4 Ocak 2015 Pazar

Fatiha Suresi-Fatiha Sûresi ise bu mübarek sürelerin birincisidir.

İmam Fâtiha`dan sonra âmîn dedimi siz de "âmîn" deyiniz.Zîrâ her kimin "âmîn" demesi meleklerin "âmîn" demesine uyarsa,geçmiş günahları mağfûr olur.(küçük nahlar) (Râvî İbn-i Şihâb-ı Zührî, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem de "âmîn" derdi diyor).buhari 435
her rek‘atta Fâtiha sûresinin okunması
Euzu Besmele'nin Arapça Türkçe Yazılışı Okunuşu ve...
  • Besmele-Bismillah-Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ...
  • Eüzü besmele nasıl çekilir,besmele nedir,besmele n...
  • Besmele-Bismillah
  • Vücudunun ağrıyan yerine elini koy ve üç defa Bism...
  • Kur'an'ı Kerîm (114) sûre ile (6666) âyet-i kerîmeden meydana gelmektedir. Fatiha ve de Sûresi ise bu mübarek sürelerin birincisidir. Tercih edilen görüşe göre Mekke-i Mükerreme'de inmiştir.
  • Fatiha sûresi, Kur'an'ı Kerim'in kıraatine başlangıç teşkil ettiği için fatiha adını almıştır. Çünkü derece derece ortaya çıkan her şeyin ilkine fatiha denir.
  • Fatiha sûresi. Kur'an hakikatlerinin özünü kapsadığı için kendisine (Ümmü'l-Kur'an), (Ümmü'l-Kitap) gibi isimler de verilmiştir. Aynı şekilde bu mübarek sûre yedi âyetten ibaret olup namazların her rekatında okunduğu için (Seb'ul-mesânî) adını da almıştır.
  • Fatiha sûresi, yüce Allah'a hamd ve övgüyü içeren, O Ulu Yaratıcının mukaddes vasıflarını kapsayan ve O Kerem sahibi Mabu'da kulluk arzetmede en önemli duayı içine alan bir sûredir.
  • Fatiha sûresi, Besmele-i şerife ile beraber yedi âyettir. Hanefî fakihlerince sahih olan görüşe göre bütün sürelerin başındaki besmeleler, o surelerden birer cüz değildir. Belki birer müstakil âyet olup sürelerin aralarını ayırmak ve kendileriyle bereket istemek için tekrar tekrar indirilmiştir. Fâtiha-i şerifeyi okuyup bitirince (Âmîn) denilmesi de bir sünneti seniyyedir.
  • Rahman ve Rahim olan Allah Teâlânın adıyla okumaya başlarım.
  • Bu âyet-i kerime,Besmele-i Şerife adını alan,kâinatın yaratıcısı Yüce Allah'ın üç mukaddes ismini içeren, her okunacak ve yapılacak mühim ve meşru bir şeye teberrüken kendisiyle başlanılması muvaffakiyete vesîle olan bir âyettir. İşte Fatiha Sûresini okuyacak bir kimse bu besmele-i şerifeyi okuyunca: (Rahman ve rahim olan Allah Teâlâ'nın mübarek adıyla) bu sûreyi okumaya başladım, demiş ve bu mukaddes isimler ile bereket isteğinde bulunmuş, bununla Cenab'ı Haktan yardım dilemiş olur. Ne mukaddes, ne mübarek bir ayeti kerime!
  • (Hamd) medih,övgü ve şükür Alemlerin bütün mahlûkatın (Rabbi) sahibi,idarecisi, terbiye edicisi olan,(Rahman ve Rahim) yani Yüce Zatı rahmet ile vasıflanmış olup kullarına fiilen merhamet buyuran Allah Teâlâ'ya mahsustur.
  • (Ceza gününün) kıyamet gününün (sahibi olan) o gündeki bütün işler kudreti elinde bulunan (Allahû Teâlâ'ya mahsustur) O'nun için sabittir. Artık şüphe yok ki her türlü hamd ve senaya O layıktır. O'ndan başka mülkün sahibi ve âlemlerin yaratıcısı yoktur.
  • Ey Allah'ım(Yalnız sana ibâdet ederiz).Senin büyüklüğünü kalben düşünür,tam bir huşu ile ancak sana itaat ve kullukta bulunuruz. (Ve ancak senden yardım dileriz). Ancak sana sığınır, senden lütuf ve yardım bekleriz.
  • Ey kerem sahibi Rabbimiz(Bizleri doğru yola ilet) Bize doğru yolu bildir,bizi o yolu takibe muvaffak kıl.O yol ise İslâmiyetten ibarettir.
  • (Kendilerine nimet vermiş) kendilerine İslâmiyeti,zühd ve takvayı nasip etmiş (olduğun kimselerin yoluna) ilet,hidâyet et,onlar gibi biz de doğru yolu takibe muvaffak olalım, (gazaba uğramışların) ilâhî rahmetten uzaklaştırılmış, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış kimselerin (ve sapmışların) İslâm yolunu bırakıp çıkmaz yollara sapmış kimselerin (yoluna değil.) Öyle takipçilerini hidayetten mahrum bırakan, felâket çukuruna düşüren bir yola bizi sevk etme. Ey alemlerin Rabbi! Peygamberlerin efendisinin hürmetine duamızı kabul buyur. Amin!
  • Amin kelimesi,Kur'ân'dan değildir.Fakat Fatiha Sûresinin sonunda bunu söylemek sünnettir.Bu kelime,Ya rabbi! bizden kabul et, dualarımızı kabul buyur mânasını ifade eder.
  • Hamd,güzel bir zikirdir,güzel bir halden,bir nimetten dolayı saygı yoluyla şükür ve senada bulunmak demektir.Cenâb-ı Hak bütün mahlukatı luftuyla vücude getirmiş, onlara nîmetler, kâbiliyeler vermiş, özellikle insanlara peygamberler, kitaplar göndermiş, kendilerini hidâyet ve saadet yollarına davet buyurmuş olduğundan, bütün varlıkların hamd ve övgüsüne layıktır.
  • Allah ismi celili,Cenâb-ı Hakka mahsus O'nun bütün kemal sıfatlarını ifâde eden bir isimdir ki başka hiç bir kimseye verilemez. Bu, bir ismi âzamdır.
  • Rab,ismi şerifi sahip,yöneten ve ıslah eden mânâlarını ifade ettiği gibi bütün varlıkların yaratıcısı terbiye edicisi ve besleyicisi mânasını da içermektedir.Bütün mahIukatın terbiye edicisi yaratıcı ve eğiticisi Allah Teâlâ'dır.
  • Rahman ve Rahîm rahmet sahibi mânasına Allah'ın birer ismidir. Rahman bütün mahlukatı yaratan,yaşatan,nîmetlere kavuşturan kimse demektir. Rahim de mü'min kulları hakkında ilâhî lütuflarını bolca veren Yüce Yaratıcı manasınadır.
  • Deniliyor ki Rahman öyle bir nîmet verendir ki, onun vereceği nimetlerin başkası tarafından verilmesi düşünülemez. Bu sebeple Rahman ismi mahlukata verilemez. Rahim ise öyle bir nîmet verendir ki onun vereceği nîmetin benzeri başkaları tarafından da gelebilir. Bu sebeple rahim adı kullara da verilebilir.
  • Alemîn tâbiri;bu da Cenab'ı Hakkın varlığına,birliğine delâlet ve şehadet eden,onu bilip tasdik etmeye vesile olan varlıklardan, mahlûkattan ibarettir ki her birine bir âlem denir. Bunlar; gökler âlemi, yer âlemi, hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi, ruhlar âlemi, dünya âlemi, âhiret âlemi gibi nevîlere ayrılmıştır. 
  • Bütün âlemler birer mahluktur. Bütün bunların yaratıcısı Cenâb-ı Haktan başkası değildir. Bütün âlemler, O Yüce Yaratıcının varlığına, kuvvet ve büyüklüğüne birer parlak delildir.
  • Yevmiddin,ceza günü,âhiret günü korku ve saygı âlemi demektir ki, o günde bütün tasarruflar,bütün mükâfat ve cezalar Allah'a ait olup onun hâkimiyet ve iradesinin zıddına hareket edecek bir kuvvet bulunamaz.
  • İbâdet; Allah'ın emrine tam manasıyla boyun eğmek ve itaat etmek demektir. Hak Teâlâya karşı gösterilecek alçak gönüllülüğün, boyun eğme ve itaatin son derecesidir.
  • İstiane de yardım istemektir, ibâdet ve itaat hususunda ve diğer işlerde Cenâb-ı Hakkın lütuf ve yardımına sığınmaktır.
  • Hidâyet,insanı istenilen şeye kavuşturacak olan bir nesneye delâlet ve yardım etmek demektir.Bu bir hayırlı rehberlikten ibarettir. Hidâyet edene hadi, hidayet bulana da mühtedi denir. İhtida da doğru yolu bulmak demektir, İslâmiyet e kavuşmak gibi.
  • Nîmet, halin iyiliği ve nefsin lezzet aldığı şey demektir. Bizim için istenilmeye en lâyık olan nîmet ise, Allah'ın rızâsına kavuşmak ve salih, seçkin kulların yollarına girebilmek, Allah'ın gazabına uğramış, sapıklıklar içinde kalmış, kötü ruhlu kimselerin yollarından uzak kalmaktır.
  • Tariki müstakim doğru yoldur.İnsanı dünyada ve âhirette selâmet ve saadete kavuşturacak olan her hangi bir şey demektir.Kur'an'ı Kerîm'e,İslâm dinine,sünnet ile camaate ve cennete girmeye hak edenlerin yoluna sıratı müstakim denmiştir.
  • Dalal,dalâlet de helak olmak, kaybolmak, doğru yoldan çıkmak, İnsanı İstediği şeye ulaştıracak olan nesnenin yok olması ve istenen şeye kavuşturamayacak olan bir yola girmek demektir. İslâmiyetten ayrılmak gibi. Dalâlete düşene dâl, dalâlete düşürene de mudili, dalâlete düşürmeye, azdırmaya da idlâl denir.
  • Fatiha sûre-i celilesi,bizlere bu hususlardaki vazifelerimizi telkin ve ilham ediyor."Ey insanlar! Uyanınız,şu sonsuz kâinatın yaratıcısının büyüklüğünü düşününüz.O,ne büyük bir yaratıcıdır, ne muazzam bir besleyicidir. Bütün mahlukatı için ne kadar rahmet ve merhameti vardır. Bütün âlemlerin müstakil sahibi ve hâkimi yalnız odur. Artık -Yarabbi! yalnız sana ibâdet ederiz. Yalnız senden lütuf ve ihsan bekleriz- diyerek kulluğumuzu arzederiz. Doğru yola gitmenizi muhterem kulların izlerini takibe muvaffakiyetinizi O Kerem sahibi Yaratıcıdan niyaz ediniz. Küfür ve isyan ile doğru yolu kaybetmiş, dalâlet içinde kalmış, insanlık için bir fitne, korkunç bir belâ mahiyetinde bulunmuş, dinsiz, ahlâksız, sapık kimselere uymaktan, onların iğfallerine kapılmaktan emin olmanızı da O rahmet ve ihsanı sonsuz olan kerem sahibi ve merhametli mabudunuzdan istemeye devam ediniz. Ey insan toplulukları! Sizin için bundan başka selâmet ve saadet yolu yoktur."
  • Evet... Fatiha Sûre-i celilesi İşte bizleri böyle bir uyanışa, bir yalvarış ve yakarışa ve bir yükselişe davet edip durmaktadır.
  • Ey âlemlerin Rabbi!.. Biz âciz kullarının bu husustaki niyaz ve istirhamımızı lütfen kabul buyur. Peygamberlerin efendisinin hürmetine duamızı kabul buyur. Âmin!
  • Her kim Besmeleden sonra, Fatihayı şerifeyi okur, sonrada Amin derse, gökte bir mukarreb (Allah’a en yakın) melek kalmaz hep­si onun için istiğfar eder (af ister)


FÂTİHA SÛRESİ

سورة الفاتحة

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi.

Mekke devrinin ilk yıllarında tamamı bir defada inmiştir (Vahidî, s. 19-20; Zerkeşî, I, 207; Süyûtî, I, 30, 34; M. Abdülazîm ez-Zürkānî, I, 88-89). Bazı kaynaklarda Medine döneminde, yahut önce Mekke’de namazın farz kılındığı esnada, sonra da Medine’de kıblenin tahvili sırasında olmak üzere iki defa nâzil olduğuna dair rivayetlere yer verilmişse de bunlara itibar edilmemiştir (Vahidî, s. 19-20; Fahreddin er-Râzî, I, 177; Süyûtî, I, 35, 43; Âlûsî, I, 33). Fâtiha’nın Mekkî oluşunun iki önemli delili vardır. Bunlardan biri, Mekkî olan Hicr sûresinde, “Biz sana tekrarlanan yediyi (es-seb‘u’l-mesânî) ve Kur’ân-ı azîm’i verdik” meâlindeki âyettir (15/87). Genellikle bu âyette geçen “es-seb‘u’l-mesânî” ile Fâtiha’nın kastedildiği kabul edilmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, I/1; Vâhidî, s. 19-20; Fahreddin er-Râzî, I, 177; Şevkânî, I, 15). İkinci delil de beş vakit namazın Mekke döneminde farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber’in, “Fâtiha sûresi (Fâtihatü’l-kitâb) okunmadıkça hiçbir namaz sahih olmaz” meâlindeki hadisinin (Dârimî, “Śalât”, 36; İbn Mâce, “İķāme”, 11; Tirmizî, “Mevâķīt”, 69, 115, 116) gereği olarak farz kılındığı günden beri namazlarda Fâtiha sûresi okunmaktadır. Ayrıca kaynaklarda Hz. Ali’nin. “Fâtihatü’l-kitâb arşın altındaki bir hazineden Mekke’de nâzil oldu” şeklinde bir sözü yer almaktadır (Vâhidî, s. 19-20; Süyûtî, I, 34-35; Şevkânî, I, 14). Sûrenin fâsıla*sı (م‘ ن) harfleridir.


Fâtiha “açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” anlamındaki feth kökünden türemiş bir isim olup hâtimenin zıddı olarak “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş” mânasında kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ftĥ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ftĥ” md.). “Fâtihatü’l-kitâb” tamlamasının kısaltılmış şekli olan Fâtiha Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi ve bir bakıma onun önsözü olduğu için bu adı almıştır. Kur’an’ın tertibi ve yazılması itibariyle birinci sûre olması yanında ayrıca namazdaki kıraat rüknünün yerine getirilmesine bu sûre ile başlandığı ve nihayet bir bütün olarak indirilmiş sûrelerin de ilki olduğu için ona bu ismin verilmiş olduğu düşünülebilir.

Elhamd (halk ağzında Elham) Fâtiha sûresinin Türkçe’deki en meşhur adı olup “Sûretü’l-hamd” tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Bu adlandırma, sûrenin ilk kelimesi olan “el-hamd” lafzından veya sûrenin bütünüyle hamd mânasını taşımasından kaynaklanmış olmalıdır. Fâtiha’nın çeşitli özelliklerini ifade eden daha başka isimleri de vardır. Âlûsî bunları yirmi ikiye kadar çıkarmıştır (Rûĥu’l-meǾânî, I, 34). Ümmü’l-Kur’ân (Kur’ân’ın aslı, özü), ümmü’l-kitâb, esas (temel kaynak), vâfiye (tam, bütün), kâfiye (yeterli), kenz (hazine), es-seb‘u’l-mesânî (namazların her rek‘atında ve çeşitli vesilelerle tekrarlanan yedi âyet), şükr, dua, şâfiye (şifa veren) bu isimlerden bazılarıdır (Taberî, I, 107-110; Âlûsî, I, 34; Elmalılı, I, 5-6).

Fâtiha’nın âyet sayısının yedi olduğu hususunda ittifak bulunmakla birlikte başındaki besmelenin sûreye dahil olup olmadığı ihtilaflıdır. Şâfiîler’e göre Fâtiha’nın birinci âyeti besmeledir; son âyeti ise’’صراط الذين أنعمت عليهم‘‘ ile başlar, ’’ولا الضالين‘‘ ile biter. Hanefîler’e göre besmele Fâtiha’ya dahil değildir; birinci âyet ’’الحمد لله رب العالمين‘‘, son âyet ise ’’غير المغضوب عليهم‘‘ dir. Sonunda söylenen “âmin” sözü Fâtiha’dan bir kelime olmadığı gibi Kur’an’dan bir âyet de değildir.

Fâtiha sûresi, hamdin âlemlerin rabbi Allah’a ait ve mahsus olduğunu bildiren âyetle başlar. Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûl sebeplerinin başında yer alan tevhidi ifade ve ilân etmektedir (Reşîd Rızâ, I, 36). Endülüslü müfessir İbn Cüzey de Fâtiha’nın ilk âyetindeki “rabbi’l-âlemîn” terkibinin tek başına tevhid akîdesini dile getirdiğini, başındaki “el-hamdü lillâh” ile birlikte ele alındığında ise âyetin kelime-i tevhidden daha kapsamlı bir mâna taşıdığını söyler (Kitâbü’t-Teshîl, I, 57). Bu âyeti Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan (rahman ve rahîm), aynı zamanda din gününün sahibi ve hükümranı olduğunu ifade eden övgü âyetleri takip eder. Allah’ın sonsuz merhametini ve yüce kudretini bildiren giriş niteliğindeki hamd ve senâ âyetlerinin ardından bu yüce kudret sahibi karşısında insanoğlunun durumunu belirleyen âyet gelir. “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” meâlindeki bu âyetle üçüncü şahıstan ikinci şahsa geçilir. İltifat sanatı denilen bu geçiş sadece edebiyat bakımından ifadeye bir incelik ve güzellik kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda kulun dindarlığı açısından da çok önemli bir gerçeği dile getirir. Çünkü kişinin mümin bir kul sayılması, ilâhî otoriteye kendi istek ve iradesiyle teslim olduğunu ikrar etmesine bağlıdır. İnsanın kulluğu bu otoriteyi baskı zoruyla değil gönüllü olarak kabullenmiş olmasıyla bir anlam ve değer kazanır.

Sûrede Allah’tan nelerin isteneceği, ayrıca istemenin usul ve âdabı da öğretilmektedir. Buna göre istemenin şartları önce ne istediğini bilmek, sonra ona gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtmek, daha sonra da onu elde etmek için yapılması gerekeni yapmaktır. Böylece gerçek dua, nimeti hayal ve arzu etmek değil o nimete ulaşmanın doğru yoluna girmek ve o yolda sebat edip ilerlemektir. Fâtiha sûresi inanan insana kesin bir düstur ve şaşmaz bir formül halinde hidayetle ibadetin önemini ve ebedî nimetin elde ediliş yöntemini bildirmektedir. Böylece sûreyi okuyan mümin Allah’a kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra kendisiyle yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan doğrudan doğruya ona seslenir. Ebedî saadete ve nihayetsiz nimetlere ulaştıran doğruluk ve dürüstlük yolunda ilâhî lutfa nâil olmuş iyilerin izini takip ederek ilerlerken gazaba uğramışların, şaşırmış ve sapmışların durumuna düşmemek için Allah’tan hidayet ve yardım ister.

Allah ile kul arasında bir tür sözleşme ve antlaşma olarak da değerlendirilen Fâtiha sûresi Allah-insan ilişkisinin mahiyetini ortaya koyar ve bunun hangi kurallara bağlı olarak sürdürüleceğini öğretir. Ayrıca söz konusu ilişkinin tek taraflı olarak kulun gayretiyle değil mutlaka Allah’ın hidayet ve yardımıyla sağlanacağını vurgular. Sûrenin ilk yarısı kulun Allah’a hamd ve övgüsünü, ikinci yarısı da onun Allah’tan isteklerini dile getirir. Śaĥîĥ-i Müslim’de yer alan şu hadis bu diyalogun önemine dikkat çeker: “Fâtiha’yı okuyan kul, ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun’ dediğinde Allah, ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul, ‘Allah esirgeyen ve bağışlayandır’ deyince, ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘O din gününün hükümdarıdır’ deyince, ‘Kulum beni yüceltti” der. Kul, ‘Biz ancak sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz’ deyince, “Bu benimle kulum arasındadır, artık kulum ne isterse olacaktır’ der. Kul, ‘Bize doğru yolu göster, nimet verdiklerinin yolunu; gazaba uğramışların ve şaşırıp sapmışların yoluna değil’ deyince Cenâb-ı Hak, ‘İşte bu yalnızca kulum içindir, isteği yerine gelecektir’ der” (“Śalât”, 38, 40).

Bütün tefsirlerde besmelenin başındaki “bâ” (ب) harfinin “iltisâk” (Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı) anlamı taşıdığına önemle dikkat çekilmiştir. Bu bağlantının bir tarafında ulûhiyyet ve rubûbiyyet, diğer tarafında insaniyet ve ubûdiyyet makamı vardır. Fâtiha sûresinin de bu şekilde iki bölümden oluştuğu görülür. Övgü ve tazim cümlelerinden meydana gelen ve ulûhiyyete dair olan ilk bölümde Allah’ın insanlara yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere rab (yapıp yaratan, yetiştirip geliştiren, terbiye eden), rahmân ve rahîm isimleriyle, O’nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığının âhirette de devam edeceğini belirten “mâliki yevmi’d-dîn” ifadesi yer almıştır. Bütün bu nitelikleri dolayısıyla hamd (her türlü övgüler, güzellikler, yetkinlikler) O’na mahsustur. Dua ve niyaz üslûbunun hâkim olduğu ikinci bölümde insanların Allah’a bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere “ibadet” ve “istiâne” kavramları yer almaktadır. Ulûhiyyet bölümünde ifade edildiği üzere insanların bu dünyadaki inanç ve amellerine göre âhiretteki durumlarını rahman ve rahîm olan Allah’ın şaşmaz adaleti belirleyeceği için yalnız O’na ibadet etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek (istiâne) gerekir. İnsan bu beyanı ile kulluğunu, tevhid inancını, tevekkül ve teslimiyetini, ihlâs ve kararlılığını Allah’a arzetmiş olur. Bu seviyeye ulaşan bir iman ve aynı ölçülerle düzenlenen bir amel ve hayat çizgisi “sırât-ı müstakîm”dir. Ömür boyunca bu çizgiyi takip etmenin zorluğu sebebiyle insan bu yolda sürçebilir ve sonuçta kötülüklere rızâ göstermeyen Allah’ın öfkesine mâruz kalmış olan sapmışların yoluna kayabilir. “Bizi doğru yola ilet” sözleriyle başlayan dua cümleleri, bu büyük tehlike karşısındaki aczinin ve kendi kendine yeterli olmadığının bilincine varan insanın âlemlerin rabbi, rahman ve rahîm olan Allah’a sığınarak hidayetiyle kendisini desteklemesi şeklindeki niyazını ifade etmektedir.

Sûredeki ifadeler çoğul sigasıyla olup müslümanlar için toplum hayatının ve toplumsal dayanışmanın önemini, cemaat ve ümmet şuuruyla birlik ve beraberlik içinde “sırât-ı müstakîm” üzere hareket etmeleri gereğini ortaya koyar. Bu amaca yönelik olarak cemaatle kılınan namazda imamın kıraatinin aynı zamanda cemaatin kıraati yerine geçmesi Fâtiha’daki bu kapsamlı ifade özelliğinden dolayıdır.

Fâtiha sûresi önce Allah’ı en belirgin nitelikleriyle tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O’na yöneltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve dindarlığın temeli olarak belirlemektedir. Sûrenin, insanoğlunu yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle uyum içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi gerçekleştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa onun sadece Kur’an’ın özü değil aynı zamanda bütün hak dinlerin de özü olduğu sonucuna varılabilir.

Bir yoruma göre Bakara sûresi Fâtiha sûresinin açıklamasıdır; başta Âl-i İmrân olmak üzere diğer bütün sûreler de Bakara sûresinin tefsiridir. Nitekim Fâtiha’da Allah’tan hidayet istenir; onu takip eden Bakara sûresi, bu kitabın müttakileri hidayete erdirmek amacıyla gönderilmiş olduğunu bildiren âyetle başlar. Fâtiha’nın Kur’an’ın bir özeti olduğu kabul edilirse onun bütün Kur’an sûreleriyle ilişkili bulunduğunu düşünmek mümkün olur. Ancak Kur’an’ın Fâtiha’dan, Fâtiha’nın besmeleden, besmelenin de başındaki “bâ” (ب) harfinden ibaret olduğu yolundaki rivayet ve İddialar muhtemelen Bâtınîlik ve Hurûfîlik tesirleriyle ortaya çıkmıştır. Bunlar, Kur’an âyetlerinin ahkâmını küçümsemeye yönelik amaçlar taşımasından kaygı duyulan ve ciddiye alınmaması gereken beyanlardır. Fâtiha’nın yedi kısa âyetten oluşmasına rağmen konusunun önemi ve mâna zenginliği bakımından Kur’an’ın en faziletli ve muhtevalı sûresi olduğu gerçeği, bu sûreyi Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı yerine ikame etme ve diğer bütün sûreleri gereksiz görme gibi bir kanaate götüren böyle bir Hurûfî-Bâtınî anlayışı haklı çıkarmaz.

Fâtiha’nın Kur’an’daki en büyük sûre olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara sûresinin son âyetleriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair hadisler vardır (bk. Müsned, III, 450; Dârimî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 12; Buhârî, “Tefsîr”, I/1, 15/3, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 9, “Ŧıb”, 34; Müslim, “Selâm”, 66; Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 19; Nesâî, “İftitâĥ” 26). Fâtiha’nın faziletiyle ilgili rivayetlere hadis mecmuaları yanında tefsir kitaplarında da geniş yer verilmiştir. Bu sûrenin her türlü hayırlı faaliyetlerin başında veya sonunda, çeşitli vesilelerle tertip edilen meclislerde, merasimlerde, kabirlerde vb. yerlerde dua niyetiyle okunması zamanla Müslümanlığın en köklü şiarlarından biri haline gelmiş, ayrıca hemen bütün tekke ve tarikatların ezkâr ve evrâdı içinde mutlaka Fâtiha’nın da yer alması hususu tasavvuf geleneğinde kesintisiz olarak sürdürülmüştür.

Bazı tefsirlerde Fâtiha’ya çok geniş yer ayrıldığı görülmektedir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, I, 173-290; Elmalılı, I, 3-145). Öte yandan sûre hakkında müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan Râgıb el-İsfahânî’nin Tefsîru sureti Fâtiĥati’l-Kitâb (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 2141/1), Fahreddin er-Râzî’nin Mefâtîĥu’l-Ǿulûm (Bağdat Evkaf Ktp., nr. 2316-2317), Sadreddin Konevî’nin İǾcâzü’l-beyân fî tefsîri Ümmi’l-Ķurǿân (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 62), Yâfiî’nin el-Envârü’l-lâǿiĥa fî esrâri’l-Fâtiha (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 79/1), Molla Fenârî’nin ǾAynü’l-aǾyân fî tefsîri’l-Fâtiĥa (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 33), Zebîdî’nin eŧ-Ŧarîķatü’l-vażıĥa ilâ esrâri’l-Fâtiĥa (Süleymaniye Ktp., Şâzelî, nr. 103/2), Devvânî’nin Tefsîrü’l-Fâtiĥa (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2074/1), Allâmek el-Bosnevî’nin el-Hâdî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2096/1), Esad Erbilî’nin Fâtiha-i Şerîfe Tercümesi (İstanbul 1327), Habîb b. Ali’nin Kitâbü miftâĥi’l-Fâtiĥa (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2855) adlı eserleri zikredilebilir. Fâtiha sûresini çeşitli yönlerden inceleyen bu tür eserler konusunda Ziya Demir tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (bk. bibl.).
Bu süreye, muhteşem Kur'an sarayının kapısını açan hüviyeti dolayısiyle "Fatiha" isminin ve harika Kur'an ağacının dallan, budakları, çiçek ve meyvelerinin asıl ve kökü olması itibariyle de "Ümm'ül-Kur'ân';"Ümm'ül-Kitab"ve"el-Esâs" isimlerinin verilmesi pek münasip düşmüştür. Sure, harflerinin seçimi, duraklarında ki ahenk, iç musikisindeki uyum ve mânâ derinliğindeki üstünlükle tam bir hârikadır. Bu surenin ayetleri ve cümleleri hatta kelimeleri arasındaki mantıkî bağın güzelliği dikkatle takip ederek elle tutulur şekilde fark edenler için çok cazip ve çok çarpıcıdır. Bu yazıda, inci gibi incelik dizilmiş ve işlenmiş edebi nakışlar, enginlesen mânâ derinlikleri imkân nisbetinde gösterilmeye çalışılmıştır.Bazen (na'büdü'nün nun'unun elife tercihinde olduğu gibi) harf tercihlerinden doğan incelikler, ifade ettikleri mânâlar itibariyle nefes kesecek hüviyetdedir. Sırât-ı müstakim'in mâhiyetinin izahı ise, tutum ve davranış olarak bütün faaliyetlerimize ölçü getirecek seviyededir. Hidayet ve dalâlet in, keza gazaba uğramanın Kur an'da veciz şekildeki ifadesi altında yatan gerçekler, değişik yönleri ile birer birer ele alınmıştır. 

Fatiha sûresi, Kur'ân-ı Kerimin ilk süresidir. "Bir yeri veya bir şeyi açan" mânâsına _elen fâtih sıfatından isme nakledilmiştir; sonundaki  nakl veya mübalağa belirtir, yoksa te'nîs alâmeti değildir. Kur'ân'ın tabiri caizse mukaddimesi durumunda olduğundan Fâtihatu'l-Kitâb veya el-Fâtiha. bu mübarek sûrenin adı olmuştur (1) Yirmiden fazla ismi, daha doğrusu vasfı vardır. Bu da onun pek şerefli olduğunu gösterir(2). Diğer sûrelerin aslı, kökü, tohumu ve Kur'ânın hülâsası durumunda olduğundan Ümmü'l-Kur'ân, Ümmü'l-Kitâb el-Esâs; başlı basına yeterli olduğundan el-Vâfİye, el-Kâfiye; Arş-ı İlâhînin altındaki hazineden indirilip(3) kelimenin tam mânâsiyle ulvî mânâlar hazinesi olduğundan el-Kenz; namazın her rek'atinde ve daha bir çok vesile ile tekrarlanan yedi ayetli bir sûre olması itibariyle es-Seb'ul-mesânî, namazda okunması vacib olduğundanSüretu's-Salât, hastalıklara şifâ olması itibariyle eş-Şifâ, eş-Şâfiye
bu sûrenin isimleri arasındadır.

Tam olarak inen ilk sûre olup Mekke'de ve risaletin başlangıç döneminde nazil olmuştur(4). 7 ayettir. Besmeleyi müstakil bir ayet saymayanlar kısmını bir ayet sayarlar. (Ayrıntılı bilgi için derginin nüshasına bakınız) İmam Şafiî'nin de aralarında bulunduğu birçok zevata göre Kur'ân'da sûrelerin başında yazılı besmeleler hem Fatiha'da hem de diğerlerinde sûrenin ilk ayetini teşkil eder, dolayısıyle namazda cehren okunur. Hanefiyyeye göre sûre başlarındaki besmeleler sûrelerden birer cüz olmaksızın, Kur'ân'ın müstakil bir ayetidir, namazda sirren (içten) okunur. İmam Mâlike göre. Nemi sûresinin 30. ayeti dışında, Kur'ân'dan olmadığından namazda sirren dahi okunmaz(5). İslâm ibâdet hayatının esası olması hasebiyle müminler bu sureyi her gün en az onyedi defa okumakla mükelleftirler, "Fâtihasız namaz olmaz" (6).

Fasılası mim ve nun harfleridir. Ayet sonlarında durulduğunda, yüksek bir mûsiki değeri olan bu harfler, medd-i arız sebebiyle, yâ harf-i meddin 2 ilâ 4 elif miktarı uzatılması sayesinde, şevk verici bir ahenk sağlarlar. Nitekim Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Fatihayı, her ayet sonunda durarak okurlardı 7).

Biz, bu konuların tafsilatını tefsir kitaplarına havale ederek sûrenin, her müminin mutlaka bilmesi gereken veya bilmesinde fayda bulunan mânâ tarafı üzerinde, makale çerçevesinin imkân verdiği ölçüde durmak İstiyoruz.

Besmeledeki rahman ve rahîm vasıflarının delâlet ettiği nimetlere biz kullar elhamdülillah "hamd Allah'a mahsustur" diyerek şükürle mukabele ediyoruz (8). Bazı müfessirler elhamdülillah dan önce "şöyle deyiniz" anlamına gelen bir Kûlû fiilinin mukadder olduğunu belirtirler.(9) Hamd için zaman ve mekân zarfı zikredilmeyip istimrar İfade eden isim cümlesi kullanılması ve istiğrak lamı. bütün hamdlerin evvelen ve bizzat O'na ait olduğunu gösterir.

Müteakiben bu hükmün delili olarak "Hamd Allah'a mahsustur; çünkü Rabbul âlemindir; çünkü rahman rahimdir ve çünkü dîn gününün mâlikidir" buyurulur. Hüküm vasfa terettüb ettiğinden burada sıfatlar, bu istihkaka liyakatinin sebebini bildirirler (10) . Böylece bütün mekânlar, bütün zamanlar, bütün mahlûklar ve bütün nimetler O'nun olduğundan, bütün hamdlerin de O'na ait olması gerektiği vurgulanmış olur. "Allah" lafz-ı celâli diğer bütün esmây'-ı hüsnânın mânâlarını gerektirip kendinde toplayan Ulûhiyyetin alem-i hassıdır. Bununla beraber, bu icmali bir nebze açıklamak üzere Ulûhiyyetin başlıca hususiyetlerini ihtiva eden belli başlı vasıflar gelir. Rabb: O'nun fiili sıfatlarına, hükmünü yürütmesine, bütün mahlukları yaratıp ihtiyaçlarını vermesine, onları kemale erdirip idare etmesine delâlet eder. Rabbu'l-âlemîn: bütün eczasiyle bütün âlemlerin ve hususiyle, hepsine üstün olan akıllı varlıkların yegâne Rabbi demektir. Rabb: bir şeyi. kademe kademe kemâline eriştiren, yani terbiye eden" anlamınadır. Rabbu'l-âlemîn denince, her insan, kendi görebildiği kadar olsun, zihninden bütün âlemlere bir resmi geçit yaptırınca, terbiye kanununun ve muazzam bir rubübiyyetin asarını müşahede eder. Sadece şunu düşünse ki. kendisi, gözle görülemeyecek kadar küçük bir hücre iken, halden hale geçirilerek, rubübiyyet mucizesi olarak yeryüzünün halifesi makamına getirilmekte, matlub olan geçit resminden sonra, dünya sahnesinden kaybolmaktadır. İradesiyle gelmeyen, iradesiyle varlığını sürdürmeyen ve iradesiyle gitmeyen insanlar ve diğer mahluklar, mütemadiyen her gün akıp akıp gidiyorlar. Rabbu'lsâlemîn, yarattığı her mahlûk İçin bir kemal noktası tayin etmiş ve oraya yükselmesi için ona bir meyi! vermiştir. Her mahlûk, o noktaya doğru giderken, o uzun seferinde kendisine yardı m eden, zararları giderip engelleri kaldıran, işte bu ilahî terbiyedir (11) .Halbuki "Rabb" yerine halik veya başka bir vasıf kullanılsaydı bu maksud hasıl olmazdı. Diğer taraftan, Hâlık'ı kabulde fazla ihtilaf yoktur, arna varlığı devam ettiren rubûbiyyeti, birçok insan inkâr etmektedir. Kur'ân ise rubübiyyeti vurgulamak istemektedir.(12)
İslâm geldiğinde dünya, çeşitli inanç, felsefe, efsane ve evham yığını ile dolu idi. Hakla batıl, dinle hurafe, efsane ile felsefe birbirine girmişti. Bu sebepten Kur'ân, Allah teâlâ nın sıfatları ve O'nun mahlûklarla münasebetlerini vazıh bir şekilde bildirmeye büyük bir ihtimam göstermiştir. Halis tevhid, şümullü Rubübiyyet itikadı: gerçekliği, güzelliği, sadeliği ve insan fıtratına münâsip düşmesiyle, kalb için olduğu kadar akıl için de büyük bir rahmet olmuştur(13)

Rahman: ihsan, kerem, şefkat ve lütfa dair esmaya delâlet eder. Rahim ise, zatî rahmetin, mahlûklara taallukunu belirtir (14). Adalet, hâkimiyet, kimsenin hakkını kimsede koymama, dilediği gibi tasarruf ve yönetme fiillerine İse Mâlik (veya öbür kıraatteki Melik) ismi delâlet eder. Bu dört kudsî vasfın muktezaları iyice düşünülürse yaratma, öldürme, rızıklandırma, lütuf, kahr, adalet, mağfiret vb. bütün fiilî sıfatlara delâlet ettiği anlaşılır (15). Cenâb-ı Allah, böylece tazim sebeplerinin tamamına sahip olarak âdeta: "Ey akıl sahipleri! Ulûhiyyetimi ikrar, ubûdiyyetinizi ilan ederek, sırat-ı müstakim isteyiniz ki Ben de cennete yerleştirince-ye kadar sizi koruyup felaha kavuşturayım" buyurmaktadır.

Mâlik-i yevmi'd-din, ilahî rahmeti ifade eden bir önceki vasfın neticesidir. Zira kıyametin koparılıp ebedî saadetin gelmesine en büyük delil rahmettir. Nimeti nimet yapan, ancak âhiret hakikatidir. Daha başka mânalara da gelen dînkelimesinin Fatihada iki muteber mânâsı vardır: "işlerin karşılığı" ve "mâruf dîn". Böylece dîn günü,işlerin karşılığının verileceği veya dînin bildirdiği hallerin gerçekleşeceği zaman parçasıdır. Allah, hem dünyanın hem de âhiretin Rabbi olduğu halde, "dîn gününün mâliki" vasfındaki tahsis söyle izah edilir: 1 - O gün, dinin bildirdiği hakikatler tam mânâsiyle zuhur edeceği için Allah'ın, izzetini perdelemek gayesiyle hikmeti icabı yarattığı zahiri sebepler nizâmı kaldırılıp her şeyin gerçek mahiyeti ortaya çıkarılacağından" dîn gününün tek mâliki" buyurulmuştur.

2- Maksad, o günün ehemmiyetine dikkat çekmektir
3- Dünyada insanların da zahirî malikiyetleri vardır. Ama o gün bu da zail olacak. Allah'ın hükümranlığı tam bir zuhurla müşahede edilecektir (16). Dünyada yapılan işlerin mükafat ya da ceza olarak ahirette karşılığını verecek Mâlik-i yevmi'd-dîne inanmak, insanları, geçici hayatın ilcaatının esiri olmaktan kurtaran pek mühim bir esastır. İnsanlık Hakka ve halka hizmet külfetinde, uğrunda fedakârlığa değen bir saadet diyarını her gün seyretmedikçe, yeryüzünde, Allah'ın emrettiği 1mükemmel nizâma göre bir toplum hayatı kurulması mümkün değildir (17).

Sûredeki ilk vakf-ı tâmma kadar bu hakikatler bildirildikten sonra, muhataba şevk veren bir iltifat üslûbu ile (18) gaibden hitaba geçilerek kuldan: "yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden medet umarız" demesi istenir. Bu, zımnî (mahzûf) "şöyle deyiniz" emriyle olur (19). Bir tefekkür silsilesi neticesinde yüce vasıflarını anladıktan sonra, Allah'ı, âdeta görüyorcasına, kul, O'na hitâp etme makamına çıkarılır. İyyeke n abudu demekle insan, dünyada mevcut her türlü şirk çeşidini terk ettiğini ilan eder (20)

Rubûbiyyetin matlub sıfatlan zikrolunduktan sonra, mükemmel ubudiyetin nasıl olması gerektiği böylece formülleştirilir. İbadet, hudû ve tezellünün en ileri derecesidir. (21) Şer"î ubûdîyyet, insanın, ruhen ve cismen, zahiren ve batınen. bütün mevcudiyetle yalnız Allah a yaptığı, şuurlu bir taat ve kurbettir (22)



Bu ayeti iyi anlayıp yaşamak, insanın en mühim tarafı olan kalb hayatını şifaya kavuşturur. Bu tedavi şu altı cüzden oluşur: 1- Yalnız Allah'a kulluk 2- O'nun emri ve İzniyle hareket 3- Başka heva ve heveslerle hareket etmemek 4- İnsanların re'y ve tahakkümleriyle hareket etmemek 5- 0'na kullukta Kendisinden yardım istemek 6- Şahsının veya mahlûkların güç ve kuvvetine dayanmamak. Şifa bulmayanın, bunlardan birinde noksanlığı var demektir (23). Bu ayet. kul ile Rabbi arasında bir akit durumundadır. Kendisine halis bir ubûdiyyet ve teslimiyet gösteren insana Allah, dünyada yardım ve hidayeti, ahirette İse cenneti, hikmet ve rahmet eseri olarak taahhüt etmektedir. Bu ayet, insanı, mahlûklara esaretten kurtaran hürriyetin kaynağı olduğu gibi toplum hayatına da büyük bir önem vermektedir. Zira akit, "ibadet ederim, yardım dilerim" diye insanlardan tek tek değil, "ederiz" şeklinde cemi sîgasiyle istenmektedir. Bu ayette cemaatle ibadetin faziletine İşaret edilmektedir. Fakat bu sevaba ermek için cemaatin teşekkül etmiş olması lazımdır. Halbuki cemaat, kuru kalabalık değil, aynı ruhla hareket edebilen muntazam bir birlik demektir, (24). Binaenaleyh cemaatin teşekkülü bir ruha ve içtimaî bir mîsaka bağlıdır. Allah her namazda bu içtimaî vicdanı eğitmek ve pekiştirmek istiyor. Bu mîsak da mezkûr ayetteki mukavele ile teşekkül edecektir. Hak teala vicdanlarda bu içtimaî ruhu geliştirmek için, cemaatin her bir ferdini diğerlerini temsilen konuşturuyor. Cemaatte temsil özelliği bulunmalıdır. Herkesin ben" "ben" diye bağırdığı yerde, cemaat değil, kendi başına buyruk kimseler vardır. İnsan tek başına namaz kıldığında da, melaike ve mü'min insanlar cemaatine vekâlet ettiğini hatırlamalıdır. Tefekkürünü biraz daha derinleştirirse mümin, içice şu üç dairenin merkezinde olarak bütün kâinatın ubudiyetini Rubûbiyyet dergâhına arz ettiğini tasavvur edecektir:!-Vücudundaki bütün âza ve zerreler cemaatinin 2- Melaike dahil bütün muvahhitler cemaatinin 3-0'-nun Rabbu'l-âlemîn olmasına mukabil bütün âlemlerin teşkil ettiği muazzam cemaatin: sözcüsü olarak küllî bir ubudiyet gerçekleştirecektir. (25). Cemaat namazına dahil olan mümin, kendi cüzi, mütevazi ve kusurlu ibadetini, reddolunmayacak melaike, enbiya ve evliyanın niyazına ilhak ederek sunmaya cesaret ederken, o salih kulları da kendisine bir nevi şefaatçi yapmaktadır (26). İyyeke neste în cümlesi, fiilin müteallakı göz önüne alınmaksızın veya müteallakı umumî takdir edilerek tefsir edilip şu mânâya gelir: "Ya Rabbi biz gerek Sana ibadet ve itaatımızda ve gerek diğer bütün işlerimizde ancak Senden medet umarız. Senden başka kimseden yardım dilenmeyiz. Seni tanımayan kâfirlerdir ki başkasından İstiane ederler". Cenâb-ı Allah. Resulünün (a.s.m.) lisâniyle de. mümine yaptırdığı bu duayı kabul buyurduğunu söyle bildirmektedir: "Namazı (yani namaz sûresi olan Fâtiha yı O kulumla paylaştım, yarısı Bana diğer yansı ona aittir. (Daha sonra ilk üç âyetin Allah'a, son üç ayetin kula ait olduğu bildirilip ortadaki bu ayet hakkında:) Kul İyyeke na budu ve iyyeke neste în" deyince Allah: "İşte burası Benimle kulum arasında müşterektir (İlk yansı Bana, ikinci yansı kuluma aittir) ve kuluma da istediği verilecektir" buyurur (27).

İşte böylece Fatiha, Yüce Allah'ın zât, sıfat ve ef'âlini bildirdiği gibi O'nun kudsî ahlâkının da büyük bir numunesini gösteriyor: Yoktan yarattığı bu mahlûkunu muhatap alıp. dünyada muvakkaten ihsan buyurduğu emanetlerini, o nimetlerin gerçek sahibi imiş gibi, yine onun için ebedileştirmek üzere-ona taraf muamelesi yapıp hukuk tanıyarak mübadele ediyor (28).

Kul, Allah'ın razı olduğu ubudiyeti yapıp dua makamına gelince, en mühim matlaba, yani sırât-ı müstakimehidayet istemesi bildiriliyor ki "hiçbir eğrilik ve meyil bulunmayan cadde, işlek geniş yol" olan Kur'ân yoludur. Bu tabirle, her türlü bozuk din ve ideoloji mücmel olarak reddedilir. Zira sırât-ı müstakim, hakkı bilmeyi, onu her şeye tercih etmeyi, ona teslim olup imkân nisbetinde onu hakim kılmak için gayret ve cihad etmeyi İhtiva eder (29). Sırat-ı müstakim, ifrat ve tefrît aşırılıklarından uzak, hayatın her sahasında muvazeneli hükümlere sahib olan islam dinidir. İslâm metodu, insanlığın râci olduğu şu üç ternel faaliyeti, fert ve toplum plânında dengede tutmakla, sırât-ı müstakimi gerçekleştirir: İnsana, menfaatlerini sağlamak üzere verilen kuvve-i şeheviyyenin (yani yemek, uyumak, cinsî hayat) ifratı fücur, yani helal haram demeden her şeyden istifade; tefriti humûd (isteksizlik), vasatı iffettir (helale isteği olup harama girmemek). Zararları savmak için verilen kuvve-i gadabiyenin ifratı tehevvür, hiçbir şeyden korkmamaktır ki.bütün istibdat ve zulümler bunun eseridir. Tefriti cebanet. korkaklıktır. İtidali ise şecaattir ki dînî ve dünyevî haklan İçin canını feda edip meşru olmayan şeylere karışmamaktır. Kuvve-i akliyenin ifratı cerbeze, yani hakkı batıl,batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekâdır. Tefriti gabavet, hiçbir şeyden haberi olmamaktır. İstikameti ise hikmettir ki hakikati bilip uymak, batılı bilip kaçmaktır. Demek ki sırât-ı müstakim, ideal faziletler mihrakı olan iffet, şecaat ve hikmetin mezcinden hasıl olan istikamettir. (30),

Nazarî kalmayıp, realitedeki tezahürünü göstermek için sırat ı müstakimin. Allah'ın, hidayet nimetine erdirdiği nebîler (a.s.), sıddîkler. şehidler ve salihlerin yolu olduğu (krş. Nisa sûresi. 69) bildirilir. Mahûd şeyler hakkında kullanılan İsm-i mevsûl " onların. Hz. Âdem (a.s.) dan beri her zaman tarih sahnesinde çoklukla mevcut olup. beşerî karanlıklar içinde elmas gibi parlayan nuranî zatlar olduğunu ifade eder ve o cemaatin ittifakına kulak verip, sağda solda oyalanmadan onları hak yoluna girmeye teşvik eder. Ayetteki en amte in'âm ettiğin" fiili, doğru yol nimetine eriştirmekten Kinayedir. Demek bu nimet, mutlak nimettir. Bunu elde edince, diğer nimetler gölge gibi onu takib ederler. Böylece anlaşılır ki sırât-ı müstakime erdirmek: hem en mühim yardım, hem de en büyük nimettir. Hem de o zâtlara izafe edilen bu cadde, onların kendi vaz ları olmayıp ilahî bir vaz' ve nimettir, ama ona mazhariyet ve o yola girmeleri itibariyle "onların yolu" sayılmaktadır. Böylece insanları eğitmekte pek mühim bir yeri olan örnek İhtiyacı tatmin edilmektedir. Sırat-ı müstakimin ne olduğu belirtildiği kadar ne olmadığı da sûrenin son kısmında bildirilerek bu yolun, yahudiler misüllü mağdûb, hristiyanlar misüllü dallîn(sapkın) (31) olan yakın zıtlar gibi, öteki uzak zıtlann da aşırılıklarından uzak olduğu gösterilmiştir.

Bazı âlimlerimizin ciltlerle tefsir yazdığı, Hz. Alînin ise "isteseydim Ummu'l-Kur'ân ın (Fatihanın) tefsirine dair yetmiş deve yükü eser yazardım"(32) dediği bu bereket kaynağı sûrenin sunmaya çalıştığımız kısa tanıtmasından da anlaşılmış olacağı gibi Fâtiha-i şerife Kur'ân ın hülâsasıdır. Kur'ân mükemmel bir vücud. Fatiha onun başı. Besmele ise o baştaki tacdır Hülasa oluşu, tabiînden beri hemen bütün tefsirlerce belirtilir). Fakat bu fikrin tatbiki hususunda, aralarında ufak farklılıklar bulunur. Biz şunu zikredelim: Kur'ân ın esas maksadları tevhid, nübüvvet, âhiret ve istikamet (ibadet ve adalet) olmak üzere dörttür. Elhamdülilah ve İyyeke na budu tevhîde,Sıratallezine en amte aleyhim nübüvvete, Mâliki yevmiddin âhirete, Sırata l müstakim ise istikamete işarettir (35). Fatihada bu dört maksada başka işaretler varsa da biz bu kadarıyla yetinelim.

Şu halde Fatiha sûresi, Kur'ân ın ve İslam ın mükemmel ve ilahî bir hülâsasıdır. Baş tarafında mebde' ve meada ait marifetullahı. İslâm dininin mevzusunu ve prensiplerini, ortasında Kur'ân ilminin asıl mevzu ve gayesini, yaratılışın en büyük kanunu olan "insanın, Allah'a müntesip ve ait olması" keyfiyetini, içtimaî ve hukuki prensipleri tebliğ ettikten sonra, üç ayette de hak yol olan İslam dininin efradını cami, ağyarını mâni bir tarifini yapmış ve bunların hepsini, başındaki bir Elhamdülillah cümlesine dere edip mer'iyyetini, Allah namına ilan eylemiştir. İslam ı şöyle tarif ediyor: "Gadaba uğratmadan dalâlete düşürmeden, doğruca ve selâmetle Allah'a ve Allah'ın nimetlerine götürüp "Elhamdülillah" dedirten ve bu safi nimetlere tam mânâsiyle ermiş, hakikaten mes'ud gayr-i mağdûb ve gayr-i dâll zevat tarafından takib edildiği tarihen sabit ve tecrübe ile bilinen, büyük, aşikâr hak yolu, istikamet yolu". Bu dîni benimsemenin ilk prensibi evvelâ Allah tealâyı tanımak, hakların, vazifelerin ve müeyyidelerin kaynağı olarak yalnız O'nun dînini bilmektir. Bu hususta amelî olarak tevfik taleb etmek sizden, hidayet Allah'tandır. (36).

Fatiha, bu prensiplerin insanlığı ıslah ettiğine vakıayı da şahit gösterir. Peygamber efendimizin (a.s.m.) ve ashabının, sırat-ı müstakim sayesinde mazhar oldukları ilahî nimet ise bunun en aşikâr şahididir. Onun günümüzü de aydınlatamayacağını düşünmek, dünü aydınlatan güneşin bu günü de aydınlatacağını inkâr etmekten farksızdır. Binaenaleyh, Fatiha hakkında Peygamberimizin "Her hastalığın şifası" (37), ve "Kur'ân ın en büyük süresidir (38), buyurmasına hayret edilmemelidir.


DİPNOTLAR
1.ÂlÛsî,Rûrıu'l-ıneam. 1.34.
2.Süyutî, ei-h*an. 1.151-154.
3.a.g.e.. l.lll.
4.Beydavı. Envâru't-tenzfl. 1.4. Nesefi, Metiâ-
rtk. 1.4.
5.Elmalılı. Hak Dini.Kur'an Dili 1.15-17; F.
R3zî, Mefâtlhu'l-gayb. U 94; Bey d av./1.4
6.Bu mevzudaki hadisler için bkz. Ibn Kesir.
1.25-27; Cassâs. 1.13-17.
7.Suyûtî. e!-ltkan. l.lll'de Ebû Dâvud ve Tlr-
miiî'den.
8.S.Nursî. Işraratu'i-i'câz. s.I5.
9.M.Şenkltl. Eüvâu'l-beyan. 1.101.
10.Beydâvî. 1.12; S.Yıldırım, Fatiha sûresi tef
sin. s.21.
11.S.Nursî. Işârâtu'l-i'câz. s. 16 Krs -ıTaberî
Câmiül Beyan 1.62
12.F.Râzî. Mefâtîh. 1.180.
13.S, Kutub. Fi ZHâli'l-Kur'ân, 1.16-17.
14.Bu iki vasıf tık. farkların tafsilatı için
bkz.Alûsî. 1.58-66: S.Yıldmm. Kur'ânda Tan
rılık. s.103-10.
15.M.Abduh-R.Rıda.Tef.el-Uenâr, 1.75.
16.lşârâtu'1-ı 'eâz.s.17: S.Yıldırım. Fatiha sû
resi tefsiri, s.17-18.
17.S.Kutub. R Zılâlı'l-Kur'ân. 1.18.
18.Beydâvî, 1-13. 19. Taberî, 1.6!.
20.F.Râzî. Mefâtîh. 1.244-245.
21.Beydâvî. 1.14. 22. Elmalılı. 1,96.
23.Ibnu Kayyımı l-Cevziyye. et-Tefsûru'l-kayyim. s.47. 24. 24.Elmalılı. 1.110.
25.Isârâtu'l-i'câz. s.18.
26.F.Razî, L.248-249.
27.Sahmu Müslim. K.Salat 38 ve dürt ashâb-ı
Sünen.
28.Elmalılı. 1.104-105.
29.Ibnü Kayylmi'l-Cevziyye. et-tefsûru'l-
kayyim. s.49.
30.Işaratu'l-İ'câz. s.19-20: F.Râzî. 1,183.
31.Bu husustaki hadis-i şenf için bkz. Tlrmi-
zî.K.Tefsîr. Fatiha sûresinin tefsirinde.
M.A.Nâsıf. et-Tac, IV, 37' (Ahmed tbn Hanbel
ve sahih diyerek Ibnu Hibbân'dan), Taberi,
1.185; Tefsîru'l-Menâr. 1.97.
32.Süyütî. el-ltkân, IV.200.
33.Elmalılı. 1.56.
34.Suyûtî, el-[tkân, tll. 318'de tabiînden
Hasanu'l-Basrî (r.a.| den.
35.lşâratu'H'Câz.s.11 36.Elmalılı.1.142-144
37.Suyûtî. el-ltkan, IV,l37'deSaîd Ibn Man-
sûr ve el-BeyhakTden.
38.Sahîlıu'l-Buhâri. Fedâilu'l-Kur'an. 9 ve dört
ashâb-ı Sünen.

BİBLİYOGRAFYA
1.Kütüb-l Sİtte.
2.Taberî, Câmiu'l-beyân an te'vîli'l-Kur'an. Ka
hire. 3.bas. 1378/1968. l.
3.Fahruddîn Râzî. Mefathu'l-9ayb. Tahran. 2.
bas., c.!.
4.Beydâvî, Envâru't-tenzTl. (Sirbînî'nin hami*
sinde). Kahire, 1311. c.l.
5.Neşen. Medarlku't-tenzîl, Kahire.
1385/1966. c.l.
6.lbnuKayımı'ı-Cevıiyye.et-Tefsîrıj.'i-kayyim
7.Suyûtî. el-ltkân fi ulu mi'l-Kur'ân. Njr.
M.E.Ibrahlm, Kah.. 1387,1-IV.
8.M.E.es-Senkîtl Edvâ'ul-beyân fi îdahl'l-
Kur'ân. Riyad. 1403. c.l.
9.S.Nursî. Isaratu'l-i'câı. (Türkçe trc,). Anka
ra. 1959. s.11-25.
10.M.Abduh-R.Rıdâ. Tefsüru'i-Menar. Kahire.
4.bas.1373/i954. Kahire, e.I.
11.Elmalılı. M.H.Yazır. Hak Dini Kur'ân Dili.
istanbul. 1935.1,15-145.
12.âlüsî. Rühu'l-meânî. Beyrut, (ofset bas,),
l. 33-98.
13.S.Kütub. Fi Zılâin-Kur'an, Beyrut. S.bas..
tarihsiz, c.l.
14.Hasanu'l-Bennâ. Tefsîru Fâtlhati'l-Kitab,
Beyrut. 1391/1972, s.35-71.
15.Suat Yıldırım, Fatiha süresinin tefsiri, Er
zurum, 1979 (A.O.Islâmî ilimler Fak.). s.1 -26.

Fatiha Suresi, Müddesir suresinden sonra Mekke'de inmiştir. 7 ayetten oluşmaktadır. Tam olarak inen ilk suredir. Resmi sıralamada birinci, nüzul sırası itibarıyla beşinci sûredir. Kur'an'ın ilk sûresi olduğu için açış yapan, açan manasına "Fâtiha" denilmiştir. Halk arasında yaygın olarak "El-Hamdülillah" suresi olarak da bilinir. Bu sureye "ana kitap" manasında "Ümmü'l-Kitâp", "dinin esaslarını ihtiva eden" manasında "el-Esâs" isimleri verildiği gibi, ana hatlarıyla İslâm'ı anlattığı için "el-Vâfiye" ve "el-Seb'u'l-Mesânî", birçok sırrı taşıdığı için "el-Kenz" gibi isimler de verilmiştir. Peygamberimiz "Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz" buyurmuştur. Bundan dolayı beş vakit namazın her rek'atında bu sûreyi okumak vâciptir. Namaz kılan her Müslüman, bu sureyi günde kırk kere okumaktadır.
Bismillahirrahmanirrahim.
"Elhamdü lillâhi rabbil’alemin. Errahmânir’rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în, İhdinessırâtel müstâkim. Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn."
Anlamı : "Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir. "
Manası itibariyle Fâtiha, en büyük dua ve münâcâttır. Kur'an'ın ihtiva ettiği esaslar ana hatlarıyla Fâtiha'da vardır. Fâtiha'da, övgüye ve ibadete lâyık tek Allah'ın varlığı, O'nun hakimiyeti, kulluğun yalnız Allah'a yapılacağı, yardımın yalnızca Allah'tan geldiği, doğru yola varmanın da doğru yoldan sapmanın da Allah'ın iradesine dayandığı, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğu hususları ifade edilmiştir. Ayrıca bu surede Allah'ın "rabb", "rahman" ve "rahim" gibi yüce sıfatlarından da bahsedilmektedir. Rab; terbiye eden, besleyip büyüten, istediği şekle sokan, kullarına "yap, yapma!" diye tekliflerde bulunan, bazen sevindiren, bazen korkutan ve yavaş yavaş yetiştirip kemâle erdiren demektir.
fatiha suresi
Rahmân, bu surede Allâh'ın ikinci sıfatı olup pek merhametli, sonsuz ve umûmî rahmet sahibi demektir. Başka bir deyişle Rahmân; her varlığa yaradılışının gerektirdiği gayeye göre bir takım kabiliyetler veren, şahsının ve türünün yaşaması için gereken her şeyi hepsine birden, bunların isteyip istemediğine, çalışıp çalışmadığına, îmanlı veya îmansız olduğuna bakmayarak vermiş olan ezelî, geniş, sonsuz rahmet sahibi demektir. Rahîm; çok merhamet edici demektir. Bu da, Allah'ın üçüncü sıfatıdır. Allah'ın Rahîm sıfatını taşımasının anlamı şudur: Akıl ve iradeye, iyiyi kötüden seçme kudretine sahip olarak yaratmış olduğu insanlara Allah, rahman sıfatının gerektirdiğinden fazla olarak, çalışmalarının karşılığı artı nimetler verir. Allah'ın bu nimetlerine kavuşmak için her şeyden evvel, insanın iradesini kullanarak çalışması, Allah'ın gösterdiği yoldan yürümesi gerekir. Allah isterse onun bir amelini bin bir mükâfat ile de karşılar. Bu rahîm sıfatının gereğidir.
"Mâliki yevmi'd-dîn" (Din Günü'nün Sahibi), Yüce Allah'ın surede geçen diğer sıfatıdır. Bu sıfatı gereğince Allah, insanın yaptığı her iyi ve kötü işin karşılığını mutlaka ahirette verir.
Fâtiha'da Allâh'ın yüce sıfatları böylece belirtildikten sonra, bu sıfatlara sahip Allah'a karşı kulun tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiği ifade edilir. Kul, yalnızca bu yüce sıfatlara sahip Allah'a ibadet etmeli ve ona sığınmalı, ondan kendisini hidayete erdirmesini dilemelidir. 

Müddesir sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 7 (yedi) âyettir. Kur'an'ın ilk sûresi olduğu için açış yapan, açan manasına "Fâtiha" denilmiştir. Diğer adları şunlardır: Ana kitap manasına "Ümmü'l-Kitâp" dinin asıllarını ihtiva eden manasına "el-Esâs", ana hatlarıyla İslâm'ı anlattığı için "el-Vâfiye" ve "el-Seb'u'l-Mesânî", birçok esrarı taşıdığı için "el-Kenz". Peygamberimiz "Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz" buyurmuştur. Onun için, Fâtiha, namazların her rekâtında okunur. Manası itibariyle Fâtiha, en büyük dua ve münâcâttır. Kulluğun yalnız Allah'a yapılacağı, desteğin yalnızca Allah'tan geldiği, doğru yola varmanın da doğru yoldan sapmanın da Allah'ın iradesine dayandığı, çünkü hayrı da şerri de yaratanın Allah olduğu hususları bu sûrede ifadesini bulmuştur. Kur'an, insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiştir. Kur'an'ın ihtiva ettiği esaslar ana hatları ile Fâtiha'da vardır. Zira Fâtiha'da, övgüye, ta'zime ve ibadete lâyık bir tek Allah'ın varlığı, O'nun hakimiyeti, O'ndan başka dayanılacak bir güç bulunmadığı anlatılır ve doğru yola gitme, iyi insan olma dileğinde bulunulur. Hicretten önce nazil olmuştur. 7 ayettir.
1. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
3. O, rahmândır ve rahîmdir.
4. Ceza gününün mâlikidir.
5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
6. Bize doğru yolu göster.
7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

Fatiha, fethetmek yani açmak kökünden gelen bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerim bu sure ile açıldığı için sureye “Fatiha Suresi” denilmiştir. Fatiha Suresine Kur’ânın hülasası, anası ve esası anlamında “Ümmü’l-Kitap” ve “Ümmü’l-Kur’ân” denilmiştir. Yüce Allah Fatiha’ya “Seb’ul-Mesanî ve’l-Kur’âni’l-Azîm” (Hicr, 15:87) adını verir. Peygamberimiz (sav) bunun Fatiha Suresi olduğunu açıklamıştır. (Buhârî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 1; Fezâilu'l-Kur'ân, 9) Sadece “Fatiha Suresi” inzal edilmiş olsaydı iman için yeterli olacağından bu sureye “Kâfiye” ve “Vâfiye” de denilmiştir. Çünkü “Fatiha” içinde bütün Kur’ân-ı Kerimin özünü toplamıştır.
Fatiha Suresi peygamberimize (sav) iki defa nazil olmuştur. Birincisi Vahyin ilk başlangıcında Cebrail (as) peygamberimize nafile olarak sabah-akşam namaz kılmayı öğrettiği zaman “Fatiha Suresini” de öğretmiş ve abdest ile beraber ibadet olarak namazı talim etmiştir. Peygamberimiz (sav) “Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de benzeri olmayan bir sure” olarak tarif ettiği bu sureye ayrıca “Hamd Suresi” denilmektedir. Çünkü sure “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” ile başlamaktadır.
Fatiha Suresi insanlara yaratılış amacını, ibadet ve ahlak esaslarını tam olarak talim ettiği için Tercümanü’l-Kur’ân olan Hz. Abdullah b. Abbas (ra) “Kur’ânın esası Fatiha’dır, Fatiha’nın esası da Besmele’dir” (İbn-i Kesir, Tefsir, -1388-Beyrut) 1:8) Fatiha o kadar değerli bir suredir ki her mü’minin kalbindedir ve Fatihasız namaz makbul değildir. Peygamberimiz (sav) “Fatihasız namaz olmaz” buyurmuşlardır. Hz. Ali (ra) “Fatiha’yı şefaatçi yaparak ne isterseniz Allah verir” buyurmuştur. Bu sebepten dolayı Fatiha Suresi nazil olunca şeytan korku ve dehşete kapılarak feryat etmiştir. Peygamberimiz (sav) “Fatiha’yı okumak bütün dertlere devadır. Her nevi zehire karşı şifadır.” (Feyzü’l-Kadir, 4:418, 420)
1. Fatiha Suresinin Meâl-i Âlisi:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile... Hamd ve sena, şükür ve minnet yalnızca tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a hastır. O Allah Rahmandır, rahmeti bütün âlemleri kuşatmıştır. Rahimdir, şefkati ile tüm inananları ahirette cehennemden korur. Ahiret âlemlerinin, din gününün sahibi yalnız O’dur. Biz bütün varlıklar yalnız Sana ibadet eder, sadece Senden yardım isteriz. Bizi Sırat-ı Müstakimde istikamet üzere doğru yolda hidayete erdir. Kendilerine nimet verdiğin peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yoluna ilet. Gadaba uğramış olan felsefecilerin ve yoldan çıkmış ehl-i dalalet ve ilhadın yoluna değil…”
2. Surenin Tefsiri:
1. “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…” Bu ayet “Besmele” olarak isimlendirilir. Peygamberimiz (sav) besmele ile ilgili olarak “Besmele ile ism-i azam gözün siyahı ile beyazı gibidir” (İbn-i Kesir, Tefsir, 1:17) buyurmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerimin takip ettiği dört temel amaç vardır: “Tevhit, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadet.” Besmele her dördüne işaret eder. “Bismillah” tevhide, “Rahman” nizam ve adalete, “Rahim” haşre ve surenin başında gizli olan “Kul” ise nübüvvete işaret eder. (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s. 30) “Allah” ism-i zat olduğu için yüce Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına işaret eder. “Rahman” Rezzak ve Hallak anlamında olup dünyayı, “Rahim” şefkat ve merhameti ile ahirete işaret eder.
Yüce Allah’ın isimleri içinde Lafzatullah’tan sonra öne çıkan “Rahman” ve “Rahim” isimleridir. Bu isimlerden “Rahman” Allah’ın celal isimlerini temsil eder, “Rahim” ise cemal isimlerini ifade eder. Böylece bin bir esmanın tümünü içine alır. Besmelenin bu uluvv-ü şanından dolayıdır ki İmam-ı Şafi (ra) “Besmele bir tek ayet olduğu halde Kur’ân-ı Kerimde 114 defa nazil olmuştur.”
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri İşaratu’l-İ’câz isimli tefsirinde “Yüce Allah’ın “Zâtî İsimleri” olduğu gibi “Fiilî İsimleri” de vardır. Bu fiilî isimleri Gaffar, Rezzak, Muhyî ve Mümît gibi pek çok nevileri vardır. Bu isimler Kudret-i Ezeliyenin mevcudatın nevilerine ve fertlerine olan nispet ve taallukundan husule gelirler. Bu itibarla “Bismillah” Kudret-i Ezeliyenin taalluk ve tesirini celp eder ve o taalluk abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın” (İşaratu’l-İ’câz, 32) demektedir.
Kur’ân-ı Kerim ilminde ihtisas sahibi olan İslam bilginleri derler ki “Besmelenin her surenin başında ayrı ayrı nazil olmuştur. Çünkü sahabeler Kur’ân-ı Kerimde olmayan bir şeyi asla yazmamışlardır” demişler ve “Âmin!” cümlesi fatihanın sonunda daima söylendiği halde Kur’andan olmadığı için yazılmadığına dikkatlerimizi çekmişlerdir. İbn-i Abbas (ra) “Besmele okumayı terk eden Kur’andan 114 ayet terk etmiş olur” demiştir.
“Bismillah” Allah adıyla, onun namına, onun izni ve rızası ile bir işe teşebbüs etmeyi ifade eder. Allah’a dayanarak ve güvenerek iş yapan arkasına Allah’ın yardımını almış olur. Peygamberimiz (sav) “Bismillah her kitabın anahtarıdır” (Ramuzu’l-Hadis, 241) buyurmuştur. Bediüzzaman Said Nursi (ra) bu hadisi “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız” (Sözler, 2005, s.15) ifadeleri ile açıklamıştır. Peygamberimiz (sav) “Mü’min gayretlidir, mütevekkildir, gücü yettiği işlerde müteşebbistir, Allah’a güvenerek canla başla çalışır. Gücü yetmediği işlerde ise ‘keşke gücüm yetse de bunu da, şunu da yapabilsem diye hasret içinde olduğunu görürsün” (Feyzu’l-Kadir, 3:229) buyurur.
Besmele işlerin hayrı ve bereketidir. Peygamberimiz (sav) “Hangi iş ki besmele ile başlanmazsa sonunda hayır ve bereket olmaz” (Ahmed b. Hanbel 2:359; Camiu’s-Sağir, 3:80) buyurmuşlardır. “Bismillahirrahmanirrahîm” zikirdir. Bunun için devamlı okunması Allah’ı zikretmek demektir. Yemeğe başlarken de başta “Bismillah” zikir ve sonunda “Elhamdülillah” şükürdür. Şafii ulemasından İmam Nevevî, Ezkâr’ında Bismillah “Besmele’nin adı olduğu için kısaca böyle söylenmiştir. Efdal olanı ‘Bismillahirrahmanirrahîm’ demektir” demiştir.
2. “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a Hamd olsun.”
“Allah” ismi yüce Allah’ın özel adıdır. Bunun için hiçbir mahlûka bu isim verilemez. Bu ismin kendisi de özel olduğu için müfrettir, müsennâ ve cemisi, müzekker ve müennesi yoktur. Allah’tan başkasına ancak “Abdullah” şeklinde isim olarak verilebilir. Bunun için “Allah’tan başka Allah yoktur” denilmez ancak “Allah’tan başka ilah yoktur” diyerek şirk reddedilir. İmam-ı Azam “Fıkh-ı Ekber” isimli risalesinde bu sebeple “Allah sayı itibariyle değil, şeriki olmaması yönü ile birdir” demiştir. Allah kelimesinin hiçbir dilde karşılığı da yoktur. O her yerde Allah olarak bilinir. Başka dillerde ancak “İlah” manasında farklı kelimeler kullanılır.
“Rab” Yüce Allah’ın “Rububiyetini” ifade eder. Rububiyet ise, yaratma, rızık verme ve terbiye etme fiillerinin bütününe verilen isimdir. Bu üç fiili birbirini gerektirir. Rabbü’l-âlemin ise bütün âlemlerin rabbi, yaratıcısı, rızıklarını veren ve onları terbiye edenin Allah olduğunu ifade eder.
“Âlemîn” “Bütün Âlemler” demektir. Bu âlemlerin on sekiz bin olduğu ifade edilmiştir. Semavatta binler âlemler vardır. Yıldızların bir kısmı her biri bir âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkat birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir. “Rabbu’l-âlemîn” tabiri “Doğrudan doğruya her bir âlem Cenâb-ı Hakkın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir” demektir. (Mektubat, 2004, s. 550)
“Hamd” teşekkür, medih ve minnet anlamındadır. “Elhamdü Lillah” “Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve layıktır o zata ki Allah denilir” demektir. (Mektubat, 666)
Müfessirler “Elhamdü Lillah” cümlesini Abdullah b. Abbas’ın (ra) anlattığı gibi “Şükür Allah’adır, O’na iman edip itaat ederek boyun bükmek, saygı duymak, Ulûhiyet ve Rububiyet haklarını tanımak, Ondan gelen her nevi iyilik ve nimete, kötülük ve musibete, inâyet ve hidâyete karşı ikrar ve teslimiyette bulunmak ve O’na layıkı ile şükür edilemeyeceğini yakînen bilmektir” şeklinde yorumlamışlardır. (İbn-i kesir, Tefsir, 1:22) Peygamberimiz (sav) “Zikrin en efdali Lâ ilâhe İllallah” şükrün en efdali de “Elhamdülillah” kelimesidir” (Feyzu’l-Kadir, 2:33) buyurarak buna işaret etmiştir.
3. “O Allah “Rahman”dır ve “Rahim”dir.”
Yüce Allah Fatiha’nın ilk ayeti olan ‘Besmele’de zikretmiş olduğu “Rahman ve Rahim” isimlerin burada tekrar etmesi “Rahman ve Rahim” isimlerinin “İsm-i Azam” olup Allah’ın Celâlî ve Cemâlî bütün esmasına kaynak olmalarından ve bu iki ismin “Uluvv-ü Şanından” dolayıdır.
Burada “Âlemleri terbiye etme” yönü ile bu iki isim ele alınmıştır. Terbiyenin ise “Biri menfaatleri celp, diğeri mazarratları def etmek üzere iki esası vardır. Âlemlere bakan yönü ile “Rezzak” manasında olan “Rahman” menfaatleri celp etme yönüne, “Gaffar” manasında olan “Rahim” ismi ise mazarratı def etme cihetine bakmaktadır ve bunun için ikinci defa tekrar edilmiştir. Bu sebepten dolayı da ikisi birbiri ile bağlanmıştır. (İşaratu’l-İ’câz, 38-39)
4. O Allah “Din Gününün Meliki, Mâliki ve Sahibidir.”
Marifetullah ibadetlerde olduğu gibi kitabî, tevkıfî ve sem’îdir; içtihâdî ve keşfî değildir. Biz Allah’ı kitabının bize anlattığı ve peygamberinin açıkladığı şekli ile bilir ve tanırız. Aklî ve kıyâsî değildir. Bunun için iman esasları akıl ve kıyas yolu ile bilinemez, semî, tasdîkî ve teslîmîdir. Bununla beraber akıl nassları anlamak ve yorumlamak için kıyas ve temsiller ile izah edebilir; ancak bu izahlar nassların zahiri ile çelişmemelidir.
“Din Günü” ahiret ve dünyadaki çalışmaların ve ibadetlerin mükâfatının verileceği yer olduğu için “Rahmettir.” Rahman ve Rahim sıfatlarının sonucudur. Çünkü rahmetin rahmet olması devamlı olmaya bağlıdır. Bu cihette Allah’ın rahmeti ve şefkati saadet-i ebediyenin en büyük delilidir. “Evet, rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması, ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır.” (İşaratü’l-İ’câz, 39)
Evet, saadet-i ebediye olmazsa, en büyük nimetlerden sayılan akıl, insan kafasında onu devamlı taciz ve rahatsız eden bir yılan vazifesi görmekten başka bir şeye yaramaz. Ayrıca en lâtif ve güzel nimetlerden sayılan şefkat ve merhamet, ebedî bir ayrılık düşüncesi ile en büyük elemler sırasına geçer.
“Yevm” kelimesi haşrin vukuunu gösteren em büyük delillerden birisidir. Zira “gün” demek olan yevm kelimesinin ifade ettiği anlam çok geniştir. Nasıl ki saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamamladığı zaman behemehâl, ister-istemez ötekilerin de devirlerini tamam edeceği kanaati hâsıl olur. Aynı şekilde “yevm” insan ömrü ve dünya ömrü içinde tayin edilen manevi millerden birisi devrini tamam edince öbürünün de velev uzun bir zaman içinde de olsa devrini tamamlayacağına hükmedilir. Yine bir gün ve bir sene içinde meydana gelen küçük kıyamet ve haşirleri gören adam, büyük haşrin vukuu ile saadet-i ebediyenin insanlara ihsan edileceğine şüphe etmez. (İ.İ, 40)
“Din Günü” demek cezâ günü demektir. Çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek gündür. Hayrın cezası mükâfat ve cennet, şerrin cezası ise cehennem ve azaptır. Yine “Din Günü” Hakaık-ı diniyenin tam manası ile ortaya çıkacağı gün demektir. O gün sebepler ortadan kalkar ve daire-i itikat, daire-i esbaba galebe çalar.
Yüce Allah dünyada sonuçları sebeplere bağlayarak kâinatın nizamını temin etmiştir. Her şeyi bu nizama uymaya ve o nizamla kalmaya yöneltmiştir. İnsanı da sebepler dairesine müracaat ederek bunlara uymakla mükellef kılmış ve dünyada başarıyı sebeplere sarılma şartına bağlamıştır. Ahirette ise buna ihtiyaç olmadığı için sebepler ortadan kalkacak ve her şey itikat ettiğimiz şekilde kudret-i ilâhiye ile cereyan ettiği gözle de görülecektir. Bunun için imtihana gerek kalmayacaktır. Bu sebeple ahirete “Din Günü” denilmiştir. (İ.İ, 40-41)
5. “Ey Rabbimiz! Biz ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım isteriz.”
İtikatta ve ibadette “Tevhit” esastır. Bu ayet “ibadet ve istiâneyi” sadece Allah’a tahsis etmekle tevhide işaret etmiştir. İmanda ve ibadette istikamet budur. İbadetin ibadet olası için Allah’a has olması gerekir. Buna “İhlâs” denir. İhlâstan yoksun bir ibadet, ibadet olmaktan uzaktır. Bu ayet bu hususu net bir şekilde ifade etmektedir.
Nitekim İslam bilginleri ibadetin tarifini “El-İbadetü’lletî kânet vacibeten ale’l-ibâdi ve hiye küllühâ bi-emrillehi” yani, “İbadetler ancak Allah’ın emri ile kullarına vacip olur.” “El-İbadetü, iclâlü’r-Rabbi ve ta’zîmühû” yani, “İbadet Allah’ı yüceltmek ve tazim amacı ile yapılır” demişlerdir. (Fıkh-ı Ekber, Şerh-i Ebu’l-Müntehâ, s. 14)
Öz ve özet olarak ibadet, Allah’ın emrine itaattir ve ancak Allah için yapılır. İbadetin esası Allah’ın emrini ta’zîm, yani yüceltmektir. İbadet kulun Allah’a yaklaşmasına ve rızasına ulaşmasına sebep ve vesiledir.
İslam bilginleri ibadet için “Sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir. Yüce Allah sebepsiz insanı cennete ve cehenneme koymaz. Cennetin sebebi iman ve Salih amel, cehennemin sebebi ise küfür ve isyandır. Amel-i salihe yapışmak sebebe yapışmaktır. Bu bakımdan farz ve vaciptir. Basamaksız, merdivensiz yukarı çıkmak mümkün olmadığı gibi, amelsiz maksada ulaşmak da mümkün değildir. Zira, amel Allah’ın emridir ve Allah cenneti bu amele göre vermektedir. Cehenneme de sebepsiz yere değil, isyan ve günahların cezası ve neticesi olarak gönderecektir” demişlerdir.
İbadetin üç temel şartı vardır: Birincisi ve en mühimi “Niyet”tir. Niyet âdeti ibadete çeviren ve ibadeti de hükümsüz hale getiren bir iksirdir. Niyet, âdeti ibadetten ayırmak için meşru kılınmıştır. Bu sebeple ibadetin farzlarında birisidir. “Ameller niyetlere göredir” (Buhari, Bed’ul-Vahy, 1) hadisi bu hususu açıklamaktadır. İbadetin sahih ve kâmil olması için niyet şarttır. Niyet, kalbin ameldir. Bir amelin ibadet sayılması için kalbî niyete, yani bir işe yönelmesi ve azmetmesi gerekir. Bunun için İslam bilginleri ibadeti “niyete mukarin olan ameldir” şeklinde tarif etmişlerdir. İbadetin ikinci şartı, dünyevi bir beklenti içinde olmamaktır. İbadet ve sevabı tamamen uhrevî ve mânevîdir. Yüce Allah buyurdu: “Kendilerine ilim verilenler dediler ki: Yazık size! İman edip Salih amel işleyenler için Allah’ın sevabı elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler kavuşurlar.” (Kasas, 28:80)
İbadetin üçüncü şartı ise “İhlâs”tır. İhlâs, halis, arı ve duru tevhit inancıdır. Bunun için tevhidi anlatan ve Allah’ın zatî sıfatlarını ders veren “Tevhit Suresi”ne “İhlâs Suresi” yüce Allah “İhlâs Suresi” adını vermiştir. Nitekim yüce Allah “Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, amel-i salihte bulunsun ve Rabbine olan ibadetinde hiçbir şeyi ortak etmesin” (Kehf, 18:110) buyurmaktadır. Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde “Ey İnsanlar! Amellerinizde hâlis olun. Allah ihlâs ile yapılmayan amellerden hiçbirini kabul etmez. Kim de Allah’a halis bir şekilde iman eder, namazını dosdoğru kılar ve zekâtını vermiş olarak dünyadan ayrılırsa Allah’ı kendisinden razı etmiş olarak ayrılmış olur.” (Münzirî, Terğib ve Terhib, 1:53-55) buyurmuşlardır. İhlâsın zıddı riyadır. Riya ise gizli şirktir.
Amellerin makbul olması için de “İman, ihlâs, niyet ve sünnet” üzere olması şarttır. Çünkü iman olur amel olmazsa kurtuluş mümkün olmaz, amel olur iman olmazsa bu zaten küfürdür. İman ve amel olur da ihlâs olmazsa amel makbul olmaz. Amel olur, niyet olmazsa o zaman da nifak olur. Amel şayet sünnete uygun olmazsa o zaman da bid’at olur. Çünkü, kulun sünnete uygun olmayan bütün fiilleri keyfî ve nefsânî yaşayıştan ibarettir. Kim Resulullah’ın (sav) sünnetine uymadan amel işlerse onun bu ameli batıldır.
Hz. Ali (ra) sohbetlerinde ve hutbelerinde daima “El-Ferâiz, El-Ferâiz…” buyurarak farzlara dikkatleri çeker. Peygamberimizin (sav) hadisleri ile sabittir ki “Farz ibadetler kadar insanı Allah’a yaklaştıran ibadet yoktur.” Nafile ibadetler ancak farz ibadetlerin ifasından sonra kişiyi Allah’a yaklaştırmaya devam eden ibadetlerdir. Farzları terk ederek işlenen nafileler insanı Allah’tan uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Çünkü bu Allah’ın rızasına ve isteğine göre değil, insanın nefsinin ve aklının heva ve hevesine göre hareket etmesi anlamına gelir.
3. TETİMME:
Fatiha Suresinin İsimleri: “Fatiha, Seb’ul Mesânî, Ümmü’l-Kitap, Suretu’l-Hamd, Esas, Vâfiye, Kâfiye, Kenz, Salât, Sure-i Şükür, Sure-i Dua, Sure-i Şifâ” gibi isimleri vardır.
Fatiha Suresinin Fazileti:
Peygamberimiz (sav) buyurdular: “Fatiha Suresi her derdin devasıdır.” (Kenzu’l-Ummal, 1:559; Dârimî, Fezailu’l-Kurân, 12) “Ümmü’l-Kur’ânı okumayanın namazı yoktur.” (Müslim, Salât, 36, 40) “Fatihatu’l-Kitâp, Arş’ın altındaki bir hazineden indirilmiştir.” (Kenzu’l-Ummal, 1:557) “Sana Kur’ândaki en büyük sureyi öğreteyim mi? Bu Seb’ul-Mesânî, namazda tekrar edilen yedi ayettir ve bana verilen eşsiz bir suredir.” (Buhari, Fezailu’l-Kurân, 9)
İbn-i Abbas (ra) “Hasta olduğun veya bir yerinden şikâyet ettiğin zaman Esas’a ve Fatiha’ya sarıl” buyurdular. (Kurtubî, 1:113)
Peygamberimiz (sav) yine buyurdular: “Dört şey Arşu’r-Rahman’ın altındaki hazineden inzal edilmiştir. Bunlar: Fatiha Suresi, Ayete’l-Kürsi, Bakara Suresinin son âyetleri, Kevser Suresi” (Kenzu’l-Ummal, 1:558) “İblis dört defa kahrından bağırdığı ifade edilmiştir. Lânetlendiği zaman, yeryüzüne indirildiği zaman, Hz. Peygambere (sav) risalet verildiği zaman ve Fatiha-i Şerife nazil olduğu zaman” (Ebu Nuaym, Hilye, 3:297)

Fatiha Suresi Fazileti


Fatiha Suresi övgü ve dua olarak ikiye ayrılır. Allah, Fatiha Suresini okuyanı över. Fatiha Suresini okuyan kişi tüm Kuran’ı okumuş gibi sevaba nail olur. Fatiha Suresi 7 ayettir. Fatihayı çok okuyan kişiye bu ayet Cehennem kapılarında kapak olur. Cehennem üzerinden salim olarak geçer. Fatiha ve Ayetel Kürsiyi okuyan; cin, şeytan ve insan şerrinden emin olur. Fatihayı okuyan Allah’a şükrünü yerine getirmiş olur. Fatiha Suresi şifa verir. Ruhsal ve bedensel hastalıkları iyileştirir. Fatiha; istekdir, münacaattır, dua dır. Fatiha Suresi her derde devadır. Fatiha Suresi indiğinde şeytan feryat etmiştir. Çünkü Fatiha okuyanın mükafatı, Cehennem ateşinin ona haram olmasıdır.
Fatiha Suresi ile sırra erişilir. Arzuladığına hemen kavuşursun, şeref ve makama sahip olursun. Fakirlik, kötülük ve korkulardan emin olursun. Dünya ve ahiret saadetine kavuşursun.
Fatiha Suresinde bin zahir, bin de batın olmak üzere toplam iki bin hassa vardır. Ayet sayısı 7 dir. Fatiha 25 kelimedir. Kimi alimlere göre 123, kimine göre 125, bazısına görede 130 harf dir.
Hasta üzerine 41 Fatiha okunursa hasta şifa bulur.
Her gün Sabah namazının farzı ile sünneti arasında 41 defa Fatiha okuyan kişi; makam ve mevki sahibi olur. Fakirlik görmez, hastaysa şifa, zayıfsa kuvvet bulur. Emniyet içinde bulunur. Kısırsa çocuğu olur. İzzet ve şeref elde eder.
Her farz namazlarının ardından 7 Fatiha okuyan kişiye hayır kapıları açılır.
25 Estağfurullah, 11 İhlas, 7 Fatiha, 33 Selatü Selam okuyup; Peygamberimizin (s.a.v.), evliyanın, ashabı kiramın ruhlarına hediye edip, onların yüzü suyu hürmetine şifa isteyen kişiye Allah şifasını verir.
Farz namazları arkasından 20 defa Fatiha okuyan kişinin rızkı genişler, durumu düzelir, iç alemi nurlanır.
Sabah namazından sonra 30, öğle namazı sonrası 25, ikindi namazı sonrası 20, akşam namazı sonrası 15, yatsı namazı sonrası 10 defa Fatiha Suresi okunur. Toplam 100e ulaşır. Buna devam eden kişiye Allah istediğini verir.
Farz namazları ardından 100 Fatiha okuyan maksat ve arzusuna hemen kavuşur.
Sabah namazı ardından 125 Fatiha okuyan istediği şeyi elde eder.
Fatiha Suresini 125 bin defa okuyana büyük faydaları vardır.
Her gün Fatihayı 313 defa okuyanın isteği ve arzusu yerine gelir. Tembellik ve korkudan kurtulur. Allah okuyanın içini ve dışını temizler.
Yatarken Fatiha ile 3 İhlasla, Felak ve Nas surelerini okuyan herşeyden güven içinde olur.
İçi su dolu kaba 40 Fatiha okuyup, hastanın bedeni o su ile yıkanırsa hasta şifa bulur.
Haceti, isteği olan, akşam namazının ardından 40 Fatiha okuyup dileğini Allah’dan isterse dileğine kavuşur.
Göz ağrısı için sabah namazının sünneti ile farzı arasında 40 fatiha okuyup, şifasını Allah dan dilesin. Tükrüğünü parmak ucuyla gözüne sürsün veya okuyan kişi hastanın yüzüne üflesin.
Yola gidecek kişi kapıdan çıkarken 40 defa Fatiha okursa, güven içinde geri döner.
Sağ elini ağrıyan yere koyup, 7 defa Fatiha okur ve “Allah’ım hissettiğim acı ve ağrının kötülüğünü bender gider. Peygamberin Muhammed s.a.v. davetiyle beni bu acıdan kurtar” diye dua ederse Allah şifa verir.
Rızık için, yeni ayın pazar günü aya bakılır ve 70 Fatiha okunur. Pazartesi 60, salı 50, çarşamba 40, perşembe 30, cuma 20, cumartesi 10 olarak 7 gün okunur ve buna her ay devam edilir.
Fatiha Suresini seher vakti 41 defa okumayı adet haline getirene Allah rızık genişliği verir, işlerini kolaylaştırır.
Hayır için veya bir musibetten kurtulmak için günde 313 defa okunur veya 3 günde 1000 defa okunur.
Halvete çekilip günde 1000 defa Fatiha okuyarak gündüzleri oruç tutan, okurken buhur yakan (ud ve anber) bir takım esrarlara vakıf olur. (7 gün okunur)
Susuzluk ve açlık çeken; sabah Fatiha Suresini okuyup eline üflesin, sonra ellerini yüzüne ve karın bölgesine dokundurursa bu hislerden kurtulur.
Fatiha Suresi bir kaba yazılıp, su konulur ve yazı silindikten sonra hastaya içirilirse şifa bulur. Aynı şekilde ağrıyan yere 3 defa sürülürse ve Allah’ım sen afiyet ver. Sen afiyet verirsin diye dua edilir.
Ruhi deprasyonda olan hasta için; Fatiha Suresi bir kaba yazılır, içine su konulur, yazı silindikten sonra hasta o suyla yüzünü yıkarsa şifa bulur. İçerse sakinleşir.
Fatiha Suresi, safran, misk ve gül suyu karışımı ile yazıp, bunu su ile silip içersen zekan açılır. İşittiğini unutmazsın. Gül yağı ile silip kulak ağrısı için kulağa damlatıldığında ağrı geçer. Yine bir kaba yazıp kına çiçeği yağıyla silip 70 kere Fatiha okuyup ağrı olan yere veya felç, romatizmalı yere sürülürse şifa bulur.(tıbbi müdahele imkanı olmayan durumlarda uygulanır)
Akrep ve yılan sokan kişi, zehir çıkarıldıktan sonra, ağrının geçmesi için bir kaba su ve tuz konulur. 7 defa Fatiha okunur ve içirilir. Ağrı geçer.
Bir kişiden itibar görmek veya zalim kişinin yanına gitmek zorunda kalan kimse, 19 defa Fatiha okuyup, o kişinin yüzüne üflerse, onun şerrinden emin olur, itibar görür.
Cuma günü sabah namazının ardından 41 defa Fatiha Suresini yazıp üzerinde taşıyan kişi; cin, şeytan ve insan şerrinden korunur.
Gece, gündüz Fatiha okuyan tembellikten, ağır davranmaktan kurtulur. Hastalıklardan, cin, şeytan ve insanlardan gelecek zararlardan korunur.
Gözü ağrıyan sabah 3 Fatiha okuyarak parmağıyla göz kapaklarına sürerse ağrı geçer.
Bir isteği, haceti olan, maksadının olması için 2 rekat Allah rızası için namaz kılar ve namaz kıldıktan sonra 7 Fatiha okuyup dua ederse isteği olur.
Bir haceti, isteği olan maksadının olması için 40 gün ara vermeden, sabah namazının ardından, güneş doğmadan 41 defa Fatiha okuyarak Ya Rabbel Alemin, Ya Rabbel Azim, Fatiha Suresinin hürmetine isteğimi yada hacetimi ihsan buyur diye dua ederse haceti olur.
Yatağa uzandığın zaman; Fatiha, Ayetel Kürsi, Ve inne Rabbeküm AYETİNİ muhsinin ‘e kadar, Haşr suresinin Huvalla Hülleziyi sonuna kadar, İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyarak, yatıp, uyunursa 2 melek gelir ve tüm tehlikelerden korumak için sabaha kadar beklerler.
Hasta olan kişi; bir kap içine zemzem yada yağmur suyu koyup, üzerine 70 defa Fatiha, 70 Ayetel Kürsi, 70 İhlas, 70 Felak, 70 Nas surelerini okur ve içerse hastalığı iyileşir, şifa bulur.
Hastaya ve büyüye maruz kalana Fatiha Suresi, Ayetel Kürsi ve 4 İhlas; 7 şer defa okunur.
Bir ölünün ardından 1 Fatiha 11 İhlas okuyup öncelikle Peygamber Efendimizin S.A.V. mübarek ruhlarına, peygamberlere, ashabı kirama, evliyaya ve ölen kişinin ruhuna hediye etmek çok faydalıdır. Hem ölüye, hemde okuyana hayır getirir.

10 SURE 10 ŞEYİ ENGELLER:
FATİHA: Allah’ın gazabını
YASİN: Kıyamet gününde susuzluğu
DUHAN: Kıyamet korku ve dehşetini
VAKIA: Fakirliği, miskinliği
MÜLK: Kabir azabını
KEVSER: Hasımların kinini
İHLAS: İki yüzlülüğü, samimiyetsizliği
FELAK: Hased edenlerin hasedini
NAS: Vesveseyi engeller
AMİN 4 HARFTİR. ALLAH AMİN DİYENİ 4 BELADAN KORUR:
1) İmanın kalbden ayrılması
2) Hesab gününün korkusu
3) Sıratı geçememe endişesi
4) Cehennemden aşağı inen basamaklarda ebediyyen kalma belalarından korur

Fatiha sûresinin fazileti

Sual: Her namazda okuduğumuz Fatiha sûresinin mânası nedir?
CEVAP
Ümm-ül-Kur’an da denilen Fatiha-i şerifenin meali şöyledir: (Rahman ve rahim olan Allahü teâlânın ism-i şerifini okuyarak başlıyorum. Hamd ve senanın en üstünü, bütün âlemleri yaratan, [bir nizam üzere birbirine bağlayan] Allahü teâlâya mahsustur. Allahü teâlâ, dünyada ve âhirette kullarına çok merhamet edicidir. Kıyamet gününün mâliki [ve hâkimi] yalnız Odur. Biz, ancak sana ibadet ederiz [Senden başka ibadete layık ve müstahak olan hiçbir şey yoktur] ve ancak senden yardım isteriz. Bizi [itikadımızda, fiillerimizde, sözlerimizde ve ahlakımızda, ifrat ve tefrit arasında, orta yol olan] doğru yolda bulundur! [Bu yolda bizi sabit eyle!] Bizi kendilerine [fazlınla ve ihsanınla] nimet verdiğin kimselerin [enbiyanın, evliyanın ve sıddıkların] yolunda bulundur! [Hakkı kabul etmeyip] senin gazabına uğrayanların [Yahudilerin] ve sapıkların [Hristiyanların] yolunda bulundurma! [Âmin].)

Fatiha-i şerifenin önemi hakkında birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Fatiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez, nazar değmez.) [Deylemi]

(Hayrı en çok olan sûre Fatiha’dır, her derde şifadır.) [Beyheki]

(En faziletli sûre Fatiha’dır.) [Hâkim]

(Fatiha sûresi Allahü teâlânın gazabını önler.) [Şir’a]

(Fatiha sûresi zehirlere şifadır.) [Ebu-ş-şeyh]

Bir sahabi, Fatiha sûresini okuduğunu söyleyince Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Yemin ederim ki, Allahü teâlâ, ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkan’da, o sûrenin benzerini indirmemiştir. O, namazlarda tekrar edilen yedi âyet olup, bana verilen Kur’an-ı azimdendir.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamla otururken bir melek gelip dedi ki:
(Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen, sadece sana verilen iki nurla seni müjdeliyorum. Bunlar Fatiha sûresiyle, Bekara sûresinin son âyetleridir. Bu ikisini okursan, istediğin mutlaka verilir.) [Müslim]

Eshab-ı kiramdan biri, yılan sokan bir kabile reisine Fatiha sûresini okuyunca, Allahü teâlânın izniyle hasta şifaya kavuştu. Kabile reisi, 30 koyun hediye etti. Sahabi, caiz olup olmadığını bilmediği için Peygamber efendimize sordu. Resulullah, (Ne okudun?) buyurdu. O da, Fatiha sûresini okuduğunu bildirince, ona buyurdu ki:
(Fatiha’nın şifa olduğunu nasıl bildin? O koyunları, yanınızdakilerle paylaşın ve bana da bir hisse ayırın!) [Buhari]


Dua okuması bildirilen yerlerde, Fatiha okumak daha iyidir. Fatiha sûresi, duaların en iyisini bildirmek için nazil oldu. İmam, el-Fatiha dediği zaman, herkesin sessizce okuması iyi olur, çünkü duaların sonunda hamd etmek müstehabdır. Hamd etmenin en iyisi de, Fatiha okumaktır. (Berika)
KURAN'I KERİM TÜRKÇE MEALİ 
(DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI)

1-el-FÂTİHA

Müddesir sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 7 (yedi) âyettir. Kur'an'ın ilk sûresi olduğu için açış yapan, açan manasına "Fâtiha" denilmiştir. Diğer adları şunlardır: Ana kitap manasına "Ümmü'l-Kitâp" dinin asıllarını ihtiva eden manasına "el-Esâs", ana hatlarıyla İslâm'ı anlattığı için "el-Vâfiye" ve "el-Seb'u'l-Mesânî", birçok esrarı taşıdığı için "el-Kenz". Peygamberimiz "Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz" buyurmuştur. Onun için, Fâtiha, namazların her rekâtında okunur. Manası itibariyle Fâtiha, en büyük dua ve münâcâttır. Kulluğun yalnız Allah'a yapılacağı, desteğin yalnızca Allah'tan geldiği, doğru yola varmanın da doğru yoldan sapmanın da Allah'ın iradesine dayandığı, çünkü hayrı da şerri de yaratanın Allah olduğu hususları bu sûrede ifadesini bulmuştur. Kur'an, insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiştir. Kur'an'ın ihtiva ettiği esaslar ana hatları ile Fâtiha'da vardır. Zira Fâtiha'da, övgüye, ta'zime ve ibadete lâyık bir tek Allah'ın varlığı, O'nun hakimiyeti, O'ndan başka dayanılacak bir güç bulunmadığı anlatılır ve doğru yola gitme, iyi insan olma dileğinde bulunulur. Hicretten önce nazil olmuştur. 7 ayettir.

1. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

3. O, rahmândır ve rahîmdir.

4. Ceza gününün mâlikidir.

5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.

6. Bize doğru yolu göster.


7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
Peygamberimizin zamanında herhangi bir "sahabenin" içine cin girmiş midir? Neden hocalar müslümanları insanların içine cin girebilir diye korkutuyorlar?
Cevap
Sahabe devrinde de cin çarpması/sar’a hastalığının olduğunu dair  bilgiler vardır.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Hakim’in Ubey b. Kab’den rivayet ettiklerine göre, Bedevî bir adam Hz. Peygamber gelip -beraberinde getirdiği- kardeşinin ağrılar çektiğinden şikayet etti. Hz. Peygamber, ağrılarının sebebini sorunca, cinlerin çarpmasından olduğunu söyledi. Bunun üzerine peygamberimiz: Bakara suresinin ilk beş ayetini, ihlas suresi ve diğer bazı ayetleri okudu, adam hemen iyileşti” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 3978).

Beyhakî ve İbn Asakir’in Ebu’l-Aliye’den rivayet ettiklerine göre, Halid b. Velid şunları söyledi: “Ben, Hz. Peygambere gelip bir cinnin bana musallat olduğunu söyledim. Peygamberimiz de ona “Bana dokunan iyi veya kötü  bütün cinlerin şerrinden, yeryüzündeki bütün canlıların şerrinden, yer/toprak altından çıkanların şerrinden, göğe çıkan ve oradan inenlerin şerrinden, -hayırla çıka gelenlerin dışında- yanıma gelen her şeyin şerrinden Allah’ın tastamam kelimelerine sığınıyorum, ya Rahman!” duasını oku dedi. Ben bunu okudum ve o hastalıktan kurtuldum.”(Kenzu’l-ummal, h. no:28543)



Ebû Leylâ (el-Ensârî) (ra) Şöyle demiştir: Ben (bir kere) Peygamber’in (asm) yamnda oturuyordum. O esnada bir bedevi huzura gelerek, “Hasta bir erkek kardeşim var” dedi. Peygamber (asm): “Kardeşinin hastalığı nedir?” diye sordu. Bedevi: “Kardeşimde bir nevî delilik/cin çarpması var” dedi. Peygamber  (asm) (bedeviye): Git de onu bana getir, buyurdu.

Bedevi de gidip onu getirdi ve Peygamber’in (asm) önünde oturttu. Ben, Peygamber’in (asm) ona şifâya kavuşması için Allah'a sığınarak şunları okuduğunu işittim: Fatiha sûresi, Bakara suresinin 1, 2, 3, 4, 163, 255, 284, 285 ve 286. âyetleri; , Âl-i îmrân sûresinin 18. Âyeti; A'râf sûresinin 54. Âyeti; Müminûn sûresinin 117. Âyeti; Cin süresinin 3. Âyeti; Sâffât sûresinin 1-10. Âyetleri; Haşir sûresinin 22, 23 ve 24. Âyetleri; İhlâs,   Felâk   ve   Nâs   sûreleri.

Peygamber (asm) bunları okuduktan sonra bedevi şifâya kavuşarak, hiçbir rahatsızlığı kalmayarak ayağa kalktı." 

Not: Zevâid isimli hadis kitabında şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde Yahya bin Ebİ Hayye zayıftır. el-Hâkİm de bu hadisi el-Müstedrek'te Ebû Cenâb yoluyla rivayet ederek: Bu hadis, mahfuz ve sahihtir, demiştir. (bk. İbn Mace, Tıb, 45)

Bu hadîste geçen "Lemem" kelimesi, bir nevi delilik ve cin çarpması mânâlarına gelir. (Kamus, L M M md.) Bu hadîs hem Peygamber’in (asm) bir mucizesini ifâde eder hem de delilik, cin çarpması ve sara gibi bir hastalığa tutulan kimseye hadiste anılan âyetleri okumak suretiyle Allah'a sığınarak şifâ dileme¬nin müstahablığına delâlet eder.

Son olarak şu rivayeti de aktarmak faydalı olacaktır:

Ebu Sâ'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cinlerden ve insanın göz (değmes)inden (çeşitli dualar okuyarak) Allah'a sığınırdı. Muavvizeteyn (Nas ve Felak sureleri) nazil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini terketti." Tirmizi, Tıbb 16; İbnu Mace, Tıbb 33)

Cinlerin insanlara tasallutu yaygın olarak bilinen hususlardandır. Ancak bunların tedavisini yapanların ne derece samimi olduklarını bilmeyiz. 


Bir de ortada çok şartlatanlar dolaşmakta ve kendilerine hoca adını takmatalar. Bunlar yüzünden hocaları itham etmek yanlıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder