4 Ocak 2015 Pazar

Eüzü besmele nasıl çekilir,besmele nedir,besmele nasıl söylenir

Cevap: Eüzü besmele nasıl çekilirkısaca eüzü besmele nasıl çekilir

Eüzü Besmele şu şekildedir:

Okunuşu

Euzu billahi mineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahim…..

Anlamı

Kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım. Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile …..
 
Tuvalete niye sol ayakla girilir ve euzu besmele çekilir. Çıkışta sağ ayakla çıkılır ve elhamdülillah denir?

Tuvalet kelimesi ile, mutlaka bu günkü modern anlamdakileri anlamamak gerekir. Hadislerde “Hela” olarak ifade edilen “dışarı çıkma” yerine artık tuvalet diyoruz. Bir hadis-i şerifte Hz. Enes şöyle diyor: “Resulullah(a.s.m) helaya girerken (üzerinde “Muhammedu’r-resulullah” yazılı olan) yüzüğünü çıkarırdı”(Neylu’l-Evtar,1/73).

Hela yeri bazen bir örtüyle kapatılırdı. Bunun arkasına gittiği zaman tuvalete gitmiş denilir. Çölde dahi olsa tuvaletin yapıldığı yer, bir farklılık arz ediyordu. Örneğin hadis kaynaklarında “helaya girdiği vakit, heladan çıktığı zaman” gibi ifadeler vardır. Bu girip çıkmak, helanın yerine nispetle kullanılmıştır. Belkide muhaddisler, daha sonra gördükleri kapalı alandaki helaları düşünerek bu ifadeleri kullanmışlardır. Nitekim, Buhari, “helaya gitti, helaya girdi” şeklinde yarı rivayetlere işaret etmiştir(Buharî, Vudu’, 9). Müslim’de de “Helaya girdi, kenefe girdi” ifadelerine yer verilmiştir(Hayz,122). Yine “Heladan çıktı” ifadesine yer verilmiştir(Hayz, 118).

Sol ayakla tuvalete girme, sağ ayakla çıkma meselesi, Efendimizin(a.s.m) “onurlu işlerde sağını, bayağı işlerde solunu kullanması” prensibinden alınmış ve fıkıh kaynaklarında bir edep, bir sünnet olarak telakki edilmiştir(bk. Gazalî, İhya, 1/136; V. Zuhaylî, 1/203)

Cevap 2:

Kıyamet gününde Allah iyi olarak seçtiği kullarının defterlerini sağ ellerine, kötü not verdiği kullarının defterlerini de sol ellerine verecektir. Kur’an’da cennete gidecek olan iyi insanlar için “Ashab-ı yemin = sağın sahipleri”; cehenneme gidecek olanları için “Ashab-ı şimal = solun sahipleri” unvanını kullanılmıştır. Bu değerlendirme, sağ elin/sağ tarafın, Allah katında bir değerinin olduğunu göstermektedir.

Bu gibi hikmetlerden ötürü olacak ki, Hz. Peygamber (a.s.m), sağı, sola tercih etmiş, mescit gibi iyi yerlere giderken sağ ayağıyla, tuvalet gibi yerlere girerken de sol ayağıyla girmiştir. Çıkışları tersine yapmıştır. Diğer bilinen hususları buna kıyas edebilirsiniz.

Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa (r.anha)'nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.) sağ elini yemek, içmek, abdest almak ve giyinmekte, bir şey alıp vermede sol elini ise bunların dışındaki işlerde kullanırdı. (Müsned, 6/287; Ebû Dâvûd, Taharet, 18)

Yine Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.)'in sağ eli, temizliği ve yemek yemesi içindi. Sol eli ise, taharetlenme ve benzeri diğer rahatsızlık verici şeyler içindi. (Müsned, 6/156; Ebû Dâvûd, Taharet, 18)

Süraka b. Malik b. Cu'şum Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gelerek, "Allah'ın Elçisi bize şunları öğretti" diye anlattı. Orada bulunan bir adam onunla alay ederek, "O size tuvalete naşıl çıkılacağını da öğretiyor mu?" diye sordu. Bunun üzerine Süraka b. Malik (r.a.), "Evet, onu hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, O bize tuvalette sol tarafa yaslanıp sağ ayağımızı dik tutmamızı emretti" demiştir. (Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, VII, 136; Mecmau'z-zevâid, I, 206)

Rivayetler dikkate alındığı zaman Resûlullah (s.a.v.)'in bazı fiillerinde sağını diğerlerinde ise solunu kullanmayı tercih ettiği anlaşılmaktadır. (bk. Müsned, 6/287; Ebû Dâvûd, Libas, 44)

Bu ve benzeri rivayetlere göre: Elbise, başlık ve mest giymek, mescide girmek, misvak kullanmak, sürme çekmek, tırnakları kesmek, bıyıkları kısaltmak, saçları taramak, koltuk altlarını temizlemek, saçları tıraş etmek, namazda bitirme selamı vermek, abdestte uzuvları yıkamak, heladan çıkmak, yemek, içmek, musafaha etmek, hacerü'l-esvedi selamlamak ve benzeri fiillerde sağı kullanmak; helaya girmek, mescitten çıkmak, sümkürmek, taharetlenmek, elbise, serpuş ve mestleri çıkarmada solu kullanmak müstehaptır..

Tuvalete girmeden önce, eûzü-besmele çekmek, biliniyorsa şu duayı okumak müstehabtır: "Allahümme innî eûzü bike minel hubsi vel habâis = Allahım Erkek ve dişi bütün şeytanlardan (zararlı her şeyden) sana sığınırım." (Buhârî, Vüdû', 9, Deavât, 14; Müslim, Hayz, 122, 123)

Tuvaletten çıkarken de şöyle dua edilir: "Gufrâneke, elhamdü lillâhillezi ezhebe annî'l-ezâ ve âfâni = Ey Rabbim, senin bağışlamanı bekliyorum. Benden, abdest bozma imkânı vererek sıkıntıyı gideren ve banasağlık ve esenlik veren Allah'a hamdolsun" (İbn Mâce, Tahâre, 10, Tirmizî, Tıbb, 32).

Cevap 3:

Peygamberimiz (sav)'in yaptığı, konuştuğu, hal ve hareketlerinin tamamına sünnet diyoruz. Öyleyse hayatı boyunca yaptığı her şeye sünnet diyebiliriz.

Fıkıh kitapların da geçen sünnet kelimesi ise, daha çok “yaparsak sevabı var, yapmazsak günahı yok” manasına geliyor.

Mesela, yemeği sağ elle yemek, dişleri temizlemek, ayakta yemek yememek gibi. Ancak sünnet kelimesini geniş anlamıyla aldığımız da Peygamberimiz (sav)'in yaptığı her şeyi içine alır. Bu durumda, Allah’ın istekleri ve yasakları da sünnetin içinde yer alır. Mesela, Peygamberimiz (sav) namaz kılmış mı? Evet. Öyleyse namaz kılmak da bir sünnettir. Şu halde sünneti bölümlere ayırmak gerekecektir.

Farz olanları: Allah’ın mutlaka yapmamızı veya terk etmemizi istediği her şeydir. Allah’ın emir ve yasaklarını en iyi şekilde uygulayıp örnek olan Peygamberimizdir. Biz de ona uymak suretiyle en üst seviyede Peygamberimize uymuş oluruz. Namaz kılmak , oruç tutmak, zina etmemek, haram yememek gibi.

Vacip olanlar: Dinimizin vacipleri. Mesela gece namazını üç rekat olarak kılmak vaciptir.

Nafile olanlar: İbadetleri yaparken farz ve vaciplerin dışındaki yaptığımız şeylerdir. Mesela namaz kılarken Kur’an'dan bazı süreleri okumak farz, ama subhaneke duasını okumak nafiledir.

Adab olanlar: Bunlara da edeb diyoruz. Yemek yerken, yatarken, camiye, tuvalete girip çıkarken (vb.) günlük işlerimizi yaparken Peygamberimiz (sav)’e uyarsak o işi adabına uygun yapmış oluruz.

Demek ki Sünneti farz, vacip, nafile ve adap diye ayırabiliriz. Sünnetin en yükseği ve en faziletlisi bu sıraya göredir. Bunu bir insanın vücudu gibi düşünebiliriz. İnsanın yaşaması için gerekli organları vardır. Beyin, kalp, kafa vesaire. İşte iman etmemiz gereken esaslarda ruhumuzun beyni kalbi gibidir. Vücudumuzun gözü, kulağı, eli, ayağı vesaire duyu organları vardır. Farzlar da bunun gibidir. Ruhumuzun gözü, kulağı, eli, ayağıdır. Farzları yapmayan elsiz, ayaksız, gözsüz, kulaksız bir insan gibi ek------. Vücudumuz da bir de parmak, kaş, saç gibi güzellikler ve süsler vardır. Bunlar olmasa da yaşarız. Ama olduğu zaman daha mükemmel insan oluruz.

Bunun gibi sünnetin nafile ve adab kısımları da ruhumuzun süsü ve güzelliğidir. Yapsak çok sevabı var, yapmasak günahı yok. Özetlersek, farz ve vacip kısımlar mutlaka yapılması gereken sünnetlerdir. Nafile ve adap kısımlar ise yaparsak çok sevabı var. Haramların durumunu sorarsan o da vücudunuzu aids, zehir ve ateş gibi öldürücü şeylerden koruduğumuz gibi ruhumuzu da öldürücü ve zehirleyici haramlardan korumamız gerekir. 
İmam Suyuti “Besmele her kitabın anahtarıdır.” (Feyzu’l-Kadir, III, 191) mealinde bir hadis olduğunu bildirmektedir. Ancak Suyuti’nin de ifade ettiği gibi bu rivayet zayıftır.

‘Besmele’‘Bismillâhirrahmânirrahîm’in adıdır. ‘Besmele çekmek’ de ‘besmele’yi okumak’ demektir. Araplarda, birkaç kelimeden meydana gelen ve çok kullanılan bazı cümleleri bu şekilde kısaltma âdeti vardır. Bu söyleyiş, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Geniş manalar taşıyan sözleri çok tekrar etme ihtiyacı, insanları, onları kısaca ifade etme yolunu aramaya sevk etmiştir. Bunun başka örnekleri de vardır. Meselâ; Elhamdülillâh ‘hamdele’, salâvât-ı şerîfe ‘salvele’, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh ‘havkale’, hasbünallah ‘hasbiye’ şeklinde kısaltılmıştır.

Yine dilimizde çok kullanılan ‘Eûzü besmele’ sözü; ‘Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm’ ile ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’i birlikte söylemek demektir.

İslam’dan önceki Arap toplumunda da, kendi anlayış ve inançlarına göre bu ihtiyacı karşılayacak kelimeler vardı (bismi’l-Lât ve’l-Uzza gibi).‘Bismike’llâhümme’ ifadesi de İslâm’dan önce Araplarca kullanılmakta idi. Bu söz, İslâm geldikten sonra da bir müddet kullanılmış, fakat Neml sûresindeki besmele âyeti "İnnehû min Süleymâne ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm." (Neml, 27/30) nâzil olduktan sonra Peygamber Efendimiz (asv) hayatının sonuna kadar, bütün Müslümanlar da o günden sonra artık hep ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’i kullanmışlardır. Ayrıca Hz. Peygamber (sav) “besmelenin yazıldığı ilk satıra, başka hiçbir şeyin yazılmamasını” da emretmiştir. (bk. DİA Besmele md. Kurtubî, I,92; Kalkaşendî, VI, 211-215’den).

Besmele, Süleyman (a.s.)’dan sonra özellikle bu ümmete has kılınan bir sözdür. (bk. Kurtubi, Ahkâm, Beyrut, 1993, I, 88) Hz. Peygamber (asv) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Davud oğlu Süleyman (a.s.) ve benden başka hiçbir peygambere indirilmeyen bir âyet bana indirildi. Bu âyet 'Bismillâhirrahmanirrahim'dir." ( İbn Kesîr, Tefsir, İstanbul, 1984, I, 33.)
“Besmele ile başlanmayan her önemli iş sonuçsuz kalır.” (Feyzu’l-Kadir, V, 13.)
hadisi de, besmelenin önemini, Müslümanın işlerine nasıl başlaması gerektiğini güzel bir şekilde izah etmektedir.

İslâm kültürü, bir kimsenin her işe Allah adı ile başlamasını gerekli kılar. Eğer bu bilinçli bir şekilde ve samimiyetle yapılırsa şu üç güzel sonucu doğuracaktır:

Birincisi, bu kişiyi kötülükten uzak tutacaktır. Çünkü Allah ismi, onu kötü bir niyet veya bir davranıştan alıkoyarak bu konuda düşünmesini sağlayacaktır.

İkincisi, kişi meşrû bir işe başlarken Allah’ın adını anarsa, onun her hareketi tabiatıyla Allah'ın rızasına uygun olacaktır.

Üçüncüsü, o kişi, Allah’ın yardım ve nimetleriyle karşılaşacak ve şeytanın aldatmalarından korunacaktır. Çünkü kim Allah’a yönelirse, Allah da ona yönelir. (Mevdudî, Tefhim, trc. Komisyon, İstanbul, 1996, I, 40.)

Besmelede en önemli husus, Allah’ın ismini okumak ve onu, girişilecek işten önce zikretmektir. Bu öne alma, yardımın yalnızca Allah’tan isteneceğini ve manayı yalnızca Ona ait kılmak içindir. Besmelede de fiilin (yapılacak işi ifade eden fiilin) cümlenin sonuna bırakılarak Allah’ın isminin öne alınması, her şeyi yalnız Allah’ın ismine tahsis etmek içindir. Besmele, “Ne kendim ve ne de başkası yani, akla gelebilen hiçbir isim ile değil, ancak yüce Allah’ın ismi ile şu işime başlarım, başlıyorum.” demektir.(Elmalılı, I, 39-40)

Bir Müslüman besmele ile “şu işe başlıyorum” derken; “Ben bu işi kendim için değil, Allah adına, Onun emri ile ve ancak Onun için yapıyorum.” demiş olur. Mümin yemesine, içmesine, okumasına, konuşmasına, oturmasına, kalkmasına, yatmasına, uyumasına, hep besmele ile başlar.Besmele, mümine lutfedilen ilâhî bir anahtardır. Mümin, dünyevî ve uhrevî bütün işlerinin kapısını bu anahtarla açar. Ebedi saadet ve mutluluğu kazandıracak maddî ve manevî tüm işlerin şifreleri, bu anahtarla çözülür. İman, ilim, irfan, ahlâk, fazilet ve kısacası insanı kemale erdiren bütün değerlerin kapıları onunla açılır.

Müslüman mabedine, evine, işyerine, dükkanına, fabrikasına, okuluna, kışlasına girerken, dükkanını açarken, sözüne, konuşmasına, dersine başlarken, bağında bahçesinde, bürosunda ve iş yerinde çalışırken besmeleyi terennüm etmeli ve onu bir hayat tarzı haline getirmelidir.

Besmele’de, Allah yüceltilmekte, Ona tazim ve saygı ifade edilmektedir. Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın rahmetinden kovduğu ve müminlerin düşmanı olan şeytanı kahretme, küçültme ve aşağılama vardır. Ebû Müleyh (r.a.) bir adamın şöyle söylediğini anlatır:
“Resûlüllah (s.a.s.)’ın terkisine binmiştim. Resûlüllah (s.a.s.)’ın hayvanının ayağı tökezledi. Bunun üzerine ben, “Şeytan helak olsun, mahvolsun.” dedim. Resûlüllah hemen bana: “ ‘Şeytan helak olsun’ deme. Çünkü sen böyle söylediğin zaman o büyüklenir. Hatta kendisini bir ev gibi görür ve şöyle der: “Kuvvetimle bunu yaptım (başardım).” Fakat sen, “Bismillah” de. Zira sen böyle söylediğinde o küçülür. Hatta bir sinek gibi olur.” (Ebû Davûd, Edeb, 85; Ahmed b. Hanbel, V, 59- 71, 365)
Her şey bismillâh der mi?

Evet, her şey ‘bismillâh’ der. Allah’ı tesbih etmeyen, kendi diliyle O’nu zikretmeyen, O’nun adıyla hareket etmeyen, yani ‘bismillah’ demeyen hiçbir varlık yoktur. Âyet-i Kerime’de şöyle buyurulur:
"Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır.” (İsrâ Suresi, 17/44)
Ayette geçen ‘şey’ kelimesi üzerinde çok durulmuştur. ‘Şey’ kelimesinin içine nelerin girdiği, bu kelimenin neleri ifade ettiği hakkında çok şey söylenmiştir. Neticede genel olarak şu kanaata varılmıştır: ‘Allah’ın haricindeki her şey bu kelimenin içine girer.’ Hatta ‘Allah da şey kelimesine dahildir.’ diyenler de olmuştur.

Bu sebeple âyette, Allah’ı tesbih eden şeylerin, atomdan galaksilere kadar her varlığı içine aldığı söylenmiştir. Ama bu tesbih, o varlıkların kendilerine özel dilleriyle, lisân-ı halleriyle, yaratılışlarıyla, duruşlarıyla, yaptıkları işlerle dile getirilmiş olduğundan herkes onu anlayamaz. Ama ibret gözüyle, marifet gözüyle bakanlar o tesbihlerin seslerini bile işitebilirler. Böyle bakınca meselâ, kedinin mırmırları ‘Yâ Rahîm, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm’ şeklinde dönüşür.

Bu zikri, atomlardan başlayarak her varlık tek başına, kendi kendine yaptığı gibi çeşitli şekillerde oluşturdukları birlikler, gruplar, cemaatler halinde de yaparlar. Bu zikri, bu tesbihi, bu besmeleyi; varlık alemine veya hayata ilk adımını attıklarında ve hayatlarının her bir döneminde, mesela her bir güne veya her bir işe başlarken söylerler. Yani bir nevi şöyle derler: "Ben Allah'ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum." Bu, aynen bizim "Bismillâhirrahmânirrahîm" dememiz gibidir. Sonra işi bittiği zaman, yani dünyadan giderken veya bir işi bitirdiğinde veya gün biterken de her bir varlık veya varlık grupları lisân-ı halleriyle, yani kendilerine mahsus dilleriyle"Elhamdü lillâhi Rabbi'l-Âlemîn" derler. Yani, ‘Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Yüce Mevlâmıza ki bu işi de O’nun izniyle alnımızın akıyla ve başarıyla tamamladık.’ diyerek bir nevi kaside okur. O kaside, son derece ‘sanatlı bir mahlukun nakşında kudretin küçük bir kalem ucu hükmünde kendisini gösterir. Belki herbiri, mânevî, Rabbânî, muazzam, hadsiz başlı bir fonoğrafın birer plâğı hükmünde olan masnuların üstünde dönen ve tahmidât-ı Rabbâniye kasideleriyle o masnuatı konuşturan ve tesbihat-ı İlâhiye neşidelerini okutturan birer iğne başı suretinde kendini gösteriyorlar.’ (bk. Nursi, Sözler, Otuzuncu Söz. sonu)

Her hayırlı işe besmele ile başlanmalıdır

Her hayırlı işe besmele ile başlanması hakkında Sevgili Peygamberimiz (asv)’in emir ve tavsiyeleri vardır. Yine O (sav), yukarıda meali verilen hadisde, besmele ile başlanmayan bir işin sonunun hayırlı olmayacağını, ifade etmişlerdir.

Şeyh Muhammed Abduh bu konuda şöyle der:

"Bütün milletlerde ve bu cümleden olarak Arap milletinde de bilindiği gibi, birisi bir reis veya büyük bir zat hesabına ve kendi şahsından bahsetmeden yalnız onun için bir iş yapmak istediği zaman "Falanın adına." der. Ve o zatın ismini söyler ki "O ve onun emri olmasaydı ben bu işi yapmazdım ve yapamazdım." demek olur. Bunun en açık örneğini devlet mahkemelerinde görürüz. Hakimler gerek sözlü hükümlerinin ve gerek ilâmlarının başında "Falan hükümdar adına veya falan reis adına,.." sözünü söylerler.

İşte bunun gibi bir Müslüman da besmele çekerken "Ben bu işi kendim için değil, Allah adına, O’nun emri ile, O’nun izni ile ve ancak O’nun için yapıyorum." demiş olur.

Besmele tercüme edilemez

Besmele, elbette mana ifade eden bir sözdür. Fakat besmele mânânın da ötesinde temsîlî tarafı ağır basan bir semboldür. Bizim bütün manevi dünyamızı temsil eder. Onun manasının ne olduğundan çok neyi temsil ettiği önemlidir. “Besmele”nin, bir bayrak gibi neyi temsil ettiği birinci plandadır.

Ayrıca besmele, tercümesi de neredeyse mümkün olmayan bir sözdür. “Besmele”deki kelimelerin ayrı ayrı her biri ve cümle içindeki dizilişleri başlı başına bir mucizedir. Bu cümle, tercüme değil, ancak tefsir edilebilir. Tercüme edeyim derken iman, ilim, mantık gibi birçok yönden tehlikelere, hiç olmazsa hataya düşmek ihtimali çok yüksektir. Hele ifade gücü, edebî sanat yönü, söyleyişteki âhenk bakımından “besmele”nin özelliklerinin tercümede korunması asla mümkün değildir. Harflerin çıkış yerleri (mahâric-i hurûf) bakımından ifade ettiği tatlı mûsikî, ritim ve âhenk hiçbir şekilde ifade edilemez. Dudaktan çıkan BE harfi ile başlayıp, sırayla HE harfinin çıktığı göbeğe kadar inip tekrar MİM harfiyle yine dudakta sona ermekle, insanın içindeki bütün harf mahreçlerini dolaşmasındaki güzelliği nasıl telâfî edeceksiniz? Besmele’nin telaffuzu içimizde böyle bir seyahat yaptığı gibi manası da ruhumuzun derinliklerine kadar inmektedir.

Hem her bir Müslüman çocuğu bu sözün ne ifade ettiğini az-çok bilmekte, anlamakta ve hissetmektedir. Bu bakımdan eksik bir taraf kalmamaktadır.

Besmele”nin dilimize göre mümkün farz edilebilecek tercemesi, şu şekillerden biri olması gerekir: 

1. Çok merhamet edici bir Rahmân olan Allah'ın ismi ile, (lâm mânâsına olan tamlama)
2. Rahmân, Rahim olan Allah'ın ismi ile (lâm mânâsına olan tamlama)
3. Rahmân-ı Rahîm olan Allah ismi ile (yahut adı ile açıklama tamlaması )
4. Rahmân Rahim olan Allah adına.

Fakat ilk bakışta bu dört şeklin her birindeki "olan" sıfat bağlacı, yanlış bir anlamaya yol açıyor. Çünkü "olmak" fiili dilimizde hem var olma, hem de durumun değişmesi mânâlarında ortak olarak kullanıldığından dolayı; önceden değil imiş de sonradan Rahmân-ı Rahim olmuş, sonradan meydana gelmiş gibi bir mânâyı ifade edebilir. “Olan” yerine “bulunan” kelimesini de bağlaç olarak kullanmak iyi olmuyor. Bundan dolayı bu bağlacın düşürülmesi ile;

5. "Rahmân, Rahim, Allah'ın ismi ile, veya;
6. Rahmân, Rahim Allah ismi ile" demek daha doğru olacaktır. Bunda da Allah zat isminin en önemli olan öne alınmasına riayet edilmemiş ve neticede araya giren fiil ile rahmetin arası açılmış olur. Bundan dolayı Allah ismini sıfatları ile beraber bir isim gibi anlatarak;

7. Allah-i rahmân-i rahim ismi ile, veya;

8. Allah-i rahmân-i rahîm'in ismi ile, denilirse doğrudan Allah ismi başlangıç yapılmış olacak ve bununla beraber rahmet bağlantısı yine temin edilemeyecektir.
Bunu "Allah, Rahmân, Rahim ismi ile" şeklinde söylemek dilimize göre hepsinden akıcı olacak ise de; bunda da bir teslis şüphesi akla gelebilir. Gerçi ismi ile denilip, isimleri ile denilmemesi bu şüpheyi ortadan kaldırmak için yeterlidir. Ve aynı zamanda isimlerin ve sıfatların birden çok olması zatın birliğine engel değil ise de böyle teker teker saymak şeklinde üç ismin birer zat ismi gibi düşünülmesi hemen akla geleceğinden bunları sıfat "i"si ile birbirine bağlayarak bir kelime gibi okumak daha güvenli olacaktır. Fakat bunda da terkiplerin birbiri ardında gelmeleri kuşkusundan kurtulamayacağız.

O halde ne tek tek kelimelerini ve ne de terkiplerini tam olarak tercüme etme mümkün olmayan ve hele belağat yönlerini, beyan ahengini nakletmek hiçbir şekilde mümkün olmayan, dudaktan başlayıp bütün karnı dolaştıktan sonra yine dudakta sona eren harflerinin tatlı düzeni bile başlı başına mükemmel ve eşsiz olan ve bununla beraber her Müslümanın çok iyi bildiği ve az çok anladığı bir vecize anlamı bulunan “besmele”yi bir "ile" veya "adıyla" ifade tarzı hatırı için tercüme etmeye kalkışmayıp, her zaman aslına göre söylemek ve bu gibi açıklamalar ve tefsirlerle de mânâsını düşünmeye çalışmak kaçınılmaz bir iştir.

Netice itibariyle “besmele”yi tercüme etmeye kalkışmayıp, her zaman aslına göre söylemek ve açıklamalar ve tefsirlerle mânâsını düşünmeye çalışmak en güzelidir. (Daha fazla bilgi için bk.Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Fâtiha Sûresi)

Besmeleyi en güzel en kapsamlı olarak Birinci Söz  ve  On Dördüncü Lem'a’nın İkinci Makamı tefsir etmektedir. Bu risaleler güzelce tahkik edilirse besmelenin mana ve derinliğini inşallah idrak etmiş oluruz.
Besmele, Allah’ın adı ile hareket etmek manasına geldiği için, mümin her işine Allah’ın adı ile başlamalıdır. Bu manayı insana ders ve terbiye vermek için Allah kelamına bu mübarek ayeti ile başlıyor. Yani Kur’an ve surelerin besmele ile başlaması insana manen diyor ki "her işinizde ve amelinizde benim adımla, benim namımla başlayın ve benim rızam dairesinde hareket edin ki bende sizi  kul olarak kabul edeyim" diyor.
Besmele Allah ile kul arasında kudsi bir bağdır. İnsan bu bağ ile Allah’ın sonsuz kudret ve rahmetini arkasına alıyor.
Başta bismillah zikirdir. Ahirde, elhamdulillah, şükürdür. Ortada, fikir isemevcut nimetlerin üzerinde tecelli eden esma-i ilahiyeyi okumaktır. Bu, sadece rezzakkiyete talluk eden bir formül değildir; her esmanın tecellisi için kullanılmalıdır.
"Bismillah" kelimesi, mevcudatın arkasındaki Allah’ın kudret ve tasarruf elini ifade eden bir semboldür. Yani, her şeyin dizgini ve tasarrufu onun elindedir. Bütün sebepler onun icraat ve işlerine birer perde, birer bahane hükmündedir, manasını beyan ediyor. Biz bu manayı anlayıp, iman ile Allah’a bağlanırsak, her şeyin baskı ve yükünden sıyrılıp, manen büyük bir huzuru kazanırız. Şayet, hadiseleri sebeplere verip, kendimizi de onun terbiye ve idaresinden hariç addedersek, o zaman her şey bize binen bir yük, her hadise bir baskı aracı haline gelir. O zaman hayat bir zindan ve elem kaynağı olur.
Mevcudat zaten hal dili ile açık olarak Allah’ın tasarruf ve terbiyesini ilan ediyor. Biz de iman ve intisap ile o mevcudatın ritmine uymamız gerekir. Yoksa, kainatın rağmına hareket etmiş oluruz; hem asi, hem de hain vasfını alırız.
Allah’ın kudret ve bereketi, biz iman etmesek de zaten kainatta işliyor. Burada önemli olan bizim iman ile bu kudret ve bereketi tanıyıp idrak etmemizdir.
Biz iman ile "bismillah" manasını idrak edince, bize manevi bir kuvvet ve bereket olur. Hakikat-i hal ile mutabık bir vaziyete girmiş oluruz. O zaman her türlü işimizde maddi manevi bir kolaylık elde ederiz. Yani, mevcudatta irade ve şuur olmamasından, her hali ile "bismillah" manası hükmediyor. Fakat insanda hakiki olarak "bismillah" hükmederken, yani  ilahi tasarruf ve terbiye işlerken, imansızlıktan gelen cehaletle manevi kuvvet ve bereketi hükmetmeyebilir. Bu manevi kuvvet ve bereketin gelmesi ve tesir etmesi imana bağlanmış.
"Allah'a kul olana her şey hizmetkar olur. Ve Allah'a isyan edene ise, her şey düşman olur." fehvâsınca, mahlûkat şekil ve tavır alır. Ateşin Hz. İbrahim (as)'e,  balığın Hz. Yunus (as)'a  ve inek ile arının, insana musahhar olması birer örnektir...
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîym" sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet'ten önce Araplar, herhangi bir işe başlarken, bağlı bulundukları ilâhlarının adlarını anarak başlarlar, meselâ, Bismi'l-Lat (Lat'ın ismiyle), Bismi'l-Uzza (Uzza'nın ismiyle) derlerdi. Her kavimde buna benzer sözlerin kullanıldığı ve meselâ bir hizmetlinin, âmirinin verdiği bir emri yerine getirirken, 

"Bunu falanın adına yapıyorum" demesi âdettendir. 

Resulullah (s.a.s.), İslâm dinini tebliğ etmeğe başladıktan sonra, cahiliye Arapları'nın kullandığı sözü değiştirmiş ve, "Ey Allah'ım, senin adınla" anlamına gelen, "Bismike Allahümme" ve "Allah'ın adıyla" anlamına gelen, "Bismillahi" sözlerini kullanmıştır. Ancak Kur'an-ı Kerîm'de Neml suresinin otuzuncu ayeti nazil olduktan sonra besmele son şeklini almıştır. Bu ayette Süleyman (a.s.) tarafından yazılan bir mektup söz konusudur. Mektupta "Bu mektup Süleymandan'dır ve Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır." denilmektedir. Kısaca besmele dediğimiz ve "Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla" anlamına gelen Bismi'llahi'r-Rahmani'r-Rahim'in Kur'aân-ı Kerîm'den bir ayet, yahut bir ayetin bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır. 

"İşime, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyorum. O'nun emriyle ve O'nun için bu işin başındayım ve O'nun adına teşebbüste bulunuyorum, O'nun emriyle yapıyorum. Çünkü bu başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet ve kudret O'rıun tarafından bana verilmiştir ve O'ndandır. O bana bu kuvvet ve kudreti vermezse ben bu işi tamamlayamam." 

Helâl ve hayırlı bir işe başlarken, Allah'ın adını anmak, her müslümanın üzerinde titizlikle durması gereken görevlerindendir. Kur'an-ı Kerîm'de buna işaret eden pek çok emirler, vardır. 

"Atalarınızı andığınız gibi, hatta daha çok Allah'ı anın. " (el-Bakara, 2/200). 

"Namazlarınızı kıldıktan sonra, ayakta otururken ve yanlarınızın üzerinde iken Allah'ı anın. " (en-Nisa, 4/103). 

"Rabbı'nın adını an. İhlâs ile O'na yönel. " (el-Müzzemmil, 73/8) 

"Rabbı'nın adını sabah akşam an" (İnsan, 76/25). 

Resulullah (s.a.s.)'den nakledilen bir hadîsde şöyle denilmiştir: "Bismillah ile haşlamayan her ciddi iş noksandır. " 

Besmele, Neml suresinde bir ayet olmasına rağmen, gerek Fatiha suresinin, gerek diğer surelerin başındaki "besmele"lerin, o surelerden bir ayet olup olmadığı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Hatırlanacağı üzere Fatiha suresi başındaki besmele, surenin bir ayetidir. Bu, diğer surelerin başındaki besmele gibi değildir. Berae suresi dışındaki diğer bütün sureler ise besmele ile başlar. Fatiha suresinin ilk ayetinin besmele olduğunu kabul eden Şafiî mezhebi âlimleri ayrı bir besmeleyi öteki surelerde de kabul etmez ve sure başlarındaki besmeleyi sureden sayarlar. 

Bilindiği gibi, bugün müslümanların ellerinde bulunan mushaflar, Hz. Osman b. Affân (r.a.) zamanında yazılan, sonra çoğaltılarak çeşitli vilayetlere gönderilen nüshaların kopyasıdır. Bu nüshalarda Berae suresi dışındaki bütün surelerin başına besmele yazılmıştır. Hz. Osman'ın (r.a.) bu işi yaparken, şüphesiz, ne yaptığını çok iyi bildiği ve yazılan mushaf nüshalarına herhangi bir sözün girmemesi için büyük dikkat ve titizlik gösterdiği muhakkaktır. İşte bu görüşten hareketle sure başlarına yazılan besmelenin, ilgili oldukları surelerden bir ayet olması düşünülebilir. Nitekim İmam Şâfiî, bu görüşe kâni olarak, Fatiha suresi başındaki besmelenin bu sureden bir ayet olduğunu söylemiş ve namazda okunmasını farz saymıştır. Diğer sureler hakkında ise, kendisinden, bir defasında, besmelenin surelerden bir ayet olduğu, bir defasında da olmadığı tarzında iki değişik rivayet mevcuttur. 

Hanefilere göre, besmelenin mushafta yazılmış olması, onun Kur'an' dan olduğunu işaret eder. Ancak namazda, Fatiha suresinin başında okurken, Fatiha gibi cehren (sesli) okunmaması, besmelenin Kur'an'dan bir ayet olmadığını gösterir. Diğer surelerin başında yer alan besmeleler de böyledir. O halde her sure başındaki besmele, Kur'an'dan bir ayet olsa bile, başında bulunduğu sureden bir ayet değildir. Sadece surelerin arasını ayırmak için, teker teker indirilmiştir. 

İmam Mâlik'in bu konudaki görüşü diğerlerinden farklıdır. O'na göre, sure başlarındaki besmele, Kur'an' dan değildir. Bununla beraber yeni bir sureye başlarken her işte olduğu gibi, başlama alâmeti olarak yazılmıştır. Bu sebepledir ki İmam Mâlik, farz namazlarda, Fâtiha'dan önce besmelenin cehren okunmasına karşıdır. Aynı şekilde o, sessiz (sırren) okunmasını da meneder. 

Bismillahi'r-rahmani'r-rahim sözü dört kelimeden oluşan bir cümledir. Bunlar: İsim, Allah, Rahman, Rahim kelimeleridir. Ancak isim kelimesinin başına bir "b" harfi getirilmiştir. Bu harf, kendinden önce var olduğu düşünülen bir fiile, sonraki cümleyi bağlamak için kullanılmıştır. 'b' harfinden önce var sayılan fiil başlarım, 'okurum', 'yaparım' olabileceği gibi 'başla', 'oku', 'yap' şeklinde emir de olabilir. Buna göre besmele, bu fiillerden birisinin var kabul edilmesiyle beş kelimeden meydana gelmiş olur. 

"(Rahim) ve (Rahman) olan Allah'ın adıyla başlarım" gibi 

Besmeledeki ilk kelime olarak görülen isim, bir hususa işaret etmek üzere konulmuş addır. Ahmet, Ali, ağaç, su gibi isimler, özel isim ve cins ismi olmak üzere iki kısımdır. Şahıs isimleri ile yer veya şehir isimleri özel isimdirler. Bu isimler kimin adı ise, hangi yer, şehir, kurumu belirtiyorsa başkalarında bulunmayan, kendilerine özgü özellikleri vardır. Buna karşılık, tahta,masa,ağaç,insan gibi isimler cins ismidirler. Genel bir anlam belirtirler. Bu sebeple "Ahmet" denildiği zaman, onun insan olduğu anlaşılır. Çünkü Ahmet, insan cinsi içinde yer alır. Fakat insan denildiği zaman mutlaka Ahmet anlaşılmaz. Çünkü Ahmet'ten başka insanlar da vardır. 

Özel isim olan Ahmet kelimesi ile, cins isim olan insan kelimesi arasındaki bu farklılık, Ahmet'in her insanda müşterek olan sıfatlarla tarifini imkânsız kılar. Meselâ Ahmet, iki eli ve kulağı olan, iki göze ve bir buruna sahip bulunan kimsedir demekle tarif edilmez. Çünkü bunlar, her insanda bulunan uzuvlardır. Bu sebepledir ki, bir kişiye veya bir şeye and olarak verilen özel isim, sadece ona hastır. Ve onu diğer benzerlerinden ayıran özelliklerin alâmetidir. Yine bu sebeple özel isimlerin eş anlamlısı aranmaz. Başka bir kelimeye tercemesi yapılmaz. 

Besmele'de yer alan ikinci kelime Allah ismidir. Allah, kendine has doksandokuz sıfatı olan zatın yüce ismidir. Gerçek mabudun adıdır ve özel ismidir. Allah Teâlâ'nın kendine has sıfatlarından bazılarını, Kur'an-ı Kerîm'in aşağıdaki birkaç ayetine işaret ederek gösterebiliriz. 

"O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yok'tur. O, gizliyi de aşikârı da bilendir. O, esirgeyen, bağışlayandır. O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hükümrandır. Mukaddestir, selâmdır, mümindir, müheymindir, azizdir, cebbardır. Allah müşriklerin ortak koşmasından münezzehtir. O öyle Allah'tır ki, yaratan, yarattıklarına şekil verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbih eder. O, hüküm ve hikmet sahibidir. " (el-Haşr, 59/22-24) 

İşte Allah, bazılarını işaret ettiğimiz bu ve buna benzer, üstün sıfatları zatında toplamaktadır. 

Besmele'de yer alan üçüncü kelime, 'Rahman' kelimesidir. Bu kelime kendinden önce ismi zikredilen yüce zatın sıfatıdır. Yani Allah Teâlâ'nın sıfatıdır. Rahman kelimesi, rahmet kelimesinden türetilmiştir. Rahmet, sözlükte, insan kalbinin bir kimseye acıma ile birlikte meydana gelen bir yakınlık duygusudur ki, bu acıma ile yakınlığın artması ve şiddet kazanması halinde, o kimseye karşı fiilî yardıma dönüşür. Bu sebepledir ki, o kimse hakkında 'çok merhametli' denir. Ancak insandaki bu merhamet duygusunu, Allah Teâlâ'nın merhametini arılamakta bir ölçü olarak kullanmamız mümkün değildir. Çünkü insandaki merhamet duygusu geçici bir haldir. Ancak bir üzülme ve acıma neticesinde ortaya çıkar. Üzülme ve acımanın ortadan kalkması ile merhamet duygusunun da yok olduğu görülür. Allah Teâlâ ise üzülme ve ani olan, sönüp geçen acıma duygusundan münezzehtir. Acıma kelimesindeki insanî haslet geçicidir. Allah Teâlâ bu geçici hasletlerden münezzehtir. Bu sebeple Allah Teâlâ'nın rahmeti, kullarının merhametiyle kıyas olunamıyacak bir üstünlük arzeder ve ezelden ebede, eser ve neticesi nimetler ve bağışlar olarak ortaya çıkan sonsuz bir merhameti gösterir. 

İlâhi rahmetin ezelden ebede sonsuzluğu, Allah Teâlâ'nın zatına has olan, zatıyla birlikte kadîm olan irade sıfatının bir sonucudur. Bu kulları için daima hayrı murat ettiğini gösterir. 

Allah Teâlâ'nın iradesi, olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, irade sıfatının taalluku ile dilediği zamanda ve dilediği şekilde yapması veya yapmaması anlamına gelir. Bir şeyi yapmasında veya yapmamasında, O'nun iradesine dışarıdan tesir edecek, yapmaya zorlayacak veya yapmamaktan vazgeçirecek hiç bir güç yoktur. Allah Teâlâ'nın bu sıfatı, O'nun zatına has bir sıfat olması dolayısıyla, zatıyla kaim ve kadîm bir sıfattır. İşte ilâhî rahmet, böyle bir sıfatın insanların hayrına, yahut iyiliğine ortaya çıkmasını gösterir. 

Allah Teâlâ'nın bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları iradesiyle yaratması, yaşayışlarını sürdürebilmeleri için çeşit çeşit rızıklar vermesi, bunlar arasında insana ayrı bir mertebe vererek, onu akıl, duygu ve düşünce ile diğerlerinin üstüne çıkarması, kısacası, her şeyi yerli yerinde sevk ve idare etmesi, O'nun sonsuz rahmetinin bir neticesidir. 

Rahman, yukarıda da işaret edildiği gibi, rahmet kelimesinden türemiş olup, son derece merhametli, çok rahmet sahibi anlamlarına gelen bir sıfattır. Ancak bu sıfat, ezelî ve ebedî bir rahmeti işaret ettiği için hiç kimse hakkında kullanılmamış, yalnız Allah Teâlâ'ya tahsis edilmiştir. 

Rahman kelimesinin diğer bir özelliği de Kur'an-ı Kerîm'de, Allah ismi makamında özel bir isim olarak kullanılmış olmasıdır. 

"İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız, en güzel isimler O'nundur. " (el-İsra, 17/110). 

"Senden evvel gönderdiğimiz resullerimizden sor: Biz, Rahman'dan başkasını ilâhlar yapmış mıyız?" (ez-Zuhruf, 43/45). 

"Sen ancak Kur'an'a uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseleri korkutacaksın. " (Yâsin, 36/1 I ). 

"(Cennet), görmeden Rahman'dan korkan ve (O'nun tâatına) yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere hastır. " (Kaf 50/33). 

"Ey babam, şeytana tapma, Çünkü şeytan Rahman'a çok asi olmuştur. " (Meryem, 19/45). 

"Rahman'ın yaratışında hiç bir düzensizlik göremezsin." (Mülk, 67/3). 

Mealleri zikredilen bu ve sayıları elliye varan diğer ayetlerde Rahman' kelimesinin Allah'a has ve Allah ismine eşit bir anlamda nasıl kullanıldığı açıkça görülmektedir. Bu sebepledir ki, Rahman özel bir isimdir. Ve diğer özel isimler gibi herhangi bir dile terceme edilemez. 

Besmele'de de görüldüğü gibi, Rahman kelimesi, Allah Teâlâ'nın sıfatı olması ve ezelden ebede O'nun sonsuz rahmetine delâlet etmesi dolayısıyla, kapsamı geneldir. Yani gözle görülsün veya görülmesin, yoktan var edilmiş veya yaratılmış her ne varsa, hepsi de Rahman'ın eseri neticesidir. Bu rahmetin dışında kalmış hiç bir varlık düşünülemez. Bu bakımdan her şeyin vücut buluşu, ortaya çıkışı, veya yaratılışı kesbî değil, vehbîdir, irâdî değil cebrîdir, Rahman'ın eseridir. İşte bundan dolayıdır ki "Allah Teâlâ, dünya ve ahiretin Rahmanı'dır" denilmiştir. 

Allah Teâlâ, hiç bir şeyi sebepsiz ve kıymetsiz yaratmamış, yarattıklarını başı boş bırakmamıştır. Rahmet-i Rahman'ın bir eseri olarak insanı yarattığı zaman, ona kendi iradesinden bir de irade ihsan etmiş; böylece insanın kendi irade ve ihtiyariyle çalışıp kazanmasını ve değişip gelişmesini sağlayacak yolu göstermiştir. Zira insana çalışmakla tembelliği, ilim ile cehaleti, hak ile haksızlığı, adalet ile zulmü, şükür ile nankörlüğü, itaat ile isyanı, iman ile küfrü, kendisini dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak doğru yol ile hüsrana götürecek eğri yolu biribirinden ayırt etmesini sağlıyacak bir akıl vermiş; aklını kullanıp doğru yolu bulana rahmetini artıracağını; akılsız davranıp eğri yolu seçeni bu rahmetten mahrum bırakacağını, üstelik akılsızlığının cezasını çok ağır bir şekilde ödeteceğini bildirmiştir. 

İşte, Allah Teâlâ'nın, Rahman sıfatının bir eseri olarak, âlim, cahil, çalışkan, tembel, haklı, haksız, adil, zalim, mutî, âsi, mümin, kâfir ayırımı yapmadan herkese ve her yarattığına teşmil ettiği rahmetine ilâve olarak; sadece, âlime, çalışana, haklıya, adile, mutîye, mümine hasılı kendi iradelerini Allah'ın iradesiyle ahenk içerisinde tutabilen herkese ihsan ederken diğerlerini mahrum bıraktığı rahmeti, O'nun Rahîm sıfatının icabıdır. Bu Rahîm sıfatı, besmelenin dördüncü kelimesi olarak yer almıştır. O halde bunu kısaca ifade etmek gerekirse; başlangıçta çalışana ve çalışmayana bakmadan, onu vücuda getirerek öylece idare etmek, Allah Teâlâ'nin Rahman sıfatının eseri iken, sonradan çalışana çalıştığının semeresini vermek de O'nun Rahîm sıfatının sonucudur. Bir başka ifadeyle denebilir ki, insan istese de istemese de, kendisine vücut verilmiş ve bunun bekâsı için gerekli nimetler ihsan edilmiştir. Bu, ezelden ebede Rahman olan Allah Teâlâ'nın rahmetidir. Fakat insan, Allah Teâlâ'nın irade ve ihtiyarını temsil etmek ve O'na yakınlaşarak rızasını kazanmak için yaratılmıştır. Bunun için kendisine irade ve akıl verilmiştir. Bunları doğru yolda kullanarak rızasını kazanan insan, Allah Teâlâ'nın mükâfatına nail olur. Doğru yoldan sapan ise bundan mahrum olur. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın Rahîm sıfatından yayılan rahmetidir. Bu sebeple denilir ki "Allah Teâlâ, ahiretin Rahîmidir. Yani ahiret günü bütün müminlere rahmeti ile muamele eder." 

Allah Teâlâ'nın Rahman sıfatı, kendisine has zât sıfatı olduğu halde; Rahim sıfatı, kendi iç güdüleri veya iradeleriyle hareket eden yaratıklara bir nebze olsun bahşedilmiş bir sıfattır. İnsanların kendi yavrularına veya biribirlerine besledikleri şefkat ve merhamet dolu yardım duygusu, yahut bir kuşun, yavrusu başında kanat çırpışı, sahip oldukları bu rahîm sıfatının bir eseridir. Bundan dolayı insanın, Allah Teâlâ'nın zatına has olan Rahman sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olmadığı halde rahîm sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olabilir. Nitekim bir kimse hakkında çok merhametli anlamına rahîm denilmesi bundandır. 


Euzu besmele nasıl okunur

Bismillahirrahmanirrahim niçin söylenir
Besmele Nasıl Yazılır Nelere Dikkat Etmek Gerekir
Besmele Nasıl Söylenir
besmele yazısı

besmele anlamı
besmele nedir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder