onun bir sorusu için, (Senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elçi olarak gidince Hristiyan oldu. 100 delille, hâşâ üç ilah olduğunu ispata kalkıştı. Bunun için, akıl tek başına ölçü olmaz. İki hadis-i şerif:
(Dini aklıyla ölçen kadar, zararlı kimse yoktur.) [Taberanî]

(Ahir zamanda, kocakarı gibi inanın!) [Deylemî]

Bu hadis-i şerif, (Körü körüne inanın) demiyor. (Dinimizin bildirdiklerine, akılla ölçmeden, delil aramadan inanın) demektir. Âhiret ve Sırat Köprüsü, akılla, mantıkla ispat edilemez. Mutezile; Sırat Köprüsü ve Mirac gibi şeyleri inkâr etmiştir. Tahkik eden de, şüpheden kurtulamaz. Mesela, Sırat Köprüsü'nü akılla izah edemez ve inkâr etmek zorunda kalır; Hazret-i Ebu Bekir gibi, (O söylemişse doğrudur) diyemez. Diyebilse tahkike lüzum görmez. Onun için tahkikçi büyük tehlike içindedir.

Müşrikler, tahkikçi mantığıyla, Peygamber efendimizin miracını inkâr ederken, Hazret-i Ebu Bekir, aklı işe karıştırmadan, (O söylediyse doğrudur) diyerek imanın zirvesine çıkmış, (Sıddık) ismiyle şereflenmiştir. Aklını atıp, Resulullah'ın bir anda Mirac'a gidip geldiğini tasdik etti, imanı Güneş gibi parladı. Peygamber efendimiz, (Ebu Bekir’in imanı, bütün insanların imanları toplamıyla tartılsa, onun imanı daha ağır gelir) buyurdu. Bu, tahkikle değil, tasdikle olmuştur.

İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Kur’an-ı kerimde, sâlihler övülürken, (O müttekîler ki, gayba inanırlar) buyuruluyor. (Bekara 3)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmadan tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik olur, Resulü tasdik olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. (S. Ebediyye)

İslamcılık ve iman
Sual: İslamcılık Müslümanlık mı ve iman hakikatleri denilen şey hakiki iman mı oluyor? İnsan, aklî delillerle yazılmış bir kitabı okumakla hakiki imana kavuşabilir mi?
CEVAP
Muteber din kitaplarında, İslamcılık diye bir tâbir olmadığı gibi, iman hakikatleri diye bir tâbire de rastlamadık. Günümüzde genelde, Allah’ın varlığını ispat için, araştırma yapılarak, olaylar tahkik edilerek, akılla anlatılmaya çalışılan bilgilere iman hakikatleri diyorlar. İslamcılık Müslümanlık olmadığı gibi, iman hakikatleri denilen şey de, hakiki iman değildir. O kişinin öyle zannetmesinden başka şey değildir. Böyle nakli esas almayan din kitabı okumakla, Allah'ın varlığını ispata kalkışmakla hakiki imana kavuşulmaz. Tasavvufla, fena makamına kavuşmakla hakiki imana kavuşulur. İmam-ı Muhammed Ma’sum hazretleri buyurdu ki:
Tasavvuf büyüklerinde nefis de imana geldiği için, iman yok olmaktan korunmuştur. (Yâ Rabbî, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadisi ve Nisa sûresinin, (Ey iman edenler, iman edin!) mealindeki 136. âyeti, hakiki imanı göstermektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun) demektir. (2/61)

Senaullah-i Dehlevî hazretleri buyurdu ki: Tasavvufta fenâ makamına kavuşan, hakiki iman sahibi olduğu için muhakkak imanla ölür. Bekara sûresinin, (Allah, imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve (Allahü teâlâ, [fenâ makamına kavuşan] kulların imanlarını geri almaz) hadis-i şerifi, hakiki imanın geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üd-tâlibin)

Hakiki iman hakkında, İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Tasavvuf, Ehl-i sünnet itikadının sağlamlaşması, şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akılla, delille, tahkikle kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. Ra’d sûresinin 28. âyetinde mealen, (Kalblere imanın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikirle olur) buyuruldu. (1/266)
İmanda iki önemli şart

Sual: Bir kimse, Amentü’de bildirilen imanın altı şartına inandığı halde, Allah dostlarını sevmese, Allah düşmanlarına muhabbet beslese, kâfir mi olur?
CEVAP
Amentü’ye inanmanın geçerli olması için, çok önemli iki şart vardır:
1- Hubb-i fillah ve buğd-i fillah:
Hubb, sevmektir, dostluktur. Hubb-i fillah, sevdiğini Allah için sevmek, Allah için dost olmaktır. Buğd, sevmemektir, düşmanlıktır. Buğd-i fillah, sevmediklerini Allah için sevmemek, Allah için düşmanlık etmektir. Bu konudaki bir hadis-i şerif meali:
(Allah’ın düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen, Allah’ın sevgisine kavuşur.) [İ. Ahmed]

Eshab-ı kiram, hubb-i fillah, buğd-i fillah üzere idi. İki âyet-i kerime meali:
(Allah’ın Resulüyle birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

(Allah onları [Eshab-ı kiramı ve diğer salihleri] sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidir; Allah yolunda savaşırlar, hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir.) [Maide 54]

2- Gayba iman etmek:
İmanda esas olan, gayba inanmaktır. Gayba iman, Resulullah’ın, Peygamber olarak bildirdiği İslam dinini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenerek inanmaktır. Üç âyet-i kerime meali:
(O müttekiler ki, gayba [Resulümün bildirdiklerine, görmeden] inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekât ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar.) [Bekara 3]

(Allah’ın dinine ve Resullerine gayba inanıp yardım edenleri belirlemek için...) [Hadid 25]

(Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın.) [Fatır 18]

Bir hadis-i şerif meali de şöyle:
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiği kulunun kalb gözünü açar, kul da gayba inanır.) [Deylemi]
Sual: Sitenizde, imanın şartı altı deniyor. Hâlbuki başka bir sitede, beş diyor. Kadere iman diye bir şart yok dediği halde, siz nasıl imanın şartı altı diyebilirsiniz?
CEVAP
Başka bir okuyucu da bizi şöyle eleştirmişti:
(Siz imanın şartı altı diyorsunuz. Hâlbuki başka bir sitede yedi diye yazıyor. Allah’a ulaşmak da imanın yedinci şartı diyor. Siz nasıl imanın şartı altı diyebilirsiniz?)

Dikkat edilirse, okuyucu, diğer bir sitedeki yazıya göre sitemizi tenkit ediyor. Bizim sitedeki yazıyı okuyan da öteki siteleri tenkit eder. Böyle tenkitler ilmî olmaz. Ölçü, başka bir site olmamalı, muteber din kitapları, yani edille-i erbaa denilen edille-i şer’iyyeye dayanmalıdır. Bu dört delile dayanmayan görüşler geçersizdir. Hele bir siteyi, başka siteye göre tenkit etmek çok cahilce bir iştir. İmanın şartının altı olduğu sitemizde vesikalarla açıklanmıştır. Beş veya yedi diyenler Ehl-i sünnet dışıdır.
Türk Müslümanlığı ne demek?

Sual: Osmanlı Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı gibi ifadeler kullanmak doğru mudur?
CEVAP
Her milletin âdetleri farklı olabilir, fakat Müslümanlık tektir. Bugün Şiîlerin ve Vehhabilerin Müslümanlıkları farklıdır. Bunlar dinlerine, bid'at fırkalarının görüşlerini karıştırmışlardır. Arap ülkelerinin Müslümanlıklarına da çok bid'at karışmış, sanki farklı bir Müslümanlık meydana gelmiştir.

Türkler ise, İslamiyet'e doğru olarak hizmet etmişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, Ehl-i sünnet yolundan ayrılmamış ve bid'at ehliyle mücadele etmişlerdir. Türk Müslümanlığı veya Osmanlı Müslümanlığı, bu anlamda, yani Türklerin Ehl-i sünnet yolunda olduklarını anlatmak için söylenebilir. Yoksa, sanki farklı bir dinmiş gibi veya ırk ayrımı yaparak söylemek hiç uygun olmaz.

Eshab-ı kiramdan sonra İslamiyet'e en büyük hizmeti, Osmanlı yapmıştır. Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan da, İslam dinine çok hizmet etti. İslamiyet'i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara, Bâtıni ve Hurufi hareketlerine karşı çok hassastı. Bunun için, (Biz temiz Müslümanlarız. Bid'at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teâlâ, halis Türkleri aziz kıldı) demiştir. (Rehber Ans.)

Bugün ise Türkler, bid'at fırkalarının ve yabancı fikirlerin etkisinde kaldığı için, Osmanlı'nın uyguladığı temiz Müslümanlıktan sapmalar başlamış, mezhepsizlik ortaya çıkmıştır. Yapılacak iş, bid'atlerden uzak durup İslamiyet'i katışıksız yaşamaktır.
İnanmak ihtiyaç mı?

Sual: İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar?
CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe, güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki düzenin yerli yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister istemez kabul eder.

İnsanın kendi başına Allah’ı tanıması zor, hatta imkânsızdır. Tarih boyunca, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, insan; kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı ile anladı. Fakat Ona giden yolu bulamadı.

İnsanlar, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sanıp, ona tapmaya başladılar. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet’in başında Kâbe’de 360 put vardı.

Kısacası insan; Bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Çünkü rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.

Kur’an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndermeden önce azap yapıcı değiliz) buyuruldu.(İsra 15)

Allahü teâlâ; kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri kötü, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler en büyük rehberlerdir. Ruh-ul beyan’da, Zümer suresinin, (Allah’tan başkasını dost edinenler, “Biz bunlara bizi Allah’a yaklaştırmaları için, bize şefaat etmeleri için tapınıyoruz” derler) mealindeki 3. âyetinin tefsirinde deniyor ki:

(İnsan, kendisinin ve her şeyin yaratıcısını tanımaya elverişli olarak, yaratılmıştır. Yaratıcısına ibadet etmek ve Ona yaklaşmak arzusu, her insanda vardır. Fakat böyle elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yoktur. Çünkü, nefs, şeytan ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratana ve kıyamete inanmayan birer dinsiz veya] müşrik yaparlar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu tanıyamaz. Şirkten uzaklaşıp, tevhide sarılarak hasıl olan tanımak, kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve kitaplarına inanmak ve bunlara uymaktır. İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir.)

Zâriyat suresinin, (İnsanları ve cinni, bana ibadet etmeleri için yarattım) mealindeki 56. âyet-i kerimesindeki (ibadet etmeleri için) ifadesi, (beni tanımaları için) demektir. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla şereflenmesi için) demektir.

Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye, (İlmin başını öğrendin mi?) diye sordu. O da, (İlmin başı ne ki?) dedi. Bedeviye, (İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu bilmektir) buyurdu.

Huzura kavuşmak için
Yalnız maddiyata inanan kimselerin çok defa dertlerine çare bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız maddeye inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir. İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle mümkündür ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.

Ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Amerika’ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün bir üniversitede Amerika gençlerini başına toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:

(Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor; fakat ancak maddeye önem veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki insanı hakiki insan yapan, onun tekâmül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır; çünkü onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız bile, herkesi gece gündüz kontrol edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis gibi, onların duyduğu Allah korkusudur.)
Elbette müminim

Sual: Tam İlmihal’de, son nefesteki imanı söylerken de (Elbette müminim) demeli deniyor. Bunun doğru olduğunda şüphe etmiyoruz; ancak buradaki inceliği anlayamadık, gaybdan haber vermek gibi anlaşılıyor. Son nefesi kast ederek elbette müminim demenin açıklaması nasıldır?
CEVAP
Tam İlmihal’de, İmam-ı Rabbani hazretlerinden şöyle naklediliyor:
Mümin misin diye sorulunca, İmam-ı a'zam Ebu Hanife, (Ben hak olarak, yani elbette müminim demelidir) diyor. İmam-ı Şafii ise, (İnşallah müminim demeli) diyor. Bu ikisi arasındaki fark, yalnız sözdedir. Çünkü şimdiki iman söylenirken, elbette müminim, demeli, son nefesindeki iman söylenirken, inşallah, o zaman da müminim demelidir. Fakat inşallah diyerek şarta bağlamaktansa, her zaman, elbette demek, daha ihtiyatlı ve daha uygundur. (1/266, 2/67, 3/17)

Şafiiler son nefesi kast ederek, (İnşallah mümin olarak öleceğim) demek istiyorlar. Elbette insan son nefesini bilemez. Çünkü imanlı yaşar kâfir olarak ölebilir, kâfir olarak yaşar sonunda iman eder, mümin olarak ölebilir.

Biz Hanefiler de, (Bu imanımı muhafaza edebilirsem, elbette mümin olarak ölürüm) diyoruz. (Elbette imanlı öleceğim) demiyoruz, (Bu imanım devam ederse elbette imanlı ölürüm) diyoruz. Burada, son nefese kadar imanımızdan şüphe etmiyoruz diyoruz, elbette imanlı öleceğiz demiyoruz.

Sual: Şafiiler, elbette müminim demiyorlar da, niçin inşallah müminim diyorlar? İnşallah ne demektir?
CEVAP
İnşallah, Allah izin verirse, Allah nasip ederse manasına, bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havale etmek için söylenen sözdür.

İmam-ı Gazali hazretleri, Şafiilerin niye inşallah dediklerini açıklarken buyuruyor ki:

Şu dört husustan dolayı Şafiiler inşallah diyorlar:

1- Ben elbette müminim, ben elbette âlimim demek kendini övmek sayılmasından korkarak inşallah demişlerdir. Çünkü hikmet ehli bir zata sormuşlar, doğru olduğu halde, çirkin olan şey nedir diye, o da, (Doğru olarak da, kişinin kendisini övmesi çirkindir) buyurmuştur.

Bir kimseye doktor musun, âlim misin diye sorulunca, doktorluğu kesin olduğu halde, sırf övünmemek için, inşallah doktorum demesi yanlış olmaz.

Bir âyet-i kerime meali:
(Kendinizi tezkiye etmeyin, temize çıkarmayın, övünmeyin.) [Necm 32]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] (Âlim övünmez, övünen, gerçek âlim olamaz.)

2- Her zaman Allah’ın adını anmak için inşallah denir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir işi inşallah demeden yarın yapacağım deme.) [Kehf 23, 24]

Sadece şüpheli şeylerde değil, kesin olan şeylerde de inşallah denir. Bir âyet-i kerime meali:
(İnşallah Mescid-i harama gireceksiniz.) [Fetih 27]

Bunu bizzat Allahü teâlâ bildiriyor. Siz Mekke’yi fethedeceksiniz buyuruyor. İnşallah demeyi öğretmek için böyle bildiriyor. Peygamber efendimiz de, ölmek kesin olduğu halde, inşallah öleceğiz diyor. Mezarlığa uğrayınca buyuruyor ki:
(Esselamü aleyküm, ey müminler diyarı, inşallah biz de sizlere ulaşacağız.) [Müslim]

3- Hakiki imana kavuşmuş, kâmil iman sahibine de, imanı zayıf olana da mümin denir. Kâmil mümin anlamında inşallah müminim diyorlar. Burada inşallah demeleri ben mümin değilim demek değildir. Kâmil mümin, gerçek mümin olurum inşallah anlamındadır. Bir âyet-i kerime meali:
(İşte bunlar, gerçek müminlerdir.) [Enfal 4]

Bir kimse kendisinin kâmil mümin olup olmadığında şüphe etmesi yanlış değildir. Bu anlamda (İnşallah müminim) demek caiz olur. Burada mümin olmaktan şüphe edilmiyor, kâmil mümin olmaktan şüphe ediliyor. İman, ibadetle kâmil hâle gelir. Ancak ibadetlerimizin kâmil olduğunu bilemeyiz. İnşallah kâmil iman sahibiyim anlamında, (inşallah müminim) demek caiz olur.

4- Son nefeste imansız ölmekten korkulur. Hiç kimse garanti imanlı öleceğini bilemez. Eğer imansız ölürse bütün iyi amelleri yok olur. Amellerin kabul olması son nefeste imanlı ölmeye bağlıdır. Oruçlu kimseye kuşluk vakti oruçlu musun diye sorulsa, (Elbette oruçluyum) der. Ancak akşamdan önce orucu bozulursa, oruçluyum demesinin hükmü kalmaz ve yalancı sayılır. Orucun sahih olması için akşam ezanına kadar orucun bozulmaması şarttır. İmanın sahih olması için de son nefeste de imanlı olmak şarttır. Bir kimse, imanlı yaşar kâfir olarak ölebilir, kâfir olarak yaşar sonunda iman eder, mümin olarak ölebilir. Artık kâfir olarak yaşamasının hiç kıymeti kalmadığı gibi, imansız ölenin de mümin olarak yaşamasının hiç kıymeti olmaz. Ebüdderda hazretleri, (İmansız ölmekten korkmayan imansız ölür) buyuruyor. Bir âyet-i kerime meali:
(İşlerin akıbeti, sonucu Allah'a aittir.) [Hac 41]

İman, sahibini Cennete koyar. Oruç, Allah’ın hakkını öder. Akşama kadar devam etmeyip bozulan oruç, oruç sayılmayacağı, borcu ödeyemeyeceği gibi, son nefese kadar, devam etmeyen iman da, sahibini Cennete koyamaz. Bu, artık iman sayılmaz. İşte bu sebeplerden dolayı inşallah müminim demişlerdir. Son nefeste de imanla ölürüm inşallah anlamındadır. (İhya)

[Yukarıda, İmam-ı Gazali hazretlerinin bildirdikleri Şafii mezhebine göredir. Biz Hanefiler, (Elbette müminim) demeliyiz.]
İslamiyet’ten haberi olmayanlar

Sual: Dağda, çölde, mağarada, ormanda veya ıssız bir adada kalıp din, peygamber diye bir şey işitmemiş kimse, akılla Allah’ın varlığını bulursa veya bulamazsa, hükmü nedir?
CEVAP
Denilen yerlerin birinde yaşayıp da, dinden haberi olmayanlar, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten ve hesaptan sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilir, bir yerde sonsuz kalmazlar. (Mektubat-ı Rabbanî, Feraid-ül fevaid)

Dağda, çölde yaşayıp da Peygamberleri işitmemiş olana Şahik-ul-cebel denir. Bunlar mazurdur. Peygamberlere inanmaları emredilmedi. (İsbat-ün-nübüvve)

Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var ve bir olduğunu düşünüp, yalnız buna iman eder ve Peygamberi işitmeden ölürse, Cennete girer. (H.L.O. İman)

Buhara âlimleri, İmam-ı Eşari’nin bildirdiği gibi, (Peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz) dediler. Tercih edilen kavil de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı başında bir kimsenin Allahü teâlânın varlığını anlamaması özür olmaz) sözünden maksat, Peygamberlerin sözlerini işittikten sonra, anlamaması özür olmaz demektir, dediler. (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Akılla Allahü teâlânın varlığını, birliğini bilmek gerektiğini söyleyen âlimler olmuştur. Allahü teâlâ, aklı, hakkı batıldan ayırmak için yaratmışsa da, hak yol bildirilmedikçe akıl, bunu yalnız başına bulamaz. Peygamberleri duymamış kimse, ahirette kabahati kadar mahşer yerinde azap görür, herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi yok edilir. (1/259)

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Biz, bir resul göndermeden [dini tebliğ etmeden] önce azap etmeyiz.) [İsra 15]

Müslümanlığı duymayanlar
Sual: Müslümanlığı hiç duymayanlar cehenneme girecekler mi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretlerinin bir oğlu, babasına şöyle bir soru soruyor:
(Dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cehennem’de sonsuz kalmazsa, Cennet’e girmesi gerekir. Bu da olamaz, çünkü müşriklere Cennet haramdır, yani yasaktır. Âhirette Cennet ile Cehennem’den başka yer de yoktur. Araf’ta kalanlar, bir müddet sonra Cennet’e gidecektir. Sonsuz kalınacak yer, Cennet veya Cehennem’dir. Bunların yeri neresidir?)

İmam-ı Rabbani hazretleri şöyle cevap veriyor:
Kıymetli yavrum, bu suali hâlletmek için, (Kıyamette, Peygamber efendimiz, bunları dine davet eder. Kabul eden Cennet’e, etmeyen Cehennem’e sokulur) diyenlerin sözü, bu fakire iyi gelmiyor, çünkü âhiret, mükâfat yeridir, hesap yeridir. Emir yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin. Çok zaman sonra, Allahü teâlâ merhamet ederek, bu meselenin hâllini ihsan eyledi. Şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, Cennet’e de, Cehennem’e de girmeyecek, âhirette dirildikten sonra, hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azap çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edileceklerdir. Herkesin aklı, birçok dünya işlerinde bile şaşırıp yanılırken, iyiliği, merhameti sonsuz olan sahibimizin, peygamberleriyle haber vermeden, yalnız akılları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşte yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. Böyle kimselerin sonsuz olarak Cennet’te kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersizse, sonsuz azap çekeceklerini söylemek de, öyle yersiz oluyor. O hâlde, cevabın doğrusu, bize bildirilendir. Yani mahşer günü, hesapları görüldükten sonra yok edileceklerdir. (1/259)
Zerre iman ne demek?

Sual: Hiçbir iyilik ve ibadeti olmayan günahlar içinde yüzen bir kimse, ihlâsla kelime-i şehadeti söylese ve o hâl üzere ölse cennete gider mi?
CEVAP
Günahlar içinde yüzüp ibadetten uzak kimsenin imanla ölmesi çok zordur. Ancak imanla ölebilirse, günahlarının cezasını çektikten sonra elbette Cennete gider.

İbadeti ve iyiliği küçük görmemelidir. Basit sandığımız bir iyilik kurtuluşumuza sebep olabilir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ömründe hiç hayır yapmayan bir Müslüman, [başka Müslümanların ayağına batmasın diye] bir dikeni yoldan kaldırdı. Onun bu işi, Allah indinde makbul oldu ve Cennete gitti.) [Ebu Davud]

Sual: Zerre imanı olan Cennete mutlaka girecek deniyor. Zerre iman nedir?
CEVAP
Amentü’deki altı esasa inanan, Peygamber efendimiz ne bildirdiyse hepsine inandım, beğendim, hepsini kabul ettim diyen kimse, zerre imana kavuşmuş demektir.

Allah'ın rahmeti geniştir, Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok dense, İslamiyet ile alaka kesilir, zerre iman hasıl olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah diyerek, kalbinde zerre kadar imanı olan kişi ateşten çıkar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

İmanın altı şartına inanılsa, içinden birine, mesela Peygamberlerden birine inanılmasa, hatta bir farzı, bir sünneti beğenmese, o kimse mümin olamaz. Yani imanın altı şartına inanmamış olur.

Zerre imanla ölebilmek için de haramlardan kaçmaya, ibadetleri yapmaya çalışmalıdır. Çünkü işlenen günahlar iman nurunu söndürebilir, yani o insanı küfre sürükleyebilir.

Sual: Kelime-i şehadeti söyleyip imanla ölen herkes mutlaka Cennete girecek midir?
CEVAP
Zerre imana sahip olan elbette girecektir. Ancak, ibadet etmeyen ve günahlardan kaçınmayan imanını muhafaza edemez, küfre düşer. Muhafaza edebilen ise muhakkak Cennete girer.

Hazret-i Muaz anlatır:
Resulallah, (Ya Muaz, Allahü teâlânın, kulları üzerine ve kulların Allahü teâlâ üzerine hakkı nedir) buyurdu. Ben de, (Allah ve Resulü daha iyi bilir) dedim. (Allahü teâlânın kulları üzerine hakkı, Allah’a [Onun bildirdiği gibi inanarak, beğenerek] ibadet etmeleri ve Ona şerik koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerine hakkı da, Ona şerik koşmayanı azap etmemesidir) buyurdu. (Ya Resulallah insanlara bu müjdeyi vereyim mi?) diye sorunca, (Hayır, buna güvenirler de iyi işlerden vazgeçebilirler [diğer emir ve yasaklara riayet etmeyip felakete düşebilirler]) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Resulullah, (Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna ihlasla şehadet eden [bunu muhafaza edip müslüman olarak ölen] herkese, Allahü teâlâ ateşi haram kıldı) buyurunca, (Ya Resulallah bunu insanlara haber vereyim mi?) dedim. (O zaman buna güvenirler de iyi işlerden vazgeçerler) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Hazret-i Muaz, bildiği şeyi gizlemek günahından kurtulmak için bunu vefatından az önce haber verdi.

Sual: Büyük günah işleyen müminler de Cennete girecek midir?
CEVAP
Şefaate kavuşursa hiç Cehenneme girmeden Cennete girecektir. Şefaat büyük günahlar için olacaktır. Zerre imanı olan kıyamette büyük nimete kavuşacaktır. Peygamber efendimiz, yemin ederek şöyle buyuruyor:

(Şunları yeminle söylüyorum:
1- Facir olan [çeşitli günahlar işleyen], maişetini kazanmaktan da ahmak olan mümin Cennete girecektir.
2- Günahları sebebiyle Cehennem ateşi yakmış olan da Cennete girecektir.
3- Kıyamette Allahü teâlâ hiç kimsenin hatırına hayaline gelmeyecek şekilde müminleri affedecektir.
4- Allahü teâlâ, öyle çok mağfiret edecek ki, İblis bile acaba ben de affolacak mıyım diye başını kaldıracaktır.) [Beyheki]

(Şunlar kimde bulunursa Allahü teâlâ, onun vücudunu Cehenneme haram eder, onu şeytandan ve nefsinden korur. Nefsi [günah olan] bir şeye heves ettiği halde nefsine hakim olup, onu yapmayan ve nefsi, [hayırlı bir şeyi, bir ibadeti] yapmak istemediği halde onu yapan, nefsinin şehvet ve gazabına hakim olur. Şunlar da kimde bulunursa, Allahü teâlâ onu rahmetine gark ederek Cennetine koyar: Bir yoksulu barındırmak, zavallı birine acımak, hizmetçiye iyi muamele etmek, ana ve babasına infak etmek.) [Deylemi]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder