1 Ocak 2016 Cuma

Müslüman; Elinden, Dilinden Emin Olunan Kimsedir

Kişi,kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa, başkalarına karşı öyle davransın.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Müslim,İmâre 46.Nesâî,Bey'at 25; İbni Mâce,Fiten 9
Müslüman Elinden Dilinden Emin Olunan Kimsedir Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terkedendir.
Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64-65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!
(Hûd, 112)

Bir kişinin kalbi dosdoğru olmadıkça imanı dosdoğru hale gelmez. Kişinin dili dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/198; Heysemî, ez-Zevâid, 165)
Dikkat edin! İnsan bedeninde bir et parçası vardır, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o et parçası kalptir! (Buharî, İman, 39; Müslim, Müsâkât, 20)
Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler. Söz verdiğinde sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder. (Buharî, Edeb, 120; Müslim, İman, 107).
Allah’a inandım de,sonra da dosdoğru ol.Sahabeden Süfyan es-Sekafî r.a. kendisine gelerek,“Ey Allah’ın Rasulü! İslâmiyet hakkında bana bir öğüt ver ki,sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın..” dedi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v., “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” buyurdu.
Doğruluktan ayrılmayınız! Doğruluk insanı Allah’ı razı edecek iyiliğe götürür.İyilik de insanı cennete götürür.Kişi doğru söyler ve doğruyu ararsa Allah katında doğru olanlardan yazılır. Yalandan sakınınız! Yalan insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi yalan söyler ve yalana devam ederse, sonunda Allah katında yalancılardan yazılır.
(Buharî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 102-103)
Hz. Peygamber s.a.v.’den İslâm’a davet mektubu alan Bizans Kralı Hirakl (Herakleios) onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istemiş, o sırada Suriye’de bulunan Arap tüccarlarını sarayına çağırmış ve kendilerine Rasulullah s.a.v.’i sormuştu.
Bu tüccarlar arasında bulunan ve henüz müslüman olmayan Ebu Süfyan, Rasul-i Ekrem s.a.v hakkında istemeye istemeye doğru söylemek zorunda kalmıştı. Aralarında şu şekilde bir konuşma geçmişti:
– Ona en çok uyanlar kimlerdir, zenginler mi, fakirler mi? – Fakirler. – Hiç ona inananlardan dönenler oldu mu? – Şimdiye kadar hayır. – Ona inananlar artıyor mu, eksiliyor mu? – Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar. – O’nun hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu? – Hayır, hiçbirimiz O’nu yalan söylerken duymadık.
Henüz müslümanların en amansız düşmanlarından biri olan Ebu Süfyan’dan aldığı bu cevaplarla sarsılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:
– Bir insanın bunca zaman insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez.
(Buharî, Bed’ü’l-Vahy, 6)
Sahabeden Enes b. Nadr r.a., Bedir Savaşı’na katılamadığı için büyük üzüntü duydu ve Efendimiz s.a.v.’e gelerek, “Şayet Allah beni müşriklerle kaşı karşıya getirirse, onlara neler yapacağımı herkes görecektir!” dedi.
Nihayet Uhud Savaşı’na katıldı. Müslümanların bozguna uğradığını görünce, kılıcını çekip düşman saflarına doğru ilerlemeye başladı. Karşılaştığı müslümanlara;
– Ben cennetin kokusunu Uhud Dağı tarafından alıyorum, diyordu. Onların geri dönüp savaşa katılmalarını tavsiye etti.
O sırada “Muhammed öldü” diye düşmanın çıkardığı asılsız habere inanıp morali iyice bozulanları uyardı ve:
– Allah Rasulü neyin uğrunda öldüyse aynı şey uğrunda ölmek gerek, diyerek onları kendilerine getirdi. Sonra da düşman saflarına yiğitçe daldı. Önüne geleni tepeledi ve nihayet şehadet şerbetini içti.
Savaş bittikten sonra vücudunda seksenden fazla kılıç yarası tesbit edildi. Onun mübarek bedeninden intikam almaya kalkan merhametsiz kâfirler burnunu, kulaklarını ve diğer bazı organlarını kesmişlerdi. Kız kardeşi Enes’i zor tanıdı. İşte bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Müminlerden öyle erler (yiğit kahramanlar) vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini isbat ettiler.” (Ahzab, 23)

(Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 3/224; Kurtûbî, el-Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’an, 7/146; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/168.)
Altı hususta bana söz verin,ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım.Sahabiler,“Onlar nelerdir?” diye sorunca,Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
1. Sizden biri konuştuğunda yalan söylemesin.
2. Söz verdiği zaman yerine getirsin.
3. Emanet edildiği zaman hıyanet etmesin.
4. Gözleri ile harama bakmaktan sakınsın.
5. Edep yerini muhafaza etsin, iffetli olsun.
6. Ellerini harama uzatmasın. 

(Hâkim, el-Müstedrek, 2/359; Herâitî, Mekârimü’l-Ahlâk, s. 30)
Hz.Muhammed'in (sav) hayatındaki en etkileyici konulardan biri, peygamber olarak seçilmeden önce tüm toplumun ona 'emin' sıfatıyla inanması ve güvenmesidir. Kendisini düşman olarak gören bir müşriğin bile ona malını, kıymetli eşyalarını güvenle emanet etmesi, Efendimiz'in şahsiyetiyle ilgili çok önemli bir özelliktir.
Müşriklerin kendisini öldürme planları yüzünden Mekke'yi terk etmek zorunda kaldığında bile,emanetin sahipleri Müslüman olmamasına rağmen üzerindeki emanetleri sahiplerine vermek üzere Hz. Ali Efendimize teslim etmişti. Efendimiz, Sahabesiyle beraber en şiddetli saldırılara, işkencelere maruz kaldığında sabretti, direndi ama müşrikler gibi ahlak dışı şiddete, işkenceye hiçbir zaman başvurmadı. En sevdiği amcası, koruyucusu Hz. Hamza (as) şehid edildiğinde ve savaşta dişi kırıldığında, yaralandığında bile bunları yapan kişilere, esirlere kötü davranmadı. Hz. Hamza'yı (as) öldüren Vahşi Müslüman olarak gelip ona teslim olduğunda, 'öldürülürüm' diye korkmadı, 'emin' olan Efendimiz'in adalatten sapmayacağını bildi.
Mümin,insanların kanları ve malları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir.
Tirmizi,Nesei

Nasıl evliya oldular?

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya zatların asırlardır unutulmayıp, herkesçe sevilmelerinin sebeplerinden bazıları şunlardır:
1- Kendi hocalarının rızalarını kazandılar: Bütün büyükler,(Ümmeti arasında peygamber neyse, talebesi arasında hoca odur) hadis-i şerifine uyarlardı. Buyururlardı ki:
Bizim yaptığımız bunca hizmetin ecri, sadece mübarek hocamızadır; çünkü hocamızı tanımasaydık, doğruyu bulamazdık. Bu hizmetler sadece onlar vasıtasıyla olmaktadır. Bize ait bir şey var dersek, felakete uğrarız. Bu hizmetlerin zerresini kendimizden bilirsek, yanarız, mahvoluruz. Bizi doğru yola sevk eden, o büyüklerdir. Onların haklarını ödeyemeyiz.

2- Ömürleri iyilik etmekle geçti: Kendilerini, insanlara iyilik yapmak için adarlardı. Evlada yapılan iyilik, anaya babaya yapılmış demektir. Allahü teâlâ da, kendi kullarına yapılan iyiliği sever. Allahü teâlânın sevdiği kişiyi de herkes sever. Sevgi Allah’tan gelir. Allahü teâlânın sevgisini kazanmak isteyen, salih kulların sevgisini kazanarak, insanların hayırlısı olmalı. (İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır) hadis-i şerifi de hayırlı insanın kim olduğunu bildirmektedir.

3- Doğruluktan hiç ayrılmadılar: Hiç kimse için kötülük düşünmezlerdi. Hak neyse, onu söyler ve yaparlardı. (Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kimsedir) hadis-i şerifine uygun yaşarlardı. Müslüman, her yönüyle doğru insan demektir. İmanı doğru, ameli doğru, sözü doğru, özü doğru kimsedir. (Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, doğruyu söyleyeceğim) hadis-i şerifine uygun yaşarlardı.

4- Çok sabrettiler: Öfkelenip, kalb kırmazlar, (Allahü teâlâ sabredenleri sever) ve (Sabreden, zafere kavuşur) hadis-i şeriflerine uyarak, hep sabrederlerdi.

5- Huyları çok yumuşaktı: (Allah yumuşaktır, yumuşaklığı sever)hadis-i şerifine uyarak, hep tatlılıkla, şefkatle muamele ederlerdi.

6- Fitneden uzak dururlardı: Müslüman, Allah’tan başka kimseden korkmaz. Ancak kendisinden korkar. Bilir ki, benim yanlış bir hareketim, yanlış bir sözüm, bütün Müslümanlara zarar verir. Müslüman, (Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lanet etsin)hadis-i şerifine uyarak, taşıdığı elbisenin, kendi elbisesi değil, İslamiyet’in ve bağlı olduğu büyüklerin elbisesi olduğunu bilir. Buna bir şey dökülmesin, buna bir laf gelmesin diye titrer. Bilir ki, kendisi yüzünden bir Müslüman zarar görürse, bunun vebali çoktur.

7- Kalb kırmaktan çok korkarlardı: Kalb kırmak, yetmiş kere Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır. Kalb kırmakla küfür arasında çok ince bir perde vardır. Kalb kırmanın kapısı açılınca küfre girilebilir. Küfrün hemen yanında kalb kırmak vardır. Mümin, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen kimsedir. Mümin, hep güler yüzlü, tatlı sözlü olur. Müminin ağzından kötü söz çıkmaz. Evliya bir zata, Allahü teâlânın en çok sevmediği nedir diye sorulunca, o zat, (Allahü teâlânın en çok sevmediği, iman etmemek, kâfir olmak, bundan sonra da en çok sevmediği, kalb kırmaktır) buyurur.

8- Emir vermekten sakınırlardı: İnsanları felakete sürükleyecek olan huy, emir vermektir. İnsanların hücrelerinde emir vermek arzusu vardır. Bu, can çıkmadan önce, en son çıkacak huydur. İnsanlar için en büyük felaket, emir verme sevgisidir. Bu sevgi olmayan, emir verebilir; ama bu arzu ve heves varsa, verilen her emir kul hakkına girer. Büyükler, (Bize çavuş değil, er lazım) derlerdi. Er, emir vermez, peki der. Er olmak, kul olmak, en şerefli meziyet, en şerefli rütbedir. (Ben Allah’ın kuluyum) hadis-i şerifi, kulluğun, er olmanın önemini göstermektedir. Er olmayı kabul etmeyen, kaybeder; çünkü sular daima denize doğru akar, tepeye doğru akmaz. Bu nefsin azgınlığını durdurmak zor iştir. Bunu durduracak en iyi ilaç, peki demektir; çünkü nefs, hayır der, yaratılışı öyledir; ama peki derse, dünya ve ahiret saadetlerine kavuşur. Eshab-ı kiram, devenin üstündeyken kırbaçları yere düşse deveden inerler, kırbacı kendileri alır, tekrar binerlerdi. Deveye inip binmek zahmetli bir iştir. Buna rağmen, emir vermemek için böyle yaparlardı.

9- Kibirden çok korkarlardı: Allahü teâlâ, (Azamet ve kibriya benim hakkımdır, kim bana ortak olursa, ona hiç acımam, yakarım) buyuruyor. O halde küfürden sonra en kötü ahlak, en büyük günah, kibirli olmaktır. İnsanın kalbinden kibri çıkarmak, iğneyle dağı toz haline getirmekten daha zordur. Aile içerisinde, cemiyet içerisinde, her çektiğimiz sıkıntı kibirdendir. (Kalbinde zerre kadar kibir bulunan Cennete giremez) hadis-i şerifine uymaya çalışmalı. Kibri çıkarmadan Cennete girmek zordur. Güzel ahlak, kalb kırmamaktır. Kibirli olan, öfkeli olan, kalb kırar.

10- Hep güler yüzlüydüler: (Müslüman, tatlı dilli, güler yüzlü olur) hadis-i şerifine uygun hareket ederlerdi. Herkesin bir derdi vardır. Onlara yeni bir dert katmayıp, o derdi yok etmeye çalışmalıdır. Bunun da bir ibadet olduğunu bilen Müslüman, onları neşelendirir, ferahlandırmaya uğraşır.

11- Kul hakkından çok korkarlardı: Kul hakkı, İslam ahlakının temelidir. Ahirette herkes, kul haklarından hesaba çekilecektir. Peygamber efendimiz, Sırat köprüsünde sorulacak yedi sualden sonuncusunun kul hakkı olduğunu, bundan peygamberlerin bile korktuklarını bildirmiştir.

Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa; fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennete giremez. Kul hakkı o kadar önemli ki, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaatle kılınmış, kabul olmuş yedi yüz namazın sevabı alınıp hak sahibine verilecektir, sevabı yoksa onun günahı buna yüklenecektir.

Müslüman, (Önce senin hakkın, sonra benim hakkım, önce senin menfaatin, sonra benim menfaatim, önce sen rahat et, mutlu ol, sonra ben; çünkü senin hakkın çok büyüktür. Allahü teâlâ bana, senin hakkından soru soracak) diye düşünür.

Müslümanlık su gibidir. Hayat suyla vardır. Ateş suyla söner. Suyu sevmemek olmaz. Müslüman da, herkes tarafından sevilen ve aranan su gibi olmalı. Hiç kimse ondan şikâyet etmemeli; ama herkesin ihtiyacı olmalıdır. Müslüman demek, hasreti çekilen insan demektir. Bir kimsenin hasreti çekilmiyorsa, son nefeste imanı tehlikededir. Nitekim, (Eğer bir Müslümana yaklaşmak zorsa, bu, onun felaketine sebep olabilir) hadis-i şerifi bu durumu açıklıyor.

12- Tevazu ehliydiler: (Allah için alçak gönüllü olanı, Allahü teâlâ yükseltir) hadis-i şerifine uyarak tevazu sahibiydiler. Kendini yüksek gören kimse, yalnız kendisi kendisini yüksek bilir, herkes ondan nefret eder. Kibirliyi Allahü teâlâ sevmediği gibi, insanlar da sevmez.

13- Çok cömertlerdi: Hiçbir cimri, Allah dostu olamaz. (Cömertlik öyle bir haslettir ki, insanın kötü huylarını örter. Cimrilik de, insanın iyi huylarını örter) hadis-i şerifine uyarak, hep vermişlerdir. Verdiği zaman, alandan daha çok sevinen, hakiki mümindir. Cömertlik, Cenab-ı Hakkın çok sevdiği bir ahlaktır. Bu, her kula nasip olmaz. Cömert olan bir kâfire, son nefeste iman nasip olma ihtimali yüksektir.

14- Anlaşılmaları kolaydı: (İnsanlara, akılları derecesinde konuşun) hadis-i şerifine uyarak, kısa, açık ve herkesin seviyesine göre konuşurlardı. İslamiyet nedir diye soran bir bedeviye, Resulullah efendimiz, (Allahü teâlânın bütün emirlerine hürmet etmek, beğenmek ve Onun bütün mahlûklarına acımak, şefkat göstermektir) diye cevap vermiştir. Allah’ın emirlerine hürmet etmektir deniyor, onları yapmaktır denmiyor! Öyle deseydi, kaç kişi Müslüman olabilirdi? İmanla ölmek için, elbette yapmaya çalışmak da şarttır.

Herkes kendi sermayesini kullanır

* Ticaret, kaidesinde güzeldir. Ticaretin kaidesi de, dürüstlüktür. Ticaretin kaidesi, aldatmamak ve aldanmamaktır. Açıkçası kul hakkından korkmaktır, kul hakkını korumaktır.

* Müslüman dürüsttür, doğrudur, merttir. Bunlar ahir zamanda insanlarda kaybolan meziyetlerdir. Zamana uyarsak, herkesin yaptığını yapmaya kalkarsak, bunda bir fark olmaz. Farklılık inançta, farklılık dürüstlükte, farklılık insanları Allah için çok sevmekte. Çünkü Cenab-ı Hakkın yarattığı en şerefli mahlukun karşısındasın.

* Dua almak için evvela karşıdakinin sevgisini, güvenini almak lazım. İnsan sevdiğini dinler, insan sevdiğine itaat eder. Sevgiyi kaybedenler geçici bir süre için belki başarılı gibi gözükebilirler ama o kalıcı değildir. Müslüman bugünün tüccarı değil, yarının tüccarıdır.

* Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kimsedir. O yalan söyleyebilir, ama sen onun doğru söylediğine inanmalısın. O idrar, kan olabilir ama sen su olacaksın. Pislik pislikle temizlenmez, su ile temizlenir. Herkes yanındakinden verir. Herkes kendi sermayesini kullanır. Müslümanlığın tarifine göre çalış. Peygamber efendimiz(Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kimsedir) ve (İyilik edene iyilik et, kötülük edeni affet) buyurmuştur.

* Siz siz olun sakın kibirlenmeyin. Kibrin ucunda, sağında, solunda şirke doğru yol var. Allahü teâlâ bazı yetkiler, bazı imkanlar, bazı güzellikler verdiği zaman çok korkmak lazım. Bunun bir imtihan olduğunu anlamak lazım. Yoksa, mülkün sahibi Allah’tır. Gözü kaşı verdiği gibi almasını da bilir. Nitekim, mükemmel gören insanların bir müddet sonra göremediklerini hep biliyoruz. O halde göz bir nimettir. Akıl bir nimettir, akılsız insanlar da çok. Sağlık bir nimettir, hastaneler dolup taşıyor. Hürriyet bir nimettir, hapishanede insanlar çürüyor. Nimetleri kendinizden bilmeyin, ne varsa hepsi Allahü teâlâdandır, Ona çok şükredin. Günahlarınız için tevbe edin, kibirlenmeyin, yoksa helak olursunuz.

* Herhangi bir mümine, baktığın zaman, onun hakkında hiçbir endişe, hiçbir şüphe olmaksızın bütün hücrelerinle sevmelisin. Bu sevgide en ufak bir menfaatin bahis konusu olmamalı. En ufak bir çıkarın konuşulamaz, düşünülemez. Ona nasıl iyilik ederim, ne verebilirim diye, bütün canınla ciğerinle kalbinle ona teslim olmalısın. O da insan, onun da kalbi var. Karşındaki insana hiçbir endişe, hiçbir şüphe olmaksızın tam teslimiyet, muhabbet besleyince, o da haliyle karşısındakini sevecektir. Çünkü, bu sevgide ilahi bir sevgi vardır. Yani, Allah’a giden yolda sevgi var. Sonsuza giden sevgide, çarpışma olmaz. Ama, menfaatle ilgili sevgilerde, daima karşılıklı çıkarlar menfaatler bahis konusudur. Sonunda mutlak kavga olur, mutlaka geçimsizlik olur.

* İnsan, Cenab-ı Allah’ın, bir verdiklerini bir de vermediklerini düşünsün. İnsan, Allahü teâlânın emrinde ve Onun imkan dairesinde, bir köle gibidir. Hiç kimse Allahü teâlâ ile pazarlığa kalkamaz. Mümin, yaptıklarını değil, yapamadıklarını düşünmesi lazım. Yaptığımız ibadetleri değil yapamadıklarımızı düşünelim, çünkü yaptıklarımız da tevbeye muhtaç, tevbeler de tevbeye muhtaç...

Hiçbir müslüman, hiçbir zaman, hiçbir şeyden dolayı, hiçbir şekilde, hiçbir şikayette bulunmasın. Çünkü, şikayette bulunmak nimetleri unutmaktır. O nimetler akla geldiği zaman, hemen tevbe istigfar etmelidir. Hiçbir zaman sabrın sonu selamet olmaması mümkün değil. Sabır dönemini iyi kullanmak lazım. Eğer bu dönemin sonunu beklemezsek, bütün belalar artar, daha fazlalaşır. Eğer, o sabrı, zamanını iyi kullanırsak sonu selamet olur. Şunu iyi bilin ki, varlıkta Allah’a ibadet, daha zor. Çünkü varlıkta nefsin bütün arzuları ayakta, yoklukta zaten yok. Ama varken, nefsi frenlemek daha zordur. Dolayısıyla, hiçbirimiz ne oldum delisi olmayalım ve insanların takdirlerine kulak asmayalım, daha doğrusu aslımızı unutmayalım. Aslımız bir avuç toprak. Cenab-ı Hak, bir kullanma yetkisi, imkanı vermiş, bunu da, ya hayırda, ya şerde kullanacağız. Gelin, neyimiz varsa hayırda kullanalım. Hayırlı sonuçlar alalım. Şerde kullanırsak şerle karşılaşırız ki, bu da gayet tabii bir şey. Ahirette Cennetten Cehennemden başka yer yok, unutmayalım. 

1 yorum: