5 Şubat 2016 Cuma

Azrail canları nasıl alır


Canlar nasıl alınır?

Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde, binlerce, hatta milyonlarca insan, trafik kazası, deprem, savaş gibi sebeplerle aynı anda ölüyor. Ölüm meleği bir anda bunların canını nasıl alır?
CEVAPAzrail aleyhisselamın kudretinden şüphe etmek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeye kadar gidebilir. Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü bilen kimse, sebebini bilmese de, İslam’a teslim olup, Allah’ın her şeye gücü yetebileceğine inanması gerekir.

Bugün bir düğme ile bir veya birkaç şehrin bütün elektrikleri aynı anda söndürülebilmektedir. Ölüm meleği de ruhları bundan daha tez almaktadır.

İbrahim aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti ki:
- Ey ölüm meleği, eceli gelen insanların bir kısmı doğuda, bir kısmı batıda olsa yahut kuzeyde ve güneyde aynı anda zelzele olup ölseler yahut da dünyanın çeşitli yerlerinde savaş olsa, aynı anda binlerce, milyonlarca insan ölse, aynı anda bunların hepsinin ruhlarını nasıl alıyorsun?

Ölüm meleği cevap verdi:
- Allah’ın izniyle onların ruhlarını çağırırım, derhal avucumun içinde oluverirler.
Süleyman aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti:
- İnsanların ruhlarını kimini genç yaşta, kimini bebekken, kimini ihtiyarlayınca alıyorsun. Ruhları almada ölçün nedir?

Ölüm meleği dedi ki:
- Bana eceli gelenlerin listesi verilir. Ben verilen listeyi tatbik ederim. Başka işe karışmam.

Ölüm meleği gelip, Süleyman aleyhisselamın yanında oturan bir kimseye dikkatli bakmaya başladı. Sonra çıkıp gitti. O zat, Süleyman aleyhisselama sual etti:
- Kimdi o bana öyle can alacak gibi bakan?
- Ölüm meleğiydi.
- Beni onun pençesinden kurtar! Rüzgâra emret, beni Hindistan’a götürsün!

O zatın bu isteği derhal yerine getirildi. Ölüm meleği ikinci defa Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, Hazret-i Süleyman sual etti:
- Geçen gelişinde yanımdaki zata niçin öyle bakmıştın?
- Şimdi onun ruhunu alıp geldim. Bana onun ruhunu Hindistan’da almam emredilmişti. Ömrü biterken, hâlâ burada bulunduğu için öyle bakmıştım. (Mesnevi)

Hayatiyetin ispatı
Sual: 
Kur'anda, (Her canlı, ölümü tadacaktır) deniyor. Ölenin tatması nasıl olur ki?
CEVAP
Bu âyet-i kerime,ruhun ölmediğini,sadece ölümü tattığını bildiriyor.Ölümden sonraki hayatiyeti yani canlılığı ispat ediyor. Ölmek, yok olmak demek değildir. İnsan ölünce, ruhu bedenden ayrılır ve yepyeni bir hayat başlar. (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) mealindeki hadis-i şerif de, ruhun ölmediğini göstermektedir.

Ölürken
Sual: 
Bir kimse, ölürken küfre sokucu söz söyleyip ölse kâfir olarak mı ölmüş olur?
CEVAP
Hayır, ölüm hâlindeyken küfre sebep olan şey söyleyen kimse, mümin kabul edilir, çünkü o anda aklı başında değildir. (S. Ebediyye)

Azrail Aleyhisselam dört büyük melekden birisidir. Hamele-i Arş olarak bilinen Arş-ı Âla’yı taşıyan dört meleğin arasında yer almaktadır. Melekler Allah’ın elçisidir, kendi başlarına iş yapmazlar, başlarına buyruk hareket etmezler, emir altında çalışırlar, Allah onlara hangi görevi vermişse onu yaparlar.



Kur’an, melekleri anlatırken, onların hiçbir şekilde Allah’a isyan etmediklerini, verilen emri anında yerine getirdiklerini bildirir.(1) 

Hz. Azrail (as)’ı anlatırken de, “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra da Rabbinize döndürülürsünüz.”(2) şeklinde tarif ederek Azrail’in görevini tanımlar. Bu ayet ışığında baktığımız zaman, Hz. Azrail (as) sadece kendine verilen görevi yapar. Allah adına çalışır, O’nun namına iş görür.

Ne kadar benzer, örnek ne kadar yerine oturur, belki tartışma götürür, ancak misal vermek gerekirse, güvenlik güçleri devlet adına hareket eder, devletin ve kanunların kendine verdiği yetkiye göre davranır. Polis bazı yerlere girmemize izin vermez, engellerse polisi suçlayabilir miyiz?

Toplumsal bir olayda bir anda suçlu suçsuz demeden herkesi toplar götürür. Daha sonra suçsuzları serbest bırakır, suçluları nezarete alır. Kendi adına iş yapmadığı, sadece aldığı emri yerine getirdiği için kimse karşı çıkmaz, herkes sonucu bekler.

Güvenlik güçlerine karşı gelemiyor, polisi suçlayamıyor, onu kötü göstermeye, gözden düşürmeye çalışamıyorsak; aynı şekilde, bütün melekler gibi Allah’tan aldığı görevi yerine getiren Hz. Azrail (as)’ı de kötü göstermeye, çirkin tanıtmaya, görevinden dolayı suçlamaya hiç mi, hiç hakkımız yoktur.

Azrail Aleyhisselam ölüm için sadece bir sebeptir. Öldürmek de diriltmek de doğrudan Cenab-ı Allah' ın fiilleridir. Bu gerçek, hadisde şöyle ifade edilmektedir:

Azrail (as.) Cenab-ı Hakk'a, "Ruhların kabzedilmesi vazifemden dolayı senin kulların benden şikayet edecekler, benden küsecekler." demiş, Cenab-ı Hak' da hikmetinin lisanı ile demiş ki: "Seninle kullarımın arasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım, tâ ki şikayetler onlara gidip, senden küsmesinler." (3)

Aynen bunun gibi Azrail Aleyhisselam kendiside bir perdedir. Ta ki, ölümün hakiki yüzünü göremeyen insanların haksız şikayetleri Cenab-ı Allah'a gitmesin. Çünkü ölümün hakiki güzel, rahmet yüzünü herkes göremez. Ölümü bir yokluk, hiçlik gibi düşünebilir. Bu nedenle Cenab-ı Allah ölümle, Azrail (as) arasına hastalıkları ve müsibetleri koyduğu gibi, insanların haksiz itirazları ve şikayetleri Cenab-ı Allah'a gitmesin diye de Azrail Aleyhisselamı ölüme bir perde etmiştir. Ancak ifade ettiğimiz gibi Azrail Aleyhisselam da, diğer müsibet ve hastalıklar da sadece bir sebep olarak kalmaktadır.(4)

Azrail Aleyhisselama bu vazifesinden dolayı kızmak ve hakaret etmek imani noktadan ciddi tehlikeler taşır ve mü'mine yakışmaz. İmanın bir tek rüknüne inanmamak insanı dinden uzaklaştırdığı gibi, Cenab-ı Allah' ın ölüme bir sebep olarak vazifelendirdiği Azrail Aleyhisselamı sevmemek, kızmak, hakaret etmek de insanı günahkar yapar. Aynen bunun gibi dünyanın sonu olan kıyametin kopmasında sura ilk üfleyecek olan Hz. İsrafil (as)’dır. Ancak bu sûra üfleme kıyametin kopmasının başlamasına sadece bir sebeptir. Şimdi, İsrafil Aleyhisselamın bu vazifesinden dolayı kıyameti neden kopardın deyip de onu suçlamak da ciddi bir hatadır. Çünkü netice de fiil yine Allah' ın fiilidir. İsrafil Aleyhisselam sadece bir sebep olarak kalmaktadır.

Azrail Aleyhisselam bizim en değerli varlığımız olan ruhumuzun muhafazasından sorumludur. Bizim için kıymetli olan eşyalarımızın muhafaza edilmesi nasıl önemli ise Azrail Aleyhisselam' ın vazifesi de ondan çok daha fazla önemlidir. 

Şuâlar’da bu konuya açıklık getirirken Bediüzzaman der ki:

“Bir gün bir duada, ‘Yâ Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin (insanların) şerlerinden muhafaza eyle!’ mealindeki duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım." 

"Çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim."

Yani hiç kimseye emanet edemeyeceğimiz, teslim etmeye yanaşmadığımız ve devamlı üzerinde titrediğimiz ruhumuzu bir melek olan Hz. Azrail (as) gibi Allah’ın çok emin ve güvenilir bir elçisinden başkasına teslim edemeyiz.

Ölüm vakti gelmediği, eceli sona ermediği için ölmeyenlerin “Azrail’i atlattı”, “Azrail’e çelme taktı” gibi sözlerin hiçbir anlamı ve kıymeti yoktur. Bu sözler çok yanlış ve gereksiz sözlerdir.

Azrail (as)’ın gelip de geri döndüğü, üstlendiği görevi yapmadan çekip gittiği hiçbir zaman vaki değildir ve olmamıştır.

Allah’a en yakın ve Allah’ın birer elçisi olan peygamberler de bile böyle bir istisna söz konusu değildir.

Peygamberimiz (as) son anlarını yaşıyordu. Bu esnada Hz. Cebrail (as), Azrail (as) ile birlikte geldi. Efendimiz (asv)'in halini hatırını sordu; sonra da:
“Ölüm meleği içeri girmek için izninizi ister” dedi.

Peygamberimiz (asv) müsaade edince Azrail (as) içeri girdi, Efendimiz (asv)'in önüne oturdu.
“Ey Allah’ın Resulü! Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım, istersen sana bırakacağım.”

Peygamberimiz (asv), Hz. Cebrail (as)’e baktı. O da:
“Ey Allah’ın Resulü, Melei Âlâ sizi beklemektedir.” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz (asv):
“Ya Azrail gel, görevini yerine getir.” dedi ve ruhunu teslim etti.(5)

Demek ki, Azrail (as) görevi aldığı anda, karşısındaki Allah’ın en çok sevdiği ve en mükemmel insan olan Peygamberimiz (asv) bile olsa geri dönmüyor. Oysa Yüce Allah, kararı Peygamberimiz (asv)'e bırakmıştı.

Peygamberler için böyle bir şey söz konusu değilse, başka birisi için olması mümkün mü?

Âyetin ifadesiyle, “Onların ecelleri geldiğinde, onu ne bir an geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.” (6)

Çünkü ölüm tesadüfe bağlı bir olay değil, kendiliğinden gerçekleşen bir mesele hiç değildir. Onun vaktini, zamanını doğrudan doğruya Allah belirler. Çünkü hayatı da O vermiştir, ölümü de O verecektir. O’nun bir ismi “Hayy”dir, hayatı verendir. Bir ismi de “Mümît”, ölümü yaratandır.

Bu zamana kadar hiçbir kimse ölümden yakasını kurtaramamış, ölümden kaçamamış ve ölümü yenememiştir; dünyada alacağı nefesi tükenince o büyük hakikate teslim olmuştur.

Ayrıca ölüm bir yokluk, bir hiçlik, bir kayboluş değil ki, ondan korkalım ve ürkelim… Her şeyden önce ölüm çok çirkin, çok kötü, çok korkunç ve dehşetli bir olay da değildir. Ölüm, bir geçiştir, fani hayattan sonsuz hayata bir geçiş... Sonsuz yaşamak isteyen herkesin aralaması gereken bir tül perdedir. Yaratılışı gereği sonsuzluğu, ebediyeti ve ölümsüzlüğü isteyen her insanın içinde var olan bir olgudur.

Ama ölüm ne zaman, nerede, kaç yaşında?.. Bu konuda hiç kimsenin bilgisi yok. Böyle bir bilgi kimseye verilmemiş. Hâdise, ölümü yaratan tarafından gizli tutulmuştur.

Çünkü ölüm, her yaşta, her başta, her an ve her zaman yüz yüze gelebileceğimiz bir gerçektir. Hatta hayattan daha açık ve büyük bir gerçektir.

Cahit Sıtkı’nın dediği gibi,
“Kim bilir, nerede, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak, / “Taht misâli o mûsâlla taşında.”

Necip Fazıl da der ki:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... / “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

Ölüm bir yok oluş, bir hiçlik, bir kayboluş, bir bitiş ve tükeniş değil. Bir daha dönmemek üzere ayrılık, hiçbir şekilde buluşmamak ve görüşmemek üzere bir gidiş ve çıkış hiç değildir. Ölüm ötesine inanan bir insan için ölüm, yeni ve taze, bâki ve ebedi bir âleme varıştır.

“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, / Azrail’e ‘Hoş geldin’ diyebilmekte hüner.”

Dipnotlar:
(1) Tahrim, 66:6
(2) Secde, 32:11
(3) Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/173- 174; Tefsir-i Ruh-ul Beyan İsmail Hakkı Burusevî 7/114
(4) Şualar, 11. Şua, 11. Mes'ele, Bediüzzaman Said Nursi
(5) Tabakât, 2:259.; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:550.
(6) Nahl, 16:61
Azrail aleyhisselamı inkâr

Reformcu diyor ki: (Ölüm meleğine Azrail denmesi yanlıştır. Bu konuda âyet ve hadis yoktur.)
CEVAPBu yanlış fikri Vehhabiler de söylüyor. Bu reformcunun her fırka ve mezhepten bazı sivri görüşlere sahip olduğu anlaşılıyor. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali:
(Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması, bin kılıç darbesinden şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]

(Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed]

Bu kadar vesikaya rağmen Azrail diye bir melek yok demekteki art niyet nedir? Geniş bilgi için tıklayınız.

Sorgu melekleri yokmuşReformcu diyor ki: (Kabirde sorgu melekleri diye bir şey yoktur. Aslında kabir sorgusu ve kabir azabı da yoktur. Bunlar birer hurafedir.)CEVAPReformcu yine Mutezileyi savunuyor. İki hadis-i şerif meali:
(Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye,“Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi” derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari]

(Namaz, Melek-ül-mevte şefaatçidir. Kabirde ışıktır. Münker ve Nekir’e cevaptır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetin anahtarıdır.) [Miftah-ül Cennet]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri, dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispat ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azabına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual soracaklarına, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler, çünkü bu büyükler, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlayamadık dediler.(Mektubat 3/44)

Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, Kiramen kâtibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir, iyi işleri ve ibadetleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar. Kabirlerde, kâfirlere ve asi Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Müminlere soranlara Mübeşşirve Beşir de denir. (İtikatname)
Azrail aleyhisselamı inkâr

Reformcu yazar diyor ki:
(Ölüm meleğine Azrail denmesi yanlıştır. Bu konuda âyet ve hadis yoktur.)
CEVAP
Bu yanlış fikri genelde Vehhabiler iddia ediyorlar. Bu yazarın her fırka ve mezhepten bazı sivri görüşlere sahip olduğu anlaşılıyor. Din kitaplarımızda Azrail aleyhisselam hakkında bilgiler mevcuttur. Bu konudaki bir kaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması bin kılıç darbesinden şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]

(Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed]

(Bütün hayvanların ecelleri tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder. Azrail aleyhisselamın bu kabzla alakası yoktur.) [Beyheki]

Peygamber efendimiz, Secde suresinin, (De ki: Size vekil kılınan [görevlendirilen] ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz) mealindeki 11. âyet-i kerimesini açıklayarak ölüm meleğinin Azrail olduğunu bildirmiştir. İmam-ı Kurtubi hazretleri de bu âyeti açıklarken (Ölüm meleği’nin adı Azrail’dir, manası da Allah’ın kulu demektir) buyuruyor. Naziat suresinin, (İşleri tedbir eden, yöneten melekler…) mealindeki beşinci âyetini açıklarken şu hadis-i şerifi bildiriyor:
(Dünya işlerini dört melek idare eder: Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği Azrail.) [Kurtubi]

Hazret-i Fatıma anlatır:
Babam, Resulullah’ın başucunda beklerken, aniden kapıya bir kimse geldi. (Esselamü aleyke yâ ehl-el beyt! İçeri girmeme izin var mı? Resulullah’ın yanına varayım) dedi. (Ey Allah’ın kulu, şu anda Resulullah’ı ziyarete kimseye izin yok) dedim. (Ya Fatıma, beni men etme, benim içeri girmem lazım) dedi. Gelen Azrail aleyhisselam idi. (Şevahid-ün nübüvve)

Cebrail aleyhisselam ve Azrail aleyhisselam birlikte kapıya geldi. Cebrail aleyhisselam içeri girdi. Azrail aleyhisselamın kapıya geldiğini, içeri girmeye izin beklediğini söyledi. Resulullah izin verdi. Azrail aleyhisselam içeri girdi. Selam verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resul-i Ekrem Cebrail aleyhisselamın yüzüne baktı. O da, (Yâ Resulallah, Mele-i âlâ sizi bekliyor) dedi. Bunun üzerine, Fahri âlem, (Ya Azrail, gel, vazifeni yap) buyurdu. O da, Muhammed aleyhisselamın mübarek ruhunu alıp, âlâ-yı ılliyyine ulaştırdı. (Tezkiye-i ehl-i beyt)

Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Bunlara gerekli kararı verip giderken, Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam şaşıp, sebebini sorunca, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitap)

Azrail aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, oturanlardan birine dikkatle baktı. Bu kimse, böyle sert bakışından korktu. Azrail aleyhisselam gidince, Süleyman aleyhisselama yalvarıp, rüzgâra emretmesini, rüzgârın kendisini Batı ülkelerinden birine götürüp, Azrail aleyhisselamdan kurtulmasını istedi. Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Süleyman aleyhisselam, o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail aleyhisselam, (Bir saat sonra, Batıdaki şehirlerden birinde, o kimsenin canını almak için emir olunmuştum. Onu senin yanında görünce, hayretimden dikkat ile baktım. Emre uyup Batıya gidince, onu orada görüp canını aldım) dedi. (Mesnevi – Mevlana Celaleddin-i Rumi)

Azrail aleyhisselam, Hazret-i İbrahim’in ruhunu almak için gelince, (Dost, dostun canını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ da, (Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?) buyurunca, (Yâ Rabbi, ruhumu hemen al) diye dua etti. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Azrail aleyhisselamı görünce, (Çabuk gel, canım çabuk gel. Beni Rabbime çabuk kavuştur!) demiştir. (Sefer-i Ahiret risalesi)

Ecel gelince, Azrail aleyhisselam, insanı nerde olursa olsun bulur. Kendini tehlikeye atmak caiz değildir. (Berika)

Hak teâlâ, Azrail aleyhisselama (Dostlarımın canını, kolay al, düşmanlarımınkini güç al!) buyurdu. (Miftah-ül-Cennet)

Dört büyük melekten biri Azrail aleyhisselamdır. İnsanların ruhunu alır. (İtikadname)

Cenab-ı Hak ölüm meleği Azrail aleyhisselama herkesin ruhunu almak için kudret bahşettiği gibi İblis’e de herkesle beraber bulunmak kudreti vermiştir. (Redd-ül-muhtar)

Bildirilen hadis-i şeriflerle, bu kadar İslam âlimini bir kalemde yalanlamak cahillik değilse hainlik değil midir?

Sorgu melekleri yokmuş
Reformcu yazar diyor ki:
(Azrail diye bir melek olmadığı gibi, kabirde sorgu melekleri diye bir şey de yoktur. Aslında kabir sorgusu ve kabir azabı da yoktur. Bunlar birer hurafe, birer masaldır.)
CEVAP
Reformcunun burada da Mutezile tarafı ağır basmıştır. İki hadis-i şerif meali:
(Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye, “Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi” derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari]

(Namaz, Melek-ül-mevte şefaatçidir. Kabirde ışıktır. Münker ve Nekir’e cevaptır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetin anahtarıdır.) [Miftah-ül Cennet]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri, dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispat ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azabına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual soracaklarına, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye hemen inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler, çünkü bu büyükler, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlayamadık dediler. Eski Yunan felsefecileri gibi yapmadılar. Onlar, akıl eren şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine, anlayamadıklarına inanmadılar ve Allahü teâlânın beğendiği şeylerden çoğuna akıl eremeyeceği için, Peygamberler gönderildiğini bilemediler. (3/44)

Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, Kiramen kâtibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da, bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek soldakinin âmiridir ve iyi işleri ve ibadetleri yazar. Soldaki kötülükleri yazar. Kabirlerde, kâfirlere ve asi Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Müminlere soranlara Mübeşşir ve Beşir de denir. (İtikadname, H. L. O. İman)
‘Azrâil’, Allah Teala'nın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla vazifeli olan ‘ölüm meleği’nin adıdır. Dört büyük melekten birinin ismidir. 

Azrâil kelimesi İbranice asıllıdır. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan vazifesini anlatan anlamı ile ‘Melekü'l-mevt’ yani ölüm meleği diye geçmektedir. 

Şöyle ki:

"(Rasûlüm) De ki: "Size vekil kılınmış olan ‘ölüm meleği’ canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz" [Secde suresi, 32/11] buyrularak, Azrâil aleyhisselâmdan ‘Melekü’l-mevt (ölüm meleği) diye bahsedilmiştir.

Ancak eserlerde Azrâil tabiri açıktır. Azrâil denildiği zaman, onun ölüm meleği olduğunda kimsenin bir kuşkusu, tereddüdü olmaz. Kafa karıştırmanın gereği de faydası da yoktur. Dolayısiyle ‘Azrâil’ ismiyle de söylenebilir, ‘Melekü’l-mevt’sıfatıyla da… Bunun hiçbir mahzuru olmaz. Bu aynen, bir insanı ismi veya lakabıyla ya da yaptığı işle anmak, anlatmak gibidir. 

Ölüm meleğinin adının "Azrâîl olduğuna dair tefsirlerde bilgi vardır. [Bkz. Kurtubî, el-Câmi' 14, 93; Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, 21, 126; Taberî, Tefsir, 21, 541; Sabuni, İbn Kesîr, (Muhtasarı) 3, 73]

***

Azrail (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki öteki melekler gibidir. Dört büyük melekten birisidir. O da diğerleri gibi yalnızca kendisine verilen emri yerine getirir… Eceli tamam olmuş kulların ruhlarını alıp Rabbine götürür. Onun emrinde de bir kısım melekler vardır. Bu melekler de kendilerine Allah Teâlâ tarafından ulaştırılan emirleri yerine getirirler, eceli gelenlerin ruhlarını kabzederler.

"O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit, (vazifeli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar vazifelerinde asla kusur etmezler (yapacakları işten hiç geri kalmazlar)." [En'âm suresi, 6/61]

***

Kur'an-ı Kerîm'de, meleklerin kâfirler ile mü’minlerin canlarını nasıl aldıkları da tasvir edilmektedir. Mesela kâfirlerin can verişleri anlatılırken şöyle buyrulmaktadır:

"Melekler, o kâfirlerin suratlarına ve sırtlarına (yüzlerine ve arkalarına) vura-vura ve ‘Tadın cehennem azabını’ (diye-diye) canlarını alırken görmeliydin!" [Enfal suresi, 8/50]

Mü’minlerin ruhlarını nazik ve yumuşak bir şekilde alan ‘Nâşitat’ meleklerinin, onların canlarını nasıl da tatlılıkla aldıkları ise şöyle ifade edilmektedir:

"Onlar (iman ve sâlih amel sahipleri) o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar. ‘Selâm size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükâfatı olarak girin cennet'e...’ derler.” [Nahl suresi, 16/32] 

***

İnsan ve hayvanın yaratılışları, mahiyet ve hususiyet itibarıyla farklı olduğundan, ölümleri de farklıdır. 

İnsanların ruhunu ya bizzat Azrail aleyhisselâm ya da yardımcıları kabzederken, hayvanların ruhlarını vazifeli melekler değil, bizzat Cenâb-ı Hak alır. 

İnsanlar içinde peygamberlere bizzat Azrail'in (a.s.) kendisi gelir ve bazen de geldiğini/geleceğini haber verir. Meselâ Hz. Âdem, Hz. Musa ve Rasûlullah Efendimiz'de (aleyhimüsselâmu ve alâ Nebiyyinâ hâssah) böyle olmuş… Hatta bir hadis-i şerifte ifade edildiği üzere, huzura girip ruhunu kabzetmesi için Efendimiz'den (s.a.v.) izin istemiştir. [el-Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, 9, 35; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, 2, 259]

Azrail'in aleyhisselâm bizzat gelmediği durumlarda ise, vefat edenin derecesine göre ruh, Azrail'in (a.s.) bir yardımcısı tarafından alınır. Ya da bizzat onun nezaretinde bir başka vazifeli melek tarafından kabzedilir.

Her insana ayrı bir meleğin gönderilmesi, tekrim (saygı gösterme, yüceltme) ve teşrif (şereflendirme) içindir... Her bir insanın ruhunu kabzetmek için müekkel bir melek vardır. Çünkü insan, mahlûkatın en şereflisi, en ekremi ve en mükemmelidir. Böyle olması ise, insanın kerametinin muktezasıdır/gereğidir. 

İnsanın bir ferdi, diğer canlıların bir nev'inin bütün fertlerine muadil ve mukabil görülür. Evet, insan bir nevi iken, bütün türler hükmündedir ve her insan, kendi kaderiyle yaşar. Onun hususî bir defteri ve üç yüz seksen dört müekkel (vekil tayin edilmiş vazifeli) meleği bulunur. 

İnsan, bütün mazhar olduğu değerlerin yanında, ebedi hayata namzet/aday ulvî bir ruh da taşıdığı için, önünde uzayıp giden bir sonsuz hayat adına ölmektedir. Bu hususî mahiyet ve mevkiine terettüp eden bir netice olarak, ruhu da bâhusus Azrail aleyhisselâm ya da onun nezaretinde müekkel bir melek tarafından kabzedilir.

***

Hayvanlar hakkında ise, yukarıda ifade edildiği gibi, basit ve umumî bir hüküm verilir ve onların ruhlarını Allah (c.c.) doğrudan kabzeder. Çünkü hayvanlar, insan gibi mükellef olmamanın dışında akıl, şuur, idrak ve ebedle alâkalı bir ruha da sahip değillerdir. Onlar, ahirette de ebedî bir hayat yaşamayacak… İlâhi adaletin icabı olarak muvakkaten / belirli bir süre haşrolsalar/diriltilip toplansalar bile, onlar için cennet ve cehennem bahis mevzuu olmayacaktır. Sadece, Ashab-ı Kehf'in Kıtmîr'i, Sâlih Peygamber'in devesi, Hz. Süleyman'ın (aleyhimüsselâm) Hüdhüd'ü ve Rasûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) dayandığı hurma direği vs... gibi cennete girecekleri belirtilenler, orada kendi nevilerini/türlerini temsil edeceklerdir.

***

İnsanla hayvan arasındaki bu fark, şuna benzer: 

Mesela bir ülkede emniyeti ihlâl ve ihtilâle teşebbüs edenlerden yüksek makam ve rütbe sahipleri, Divan-ı Harp'te yargılanıp idama mahkûm edilirken, rütbesiz asker kesiminin/alt tabakanın ise sadece silahları alınır, sıradan mahkemelerde yargılanırlar. Hayvanlar ve bitkiler için işte böyle basit ve umumî bir hüküm verilirken; insanlar şeref, makam-mevki, yükümlülük ve sorumlulukları dolayısiyle tek-tek muhâkeme edilip ceza ya da mükâfatlandırılacaklardır.

Bununla birlikte insan, cin, hayvan gibi canı olan bütün varlıkların ruhlarını, vazifeli ‘ölüm meleği’nin yani Azrâil aleyhisselâmın aldığı görüşü de vardır.

Cinler de insanlar gibi şuurlu, yükümlü ve sorumlu varlıklardır. Her biri her yaptığından mükafat veya ceza görecektir. Onların yerleri de, iman ve inkâr durumlarına göre ya Cennet ya Cehennemdir.

Hayvanlar ahirette birbirleriyle hesaplaştıktan sonra toprak olup, ‘hiçbir şey’ hükmünü alacaklardır. Hatta İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerine göre, kendilerine hiç tebliğ ulaşmamış olanlar da bu hükme tabidirler. 























2 yorum: