4 Kasım 2018 Pazar

"Arz, Sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivayet ediliyor.
Sevr ve Nesir ve İnsan ve diğeriyle müsemmâ olan Hamele-i Arş, melâikedir. Bu Sevr ve Hût dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa, Arş-ı Âzamı melâikeye; küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafidir. Hem de lisan-ı şeriatte işitiliyor: Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasip bir melek-i müekkel vardır. Bu münasebete binaen o melek o nev'in ismiyle müsemmâ, belki âlem-i melâikede onun suretiyle mütemessil oluyor.
Hadis olarak işitiliyor: "Her akşamda güneş Arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor." Evet, şemse müekkel olan melek; ismi Şems, misali de şemstir. Odur, gider, gelir.
İkinci mahmil: Sevr, imaret ve ziraat-i arzın en büyük vasıtası olan öküzdür. Hût ise, ehl-i sevahilin, belki pek çok nev-i beşerin medar-ı maişeti olan balıktır. Nasıl biri sual ederse, "Devlet ne şey üstündedir?" Cevap verilir: "Kılıçla kalem üstündedir." Veyahut "Medeniyet ne ile kaimdir?" "Mârifet ve san'at ve ticaretle" cevap verilir. Veyahut "Nev-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?" Cevap ise: "İlim ve amel üstünde beka bulur."
Kezalik, vallahu a'lem, Fahr-i Kâinat buna binaen cevap vermiş. Şöyle sual eden zât, İkinci Mukaddemenin sırrıyla, böyle hakaike zihni istidat kesb etmediğinden vazifesi olmayan bir şeyden sual ettiği gibi, Peygamberimiz de asıl lâzım olan şöyle cevap buyurdu ki: "Yer, sevr üstündedir." Zira, yerin imareti nev-i beşer iledir. Nev-i beşerden olan ehl-i kurâ'nın menba-ı hayatları, ziraat iledir. Ziraat ise, öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin âzam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri,
balığın cevfinde ve hûtun üstündedir. كُلُّ الصَّيْدِ فِىجَوْفِ الْفَرَا 1 meselesine mâsadaktır. Bu lâtif bir cevaptır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler. Faraza, sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmişse, fenn-i beyanda olan تَلَقَّى السَّامِعُ بِغَيْرِ الْمُتَرَقَّبِ 2 kaidesinin üslûb-u hakîmanesiyle, lâzım ve istediği cevabı vermiştir. Yoksa, hasta olan sâil, iştiha-i kâzibiyle istediği cevabı vermemiştir.
وَيَسْئَلُونَكَ عَنِ اْلاَهِلَّةِ قُلْ هِىَ مَوَاقِيتُ للِنَّاسِ 3 bu hakikate bir beraatü'l-istihlâldir.
Üçüncü mahmil: Sevr ve Hût, arzın mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur. O burçlar, eğer çendan farazî ve mevhumedirler. Asıl ecramı nazm ve rapt ile yüklenmiş olan âlemde cârî ve lâfzen ve ıstılahen "câzibe-i umumîye" ile müsemmâ olan âdâtullahın kanunu o burçlarda temerküz ve tahassul ettiğinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tâbir-i hakîmâne caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira, hikmet-i atika, burçları semada; hikmet-i cedide ise, medâr-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil, yeni hikmetin nazarında büyük bir kıymeti tazammun eder.
Hem de mervîdir: Sual taaddüd etmiş. Bir kere "Hût üstündedir"; demek bir   aydan sonra "Sevr üstündedir" denilmiştir. Yani, feza-yı gayr-ı mahdudenin her tarafında münteşir olan mezbur kanunun huyût ve eşi'alarının nokta-i mihrakiyesi olan Hût burcunda temerküz ettiğinden, küre-i arz Delv burcundan koşup Hût'taki tedellî eden kanunu tutup, şecere-i hilkatin bir dalıyla semere gibi asıldı. Veyahut kuş gibi kondu. Sonra tayyar olan yer, yuvasını burc-u Sevr üstünde yapmış demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder