6 Şubat 2016 Cumartesi


Âlimin hatası olur mu?

Sual: Dört mezhep imamının veya diğer müctehid âlimlerin, mesela İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazâlî hazretlerinin hatalarını biz bilebilir miyiz?
CEVAPBiz bilemediğimiz gibi, ictihad derecesine yükselmiş başka bir âlim bile bilemez, çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) yani onun hükmünü bozamaz, o ictihadı hükümsüz hâle getiremez, o hükmün yanlış olduğunu söyleyemez. Fetava-yı Hindiyye’deki ictihadî bir hükmün, İbni Âbidin’den delil getirilerek, yanlış olduğu söylenemeyeceği gibi, İbni Âbidin’deki ictihadî bir hükmün de, Hindiyye delil gösterilerek yanlış olduğu söylenemez. Tercih ehli olan âlimler, bu hükümlerden birini tercih edebilirler.
Mezhep içinde böyle farklı ictihadlar ve tercihler olduğu gibi, dört mezhep arasında da farklı ictihadlar çoktur. (Burada Hanefî doğrudur, ötekinde Şâfiî’nin ictihadı doğrudur) denmez. Mezhepsizlerin,(Deliline bakarız, sağlamsa alır, çürükse atarız) demelerinin dinde hiç kıymeti yoktur. Müctehid olmayan delilden anlamaz, anlasa da onun anlayışı geçerli olmaz. Hanefî âlimleri, imam arkasında Fâtiha okumanın tahrimen mekruh, Şâfiîler de farz olduğunu bildirmişlerdir. Bir mezhepsiz çıkıp da, (Bu ictihadlardan biri zayıf, öteki kuvvetli)diyemez. Dese de dinde hiçbir değeri yoktur. (Ben deliline bakarım)demesi, câhilleri kandırmaya çalışmak olur.
Âlimin hatası varsa, onu ancak Allahü teâlâ bilir. O hata ictihad hatası olduğu için, âlim ondan sorumlu olmaz. Hattâ (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır) hadis-i şerifine göre, kendisine sevab da verilir.
(Âlim de insandır, onun da hatası olur) demek, üç yönden yanlıştır:
1- Onun hatasını müctehid âlim de bilemediğine göre, mezhepsizler hiç bilemez.
2- Sevab olan bir ictihada hata demek çok yanlış olur.

3- (Âlimler de hata eder) demek, âlimlere olan itimadı sarsacağı için yanlıştır. Allahü teâlânın ve Resulullah efendimizin övdüğü âlimler için,(Âlimlerde hata olur) demek çok çirkin olur.
Bazı mezhepsizler, (Âlimin birinin ak dediğine, ötekinin kara demesi hata değilse nedir?) diyorlar. Bunun cevabını da Resulullah efendimiz veriyor, (O, rahmet-i ilâhîdir) buyuruyor. Böyle farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Bir hadis-i şerif:
(Ümmetimin [müctehid âlimlerinin] ihtilafı [farklı ictihadları,mezheplere ayrılması] rahmettir.) [İmam-ı Beyhekî, İmam-ı Münâvî, İmam-ı İbni Nasr, İmam-ı Deylemî]

Büyük fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, Redd-ül muhtar kitabında buyuruyor ki:
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadis-i şerifi meşhurdur. Mekasıd-ı hasene’de yazılıdır. İbni Hacib de Muhtasar’da sahih olduğunu yazmaktadır. Nasrul-mukaddesi’nin Hucce kitabında ve Beyhekî’ninRisalet-ül-eşariyye’sinde sahih hadis olarak bildirildiğini, İmam-ı Süyûtî yazmaktadır. Hâlimî, Kadı Hüseyin ve İmam-ül-Haremeyn de sahih olarak bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye’de de yazılıdır.(Redd-ül muhtar)

Âlimlerin farklı ictihadları rahmet olduğu gibi, Eshab-ı kiramın farklı ictihadları da rahmettir. Bir hadis-i şerif:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Taberânî, Beyhekî, İbni Asakir, Hatîb, Deylemî, Dârimî, İ. Münâvî, İbni Adiy]

Bu hadis-i şeriflere mezhepsizlerin uydurma demelerinin önemi olmaz. Bu hadisleri nakleden âlimleri yalancı veya câhil olarak göstermek ne kadar çirkindir. Sonra gelenlerin, önce gelen âlimleri suçlayacaklarını Resulullah efendimiz mucize olarak bildirmiştir. İki hadis-i şerif:
(Âhir zamanda, sonra gelenler, önceki âlimleri câhillikle suçlayacak.) [İbni Asakir]

(Sonra gelenler, önceki âlimleri kötüleyecektir.) [Tirmizî]

Birer mucize olan bu hadis-i şerifler, âhir zamanda sapıkların, mezhepsizlerin türeyeceğini bildirmektedir.
Âlimler de insandır

Sual: Bir arkadaşım önceleri, (Allah'a inanırım; ama peygamberlere inanmam) diyordu. Daha sonra, (Allah'a inanınca peygamberlerine de inanmak gerekir) dedi ve artık peygamberlere de inanıyor; fakat şimdi de, (Mezheplere inanmam, âlimlere inanmam. Âlim de insandır, o da hata eder. Din kitaplarındaki bilgilerin mutlaka doğru olduğu söylenemez. Onlar da insandır, hata edebilir) diyor. Böyle demesi uygun mu?
CEVAPÂlim diye, günümüzdeki yazarları ve profesörleri değil de, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi yetkili âlimleri ve onların eserlerini kastediyorsa kesinlikle uygun değildir. Peygamber efendimiz çeşitli hadis-i şeriflerinde, (Âlimler benim vârislerim, vekillerimdir. Eshabımın hangisine uyarsanız doğruyu bulursunuz) buyuruyor. Vekilin yaptığı işin hükmü, aslın yaptığı işin hükmü gibi geçerlidir. Mezhebe uyan Peygamber efendimize uymuş olur.

(Âlimler de insan, ya hata ederlerse ne olacak?) diye hatıra gelebilir. İctihad makamına yükselmiş bir âlimin hatasını, ictihad derecesine yükselmiş başka bir âlim bile bilemez; çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) yani onun hükmünü bozamaz, o ictihadı hükümsüz hale getiremez. Onun için müctehidin hatası bilinemez. Onun Allah indinde bir hatası varsa, yine ictihadı için sevab alır. Sevab alınan bir ictihad için hata denmez. (Âlim de insandır, o da hata eder) demek yanlış olup, âlimlere olan itimadı sarsar. Âlimlere itimat sarsılınca hadis-i şeriflere, zayıf veya uydurma gözü ile bakılmaya çalışılır. Bir âlimin, bir hatasını bulduk denirse, öteki sözlerine nasıl itimat edilir ki? Artık o âlimin bütün ictihadlarına şüphe ile bakılır. İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olmaz. Bir tane var denirse, ötekilere nasıl itimat edilir ki? Hadislere uydurma damgası basmakla, dine olan itimat sarsılmaya başlar. Hadislere itimat kalkınca, Kur’an-ı kerimi açıklayan hadis-i şerifler yok olmuş olur ve herkes, Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre açıklamaya çalışır. Adı İslam da olsa, yerini başka bir din alır.

Hele, Peygamber efendimize kadar hocaları, silsilesi malum olan ve icazet sahibi, yetkili bir âlim için, (O da insandır, hata edebilir) demek çok yanlıştır. Bu da, hocaya olan itimadı sarsmak için söylenmiş bir sözdür. Hocaya itimat sarsılınca, onun vekiline de itimat kalmaz. Hocayı kabul edenin, vekilini de aynen kabul etmesi gerekir. Kabul etmezse hocasına da itimat etmediği anlaşılır.

(Hoca, onu değil de şunu vekil etmeliydi) demek de, hocayı kabul etmemek olur. Vekili kötülüyor gibi görünse de, aslında itiraz hocayadır. Ebu Cehil de, (Kureyş büyükleri, zenginler dururken bir yetim nasıl peygamber olur) diyerek Resulullahın peygamberliğini kabul edememişti. Ebu Cehil, burada Allahü teâlâyı suçlamaktadır. (Bu işe layık olmayan birini nasıl peygamber yaparsın) demek istiyordu. İşte bunun gibi, hocanın vekilini kabul etmeyenler de, hocayı kabul etmemiş olurlar. Resulullahın vârisleri, vekilleri olan müctehidlerin mezheplerini kabul etmeyenler, Resulullahı kabul etmemiş olurlar. (Niye buna ictihad etme yetkisini verdin?) demek, aslında Resulullahı suçlamak olur. Hiçbir zaman unutulmamalı ki, vekil asıl gibidir.

Ortada din kalmaz
Sual:
 Dinde, din kitaplarından nakli esas almak yanlıştır. Âlimler de insan, biz de insanız. Niye onlardan nakli esas alalım ki?
CEVAPBu söz, mezhepsizlerin çok kullandığı bir ifadedir. İnsan denince, cahili de, âlimi de, kâfir de anlaşılır. Her Müslüman, hatta Peygamber efendimiz de insandır. Bunların hepsinin, insan olduğunu bilmeyen yoktur. Bunun için, (Onlar da insandır) sözünün içinde hakaret yatmaktadır. Onlar da, sıradan bir insan denilmek isteniyor. Bu sözü ancak, kendini de onlar gibi büyük bilen veya onları da kendisi gibi aşağı gören söyleyebilir.

Muteber kitap demek, dinde senet olan kitaplar demektir. Dinde dört delil vardır. Bunlardan sonuncusu, kıyas-ı fukahadır. Fukaha yani âlimler, insan diye atılırsa, ortada din kalmaz; çünkü bu âlimler, Resulullahın vârisleridir. Kur’an-ı kerimde, (Âlimlere sorun)buyuruluyor. Âlimleri, onlar da insandır diyerek küçültmek, insanı küfre kadar sürükleyebilir; çünkü Allahü teâlânın ve Resulünün kıymet verdiği kimseleri küçültmek, dinin sahibini yalanlamak olur.

Gün günü arattırır

Sual: Eski devirlerde müctehid âlimler ve evliya zatlar çok idi. Şimdi eskisi gibi çok olmayışının hikmeti ne olabilir?
CEVAPAsr-ı saadetten uzaklaştıkça insanların bozulacağını, iyi kimselerin çok azalacağını Peygamber efendimiz haber veriyor. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram] dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin]dir. Bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayın!) [Buhari]

(İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar.) 
[Buhari]

(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.)
 [Hadika]

(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.)
 [Deylemi]

(Kıyamet, yalnız kötü insanların üzerine kopar.) [Buhari]

(Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur.) [Tirmizi]

(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki Müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.)
 [Şir’a]

(Ahir zamanda zalim idareci ve yalancı âlimler gelir. Onların yardımcısı olmayın.)
 [Hatib]

(Kıyamete doğru Kur’an okuyan çok, âlimler az, olur. İlim yok olur. Kargaşalık çoğalır. Yine öyle bir zaman gelir ki, müşrik müminle aynı konuda tartışır.)
 [Hâkim]
Üstad ne demektir?

Sual: Üstad ne demektir? Kumar üstadı, Müzik üstadı dendiği gibi, 33. dereceli masonlara büyük üstad deniyor. Din büyüklerine, mezhep imamlarına, Peygamberlere de üstad demek caiz olur mu?
CEVAPÜstad, ilim veya sanatta üstün olan kimse demektir. Bu bakımdan din büyüklerine, mezhep imamlarına ve hatta Peygamberlere de üstad denir. Peygamber efendimiz, insanlığın hocası, üstadı olduğu içinüstad-ül beşer denir.

Aşağıdaki bilgilerin hepsi Seadet-i Ebediyye’den alınmıştır:
Ebu Bekri Sıddık âriflerin başı ve sıddıkların reisidir. Sıddîkın üstadı Resulullah aleyhi ve alâ alihissalatü vesselam idi.

Musa aleyhisselam, mantık ilminin üstadı iken, Hızır aleyhisselamdan ilim öğrenmeye geldi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim üstaddan öğrenilir.) [Buhari]

(Üç şey Enbiya işlerindendir:
1- Muallimlere ve üstadlara hediye vermek.
2- Âlimleri mükerrem tutmak.
3- Eshabımı sevmek.) 
[M.C.Y. Güzin]

Kadı Beydavi hazretleri tefsir ilminin büyük üstadıdır. 

İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed de hocaları, üstadları olan İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin fikir ve reyine tâbi olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, İmam-ı a’zam, onların üstadı idi. İmam-ı Ebu Yusuf, ictihad makamına yükseldikten sonra, üstadı Ebu Hanife’ye tâbi olması hata olur.

İmam-ı Ebu Yusuf, çok sevdiği oğlu âniden ölünce, talebelerine, (Defin işini siz halledin. Ben üstadımın dersine gidiyorum) dedi.

İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in üstadı idi.

İbni Arabi, hadis ilminde üstad [sözü vesika] ve fıkıhta ictihad makamında idi. 

Hace-i Ahrardan sonra bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeplerini her yere yayan ariflerin büyüğü ve marifetlerin kaynağı üstadımız Muhammed Bakidir “sellemehüllahü teâlâ”

Seyyid Fehim Nehriye [Şemdinana] gelir. Her gelişinde, Seyyid Taha’dan çeşitli iltifatlarla şereflenirdi. Bir gün cami sofasındaMektubat okuyordu. Çok kalabalıktı. Seyyid Fehim de, uzakta, ayakta dinliyordu. Seyyid Taha, kitaptan başını kaldırıp, (Molla Fehim, acaba şimdi, hiç üstad yok mu?) der. Seyyid Fehim, (Şimdi bulunan üstad gibi, hiç gelmemiştir) der. Seyyid Taha, hemen Mektubatı kapayıp, odasına gider.

İnsan, gelen feyizlerden, üstadına olan ihlası ve sevgisi kadar alır. Hepsini almak, nadirdir.

İslam tekbirini, segah makamına besteleyen Itri efendi, bir din âlimi değil, Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. Farabi de, felsefeci ve musiki üstadı idi.

Nefsin üstadı İblis’tir. Lakin kötülük yapmakta, isyanda, iblisi geçmiştir.

Kâfire hürmet ederek üstadım demek küfür olur.

Hoca hakkı
Sual: 
Hoca hakkı, ana-baba hakkından önce mi gelir?
CEVAPBir kimseye Ehl-i sünnet itikadını, dinini, imanını öğreten, iki cihan saadetine kavuşmasına vesile olan hocasının hakkı elbette ana-baba hakkından önce gelir, yoksa her hoca denilen kimsenin değil! Bir hadis-i şerif meali:
(Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kızını veren baba ve ilim öğreten baba. Bunların efdali, hocasıdır.) [Umdet-ül İslam]

Evladına dinini, Ehl-i sünnet itikadını öğretmeyen ana-babanın evladı üzerinde ana babalık hakkı olmaz. 
Kevseri ve Şah Veliyyullah

Sual: Bir arkadaş, Zahid ül Kevseri’nin Şah Veliyyullah Dehlevi’yi tenkit ettiğini, bu bakımdan Kevseri’yi muhakkak okumak gerektiğini söylüyor. Bu iki âlim de muteber değil mi?
CEVAPEvet ikisi de muteberdir. Farklı fikirleri olabilir. Bir âlimin ictihadı, öteki âlimin ictihadını nakzedemez, yani onu geçersiz hâle getiremez. Mesela İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı a’zamdan farklı çok ictihadı vardır. Bundan dolayı İmam-ı a’zam hazretlerini asla tenkit etmemiştir. Hanefilerle Şafiiler kavga etmiştir diye bazı mezhepsizler yalan yazıyorlar. Çünkü farklı ictihad rahmet olduğu gibi, aynı zamanda, yanlış ictihad eden de sevap alır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ.Münavi, İbni Nasr]
Rahmet olan ve sevap alınan bir hususta kavga edilmez.

Zahid-ül-Kevseri: 
Kafkasyalıdır. 1951’de vefat etti. Zamanının tefsir, hadis ve fıkıh âlimi idi. Vehhabiliği reddeden Esseyf-üs-sakil kitabı ile Makalat’ı çok kıymetlidir. Her türlü sapık ve bozuk cereyanlara karşı idi. İttihatçılara âlet olan, din âlimi ve şeyh geçinen, fakat İslamiyet’ten haberi olmayan kimselere şiddetle karşı çıktı. Ama ittihatçılar ve onların yardakçılarının haksız ithâmlarına uğradı. Tutuklanması için türlü oyunların tezgahlandığını haber alması üzerine 1922’de Mısır’a gitti. İbni Teymiyye ve onun yolunda olan reformistlere karşı çıkardı. Bunun için mezhepsizler tarafından taassupla itham edilmişti. Hanefi olmasına rağmen, İmam-ı Şafii’yi çok sever idi.

Şah Veliyyullah-ı Dehlevi: 
1762’de vefat etti. Babası, Hazret-i Ömer, annesi Hazret-i Ali soyundandır. Tefsir, hadis, kelam, tasavvuf ve Hanefi fıkıh âlimi idi. Büyük veli Mazheri Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki:
(Şah Veliyyullah derin hadis âlimidir. Marifet esrarının tahkikinde ve ilmin inceliklerini bildirmekte, yeni bir çığır açan doğru yolun âlimlerindendir.)

Fevâid-ül-Behiyye
 kitabının sâhibi M. Abdülhay el-Lüknev ise şöyle der:
Allahü teâlânın hücceti, hidayete kavuşanların önderi, ümmetin dayanağı, ulemânın öncüsü, enbiyânın vârisi, sünnet-i seniyyenin ihya edicisi olan Şeyhülislâm Kutbüddîn Veliyyullah bin Abdürrahim Dehlevî, ilimde deryâ misâli, fâzıl bir zâttır.

Dört mezhebin hükümlerini delîlleri ile biliyordu. Dört mezhebin imâm ve âlimlerinin yüksekliklerini, gayet iyi anlamıştı. Çok kitap yazdı. Şiilere karşı Kurretül ayneyn fi tafdili şeyhayn ve İzale-tül hafa an hilafetil-hulefa kitapları meşhurdur. Hemeat kitabında, tasavvufu övmektedir.

Müctehidlerin başka bir müctehide uymalarını yasaklar, bizim gibi cahillerin ise, dört mezhepten birine uymak gerektiğini bildirir. Bu konularda şunları bildirir:
Dört mezhebin kolaylıklarını toplamak, Kur'anda ve hadiste açık bildirilen nasslarla ve selefi salihinin icmaı ile ve açık olan kıyas ile yasak edilmemişse caiz olur. (İzale-tül-hafa) [Bu görüşü, diğer ulemanın görüşüne uygun değildir. Böyle farklı bir görüşten dolayı bir âlimi silip atmak caiz olmaz.]

Müctehid olmayanın hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid)

Mezheplerin en kıymetlisi, Buhari’de bildirilen Sünnet-i Nebeviyye en uygun olanı, Hanefi mezhebidir. (Füyud-ül-Haremeyn)
Gerçek ve sahte âlimler

Sual: Âlimin iyisini, kötüsünü, gerçeğini, sahtesini nasıl anlarız?
CEVAPEhl-i sünnet itikadında olmayan, iyi âlim olamaz. Dört hak mezhepte olmayan ve bu büyüklerden nakletmeyen yani kendi görüşünü dinin emri gibi bildiren kimseden, iyi âlim olamaz. Bid’at ehlini büyük bilen âlim olamaz.

Bunlar ana kaidelerdir. Bunlara uymayanların zaten her yazısı, her sözü yanlış olabilir, zararlı olabilir, yani onda her türlü bozukluk olabilir.

Gerçeğini sahtesini anlamada bazı ölçüler özetle şöyledir:
1- İslam âlimi yerden ot gibi, mantar gibi bitmez, hocasız, icazetsiz, âlim olmaz. Mutlaka Peygamber efendimize dayanan bir silsilesi olur. Mesela, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri gibi.

2- Ehl-i sünnet itikadında olur. Dört hak mezhepten birine uyar, dindeki dört delili kabul eder, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmeye karşı çıkmaz.

3- Dinimiz nakil dinidir. İman ibadet bilgileri kıyamete kadar değişmez. Eserlerinde buna dikkat eder, yani sadece bu kıymetli bilgileri nakleder.

4- Hiçbir fıkıh kitabına dayanmadan, ilhamla söylüyorum diyerek, görüşünü, dinde senet gibi, bir ilim gibi göstermeye çalışmaz.

5- Bid’at ehliyle, bunları destekleyenlerden mesela, Mason Abduh’u övüp (Abduh gibi dinde reform istiyorum, Abduh benim üstadım)diyenlerden, uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi vazife bilir.

6- (Yalnız Kur’an) diyerek sünneti, icmayı ve kıyası kabul etmeyen, Kur’an-ı kerimden kendi anladığını senet kabul eden zındıklardan uzak durur. Bunların yanlışlarını bildirmeyi vazife bilir.

7- (Müslüman olması şart değil, Allah’a inanan herkes, hatta Hristiyanlar ve Yahudiler Cennete gidecektir, bunlar da imanlıdır) diyen sapıklardan uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi görev bilir.

8- Hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın hiç birine dil uzatmaz, hepsini hürmetle anar. Yahudilerin kurduğu İbni Sebeciliğin, Hurufiliğin zararlarını bildirir.

9- İngilizlerin kurduğu Vehhabilikten, bunların bozuk inançlarından uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi önemli vazife bilir.

10- Osmanlı sultanlarını, özellikle II. Abdülhamit Han’ı kötülemez.

11- Kendini Mehdi sanmaz veya Mehdi gelmiştir demez yahut Mehdilik mecazidir diyerek, bunu ve diğer kıyamet alâmetlerini inkâr etmek için, tevile sapmaz.

12- Hiç bir İslam âlimi, kendine unvan vermemiş, kendisini övmemiştir. Hatta, (Kendini Frenk kâfirinden üstün gören Allahü teâlâyı tanıyamaz) buyurmuşlardır. Kendini Kaf dağında görüp de, kendi kendine övücü unvanlar vermez.
İlmin önemi (şiir)

Sual: İlmin dindeki yeri nedir?
CEVAPKur’an-ı kerimde, bilenlerin, ilim sahibi olanların kıymetli olduğu bildiriliyor. Ama her ilim değil, faydalı ilim övülüyor. Faydalı ilmi, gerçek âlimlerin eserlerinden öğrenmek gerekir. Bir şiir:

İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,
En karanlık yollarda, kıymetli arkadaştır.

İlim gibi yâr olmaz; dosttur o, ağyar olmaz,
Her şeyde zarar olsa, ilimde zarar olmaz.

Her insan ilme açtır, başında altın taçtır,
İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır.

İnsan malını korur, ilimse onu korur,
Cahillik susuzluktur, yeşil ağaçlar kurur.

İlim, uçsuz bucaksız bir deryayı andırır,
Âb-ı hayat suyudur, içeni canlandırır.

İlim çok kıymetlidir, çünkü Allah övüyor,
Bakın Resul-ü zîşan, ilim için ne diyor:

(Ara, ilmi her yerde, o yer Çin olsa bile,
İlim öğrenmek farzdır, kadına ve erkeğe.)


Bak şöyle buyuruyor hazret-i Ali ise:
(Köle olurum ona, kim bir harf öğretirse.)Âlimler nebilerin, vârisleri olurlar,
Dinimizi bid’atten, yıkılmaktan korurlar.

Allah'a kulluk etmek, elbet ilimle olur,
Ancak doğru ilimle, amel eden kurtulur.

Âlimlerin bir sözü, yıllarca, bâki kalır,
Aşağıda olanı, yükseklere kaldırır.

Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir,
Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütüphanedir.

Şimdi âlim bulmak zor, o hâlde ne yapmalı?
Onların kitabını, severek okumalı!

Kitap, altın bir kafes, ilim içinde kuştur,
Kafese sahip olan, kuşa mâlik olmuştur.

Yanlış kitap okunmaz, doğrusunu bulmalı,
İlk okunacak kitap, Tam İlmihal olmalı.

Sonra da okunmalı, Mektubat-ı Rabbanî,
Feyizlerle doldurur, aydınlatır insanı.

Fıkıh, ilm-i kelam ve tasavvuf birleşmiştir,
Kalbi temizleyen nur, orada yerleşmiştir.

Sanki binbir çiçekten bal gibi süzülmüştür,
Nice mühim mesele, orada çözülmüştür.

Hepsi Mektubat’ta ve tercümesinde vardır,
İhmal etmeden oku, onsuz ilim noksandır.

Bu kitapları okuyan, gençtir veya ihtiyar,
Kavuşur nimetlere, olur elbet bahtiyar.
İlim öğrenen ve öğreten

Sual: İslamî ilim öğrenmek için Arapça öğrenmek şart mıdır? Türkçe muteber bir kitabı, mesela İslam Ahlakı kitabını okumak da, ilim öğrenmek sayılır mı? Bu kitabı başkasına hediye etmek, ilim öğretmek yerine geçer mi?
CEVAPArapça Cennet lisanıdır. Arapça öğrenmek çok kıymetlidir, ibadettir, fakat ilim öğrenmek ayrı, dil öğrenmek ayrıdır. Türkçe bilen ilim sahibi olmadığı gibi, Arapça bilen de mutlaka ilim sahibidir denemez. Arapça bilen gayrimüslimler de vardır. Arapça bilen, muteber Arapça eserleri, Türkçe bilen de, muteber Türkçe eserleri okursa ancak o zaman ilim sahibi olur. Mesela İslam Ahlakı kitabını okuyan, çok lüzumlu bilgileri öğrenmiş olur. Bin kadar kitaptan hazırlanmış Seadet-i Ebediyyekitabını okuyup öğrenen kimse âlim olur. İçinde bildirilenleri ihlâsla tatbik ederse, Allahü teâlânın rızasına da kavuşur, çünkü bu kitapta İslamiyet’le ilgili lüzumlu her şey vardır. Kitabı başkasına vermek de, ilmi yaymak, ilmi öğretmek olur. İlim öğrenmenin ve öğretmenin fazileti ise çok büyüktür.

İlim öğrenmenin faziletiyle ilgili birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir saat ilim öğrenmek, gece sabaha kadar ibadet etmekten, bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Deylemi]

(İlim öğrenene denizdeki balıklara kadar her şey istigfar eder.) 
[İ. Abdilber]

(İlim öğrenmek için yolculuğa çıkanın, daha adımını atmadan günahları affolur.) [Şirazi]

(İlim öğrenmeye çalışan, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.) [Ebu Nuaym]

(Öğrenilen ilim, günahlara kefaret olur.) [Tirmizi]

(İlim öğrenmeye çalışanın rızkına, Allah kefildir.) [Hatib]

İlim öğretmenin fazileti de çok büyüktür. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(En üstün sadaka, ilim öğrenip sonra da onu başkasına öğretmektir.) [İ. Mace]

(İlmi öğretenle öğrenenler hariç, herkes Allah’ın rahmetinden uzaktır.) [Tirmizi]

(İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatib]

(Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun.)
 [Taberani]

Talebe, hocaya hürmet etmeli, hoca da talebeye şefkatle muamele etmeli.

Üyelikten ayrılmak
Sual:
 Bir arkadaşımı mail grubunuza üye yapmıştım. Birkaç gün sonra şikâyet etmeye başladı, mail kutum doluyor, işle ilgili maillerimi alamıyorum, okumak da zamanımı alıyor, beni üyelikten çıkar dedi. Ayrılmak istemesi uygun mu?
CEVAPHayır, hiç uygun değildir. Bunu, kendi mail grubumuz olduğu için söylemiyoruz. Her Müslümanın, kendisine lazım olan iman, ibadet ve ahlak bilgilerini öğrenmesi farzdır. Bunları doğru olarak, nakli esas alarak anlatan, öğreten hangi site, mail grubu veya kitap varsa, bunlardan okuyup öğrenmek farz olur.

Kitaptan ve siteden her gün düzenli olarak herkes okuyamaz, fırsat bulamaz. Alışkanlık haline getirmek de zordur. Mail olarak her gün gelirse, okuma imkânı daha fazla olur. Her gün gönderdiğimiz iki yazı en fazla 5 dakikada okunur. Lüzumsuz birçok şeye vakit ayırıp da, öğrenilmesi farz olan bilgileri öğrenmeye vakit bulamamak çok tuhaftır.

İşle ilgili kullanılan mail adresi doluyorsa, başka bir mail adresi alınarak, Outlook’a kurulabilir veya internet sayfası üzerinden bakılabilir. Mesela Gmail adresi, diğer ücretsiz maillerden farklı olarak, Outlook’a da kurulabiliyor. Böyle bir adres alınarak, o adres üye yapılabilir. Yani mail kutum doluyor demek, farzı yapmamak için, mazeret olamaz.

İstemeden üye yapmak
Sual:
 Uygun dini bilgiler gönderen mail gruplarına zorla, istemeden üye yapmak, hatta birden fazla adresini üye yapmak, ayrılmak isteyeni kötülemek uygun olur mu?
CEVAPElbette, uygun değildir. Zorla güzellik olmaz. Rızası olmadan, kimseyi üye yapmamalı. Üye yapılmışsa da, kendilerine haber vermeli ve istediği zaman üyelikten ayrılabileceklerini söylemelidir.

Birden fazla yere sormak
Sual: 
Garanti olması için dini suallerimizi birkaç yere sormak daha iyi değil midir?
CEVAPHayır, hiç uygun olmaz. İnsan, nereye güveniyorsa sadece oraya sormalı. Din büyüklerimiz, (Kıble-i teveccühü müteaddit kılmak, kendini tefrikaya bırakmaktır) buyuruyor. Yani bir kimse, birden fazla yere danışırsa, onlar da farklı cevap verirse, insanın kafası karışır. O da elbette şaşırır. Çeşitli fitnelere ve tartışmalara da sebep olur. Onun için bir kimseye güvenmeli, dini konulardaki her şeyi ona sormalı. Ancak, Ehl-i sünnet âlimlerinden nakletmeyen kimselere sormamalı, doğru cevap verdiğine inandığı tek bir yere sormalı. Birkaç yere sorup da, hangisi nasıl cevap veriyor diye, imtihan eder gibi de soru sormamalı.

İlim öğretirken
Sual:
 İlim öğretirken nelere dikkat etmelidir?
CEVAPİlmi, öğrenip amel etmek isteyene öğretmeli! İlmin kıymetini bilmeyene, başka maksatla sual sorana ilim öğretmek, doğru olmaz. İki hadis-i şerif:
(İlmi ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(İlmi layık olmayana öğretmek, domuzun boynuna mücevher takmak gibidir.) [İbni Mace]

Allah rızası için, ilim öğrenmek maksadıyla sual soranlara güzel muamele etmeli. Üç hadis-i şerif:
(Sual sorup, ilim öğrenmek için gelenleri güzel karşılayın! “Resulullah’ın emrettiği ilmi öğrenmeye hoş geldiniz” diyerek sorularını cevaplandırın ve problemlerini güzelce çözmeye çalışın!) [İbni Mace]

(İlim öğrendiklerinize hürmet edin ve ilim öğrettiklerinize de ikram edin!) [İbni Neccar]

(İlim öğrettiklerinize de tevazu gösterin! Zorba âlim olmayın!)[Hatîb]

Bu husus sadece dînî ilimler değil, diğer ilimler için de geçerlidir. Mesela öğretmenlerin de bunlara dikkat etmesi, öğrencilerini sevmeleri ve kendilerini de onlara sevdirmeleri gerekir. Sevgi olmadan, öğrenmek ve öğretmek zordur.
Bilmiyorum denir mi?

Sual: Kendisine güvenilip dinî sual sorulan kimsenin, bilmiyorum demesi doğru mudur? Cevap vermezse güvenimizi yitirmiş olmaz mı?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir, çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir. (İmam-ı Şabi)

Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin (Bilmiyorum) demesidir. Şeytan, (Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı) der. (İbrahim Edhem)
İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik’i şöyle anlatır: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere (Bilmiyorum) derdi. İlmin kalkanı (Bilmiyorum)demektir, buyururdu. (Tabakat-ül Huffaz)

Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Şabi hazretleri, bir suale, (Bilmiyorum) deyince, (Sen Irak ülkesinde müftüsün. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı?) dediklerinde, (Meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar?) buyurdu. Bilmeyenin (Bilmiyorum) demesi, ilimden olup, büyük fazilettir.

İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale (Bilmiyorum) deyince, (Hem beyt-ül-maldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun) dediler.(Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi) dedi.

Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mânâ çıkaran ve her yerde bilgi satan, cahilliğini ortaya koyar. (Bilmiyorum, öğrenip de söylerim) diyen kimsenin, gerçek âlim olduğu anlaşılır. Kendine sual sorulan kimse bilmiyorsa, (Bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim) demelidir. (Berika)

Bir zata, (İşittiğimize göre, siz âlimmişsiniz) derler. O zat şaşırır, (Öyle bir iddiada hiç bulunmadım) der. Bunun üzerine de, (Bir şey sorulunca bazen “Bilmiyorum” diyormuşsunuz. Cahil olan, bilmese de, söyler. Ancak âlim olan, bilmiyorsa bilmiyorum der. Bu sizin âlim olduğunuzu gösterir) derler. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Üzeyr’in ve Zülkarneyn’in Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Cebrail aleyhisselam gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara, bilmiyorum dedim. Cebrail de, bilmiyorum dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.) [Ebu Davud]

(Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace]

(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
İlmi gizlemek

Sual: Dinî sual sorana cevap vermemenin vebali var mıdır?
CEVAPEvet, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bildiği hâlde cevap vermeyen âlimin, Kıyamette ağzına ateşten gem vurulur.) [Tirmizi]

(İlmini gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]

İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(İlmi layık olmayana öğreten, domuzun boynuna cevher takana benzer.) [İ. Mace]

(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]

Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada yeteri kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek biri olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Biri, sualine cevap vermeyen âlime dedi ki:
- Sen, (İlmini gizleyene ateşten gem vurulur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?
- Eğer sözümü anlayabilecek birine söylemezsem, o zaman bana gem vurulur.

Kur’an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya)
Lüzumsuz sual soranlara da cevap verilmez.
Bilmemek özür olur

Sual: Yurt dışında yaşayıp da, birkaç haramın, haram olduğunu hiç duymadığı için, (Bu haram değil) diyen kâfir olur mu?
CEVAP
Haram olduğunu bilmediği için (Bu haram değildir) diyen kâfir olmaz.S. Ebediyye kitabında, (Müslümanların çoğunun bildiği şeyleri bilmemek, öğrenmemek günah olur. İslam bilgilerinin yaygın olduğu yerde, cehalet yani bilmemek özür olmaz, günah olur) deniyor. Şimdi İslam bilgileri oldukça yaygınsa da, bazı konuları Müslümanların çoğu bilmiyor. Mesela kefirin, kımızın, hattâ müziğin bile haram olduğunu çok kimse bilmiyor. Bilmediği için, (Bunlar haram değildir) derse kâfir olmaz. Meşhur olan bir harama, mesela şaraba, domuz etine helal demek küfür olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder